İşçi Partisi’nin yeni ‘mali kilidi’, Bütçe Sorumluluğu Dairesi’ndeki seçilmemiş bürokratların gücünün genişletilmesi anlamına geliyor. Ancak, Grace Blakeley’e göre, kesintilerin ekonomi üzerindeki etkilerini azımsayan bu gruba daha fazla yetki verilmesi yalnızca yoksulluğun kilitlenmesine yol açacak
Çevirmenin notu:
Grace Blakeley Britanyalı bir politik iktisatçı ve yazar. Bu yıl yayımlanan yeni kitabı Vulture Capitalism’de (Akbaba Kapitalizmi) kapitalizmin demokrasinin düşmanı olduğunu ve neoliberalizmle beraber bu durumun daha da keskinleştiğini anlatıyor. Çünkü kapitalizm işçi sınıfının örgütlü varlığı ve demokratik kazanım ve talepleriyle birlikte var olamaz. Demokrasi, ancak örgütlü emekçilerin zenginliğin paylaşılmasını birlikte tartıştıkları bir toplumda var olabilir.
Rachel Reeves [İşçi Partisi’nin gölge Maliye Bakanı] bir kez daha Birleşik Krallık maliyesinin ‘aklı selim’ bir yöneticisi olarak itibarını güçlendirmeye çalışıyor. Bugün, İşçi Partisi’nin hükümet harcamalarında yapılacak herhangi bir yeni değişiklik için Bütçe Sorumluluğu Ofisi’nden (Office for Budget Responsibility – OBR) bir ön tahmin almayı gerektirecek yeni bir ‘mali kilit’ uygulayacağını duyurdu.
İşçi Partisi maliye politikası söz konusu olduğunda elini kolunu bağlamayı zaten taahhüt etti. Mali kural, partinin ilk beş yıllık dönemi boyunca hesaplarını tutturmayı taahhüt ediyor ve Reeves ayrıca büyük işletmeler ya da zenginler üzerindeki vergileri artırmayacağına da söz verdi.
Bu ikisi, İşçi Partisi’nin seçildiği taktirde kamu harcamalarını artıramayacağı anlamına geliyor. Ekonomik büyümede çarpıcı bir artış olmadığı sürece -küresel ekonomik bağlam ve İşçi Partisi’nin kamu yatırımlarını artırmayı reddetmesi göz önüne alındığında hiç de olası olmayan bir senaryo- bu, diğer harcama alanlarında kesintiler yapılmadan kamu hizmetleri için daha fazla para olmayacağı anlamına geliyor.
IFS’deki (Institute of Fiscal Studies – Mali Çalışmalar Enstitüsü) önde gelen şahinler bile Reeves’in yaklaşımını sorguladı. IFS, her iki tarafı da hesapların gelecek parlamentonun sonuna kadar dengelenmesinin yılda muhtemelen 20 milyar Sterlin kadar büyük bir kesinti gerektireceği konusunda uyardı. Her iki tarafı da hesapları dengeleme taahhüdünün ne getirip ne götüreceğini seçmenlere açıklıkla bildirmek gerektiği çağrısında bulundu.
Başka bir deyişle, İşçi Partisi’nden tüm gerçeği öğrenemiyoruz. Mevcut mali kurallarına uymaları halinde, bir sonraki hükümetin kemer sıkma politikalarını yeniden uygulamaya koymayı taahhüt etmesi gerekecek.
Reeves’in son açıklaması, İşçi Partisi’nin koyduğu mali kurallara uymaya çalışacağı iddiasını güçlendiriyor. Eğer Reeves bir vergi indirimi veya harcama artışı önerirse, Bütçe Sorumluluğu Ofisi’nin bu hamlenin kamu maliyesi üzerindeki olası etkisi hakkında rapor vermesi gerekecek.
Peki OBR bu hesaplamaları nasıl yapacak? Yeni Ekonomi Vakfı’na (New Economics Foundation) göre, OBR tarihsel olarak ‘kemer sıkma politikalarının büyüme üzerindeki etkisini önemi ölçüde hafife aldı ve bu da sonuçta ulusal borcun artmasına neden oldu’. Başka bir deyişle, kesintilerin ekonomik büyüme üzerindeki uzun vadeli etkilerini hesaba katmadan, kamu maliyesi üzerindeki kısa vadeli olumlu etkisini abartarak vurguladı.
Uzun vadede kemer sıkma politikaları yoksulluğu arttırarak, engelliliği ve kronik hastalıkları kötüleştirerek ve kamu sektörü yatırımlarını kısıtlayarak ekonomimizin temellerini baltaladı.
Yoksulluk söz konusu olduğunda, gelirlerin ücretlere ayak uyduramaması sadece yaşam maliyeti krizinin bir sonucu değil, aynı zamanda da, 2010’dan beri yapılan kesintilerin merkezi bir parçası olan sosyal yardım ödemelerindeki kesintiler ve kamudaki maaşlara uygulanan tavanlardan da kaynaklanıyor.
2020’den önce bile Birleşik Krallık, Napolyon Savaşlarından bu yana ücretlerdeki en uzun durgunluğu yaşamıştı. Artan enflasyon, gelirleri daha da aşındırarak bu sorunu daha da ağırlaştırdı. Şu anda, çocukların dörtte birinin mutlak yoksulluk içinde yaşaması da dahil olmak üzere, son 30 yılın en yüksek mutlak yoksulluk oranlarına sahibiz.
Sosyal yardım ödemelerindeki kesintilere rağmen yoksulluğun artması vergi gelirlerinin azalması ve gelir desteği harcamalarının artması anlamına geliyor. Daha yüksek yoksulluk seviyeleri de talebi kısıtlıyor ve bu tüketimin hakim olduğu bir ekonomide uzun vadede daha düşük yatırım anlamına geliyor.
Dahası, daha yüksek yoksulluk oranları daha yüksek zihinsel ve fiziksel sağlık sorunlarıyla bir araya geldiğinde milyonlarca insanı işgücünün dışında tutuyor. Daha kötü fiziksel ve zihinsel sağlık sonuçlarının bir sorumlusu yoksulluktur; ancak bir diğer sorumlu da yetersiz finansman nedeniyle sağlık ve sosyal bakım hizmetlerimizdeki sürekli çöküştür.
Çalışan insan sayısının azalması vergi gelirlerinin azalması ve gelir desteği harcamalarının artması anlamına geliyor -işletmelerin çalışanları cezbetmesi ve elde tutmasını zorlaştıran uzun vadedeki büyümeyi kısıtlayıcı etkisinden bahsetmiyorum bile.
Bu faktörlerin hiçbiri OBR’nin hesaplamalarına dahil edilmez. Neden? Çünkü bu kurum ekonomik tahminlerinde belirli bir yaklaşımı seçmiştir -kesintilerin kamu maliyesi üzerindeki kısa vadeli olumlu etkisini fazlasıyla vurgularken büyüme üzerindeki uzun vadeli etkisini yeterince vurgulamayan bir yaklaşım. Bu, tarafsız ve teknik bir tercih olarak sunulsa da siyasi bir seçimdir.
Aslında Wendy Brown’un Undoing the Demos adlı kitabında gözlemlediği gibi, politika yapımının depolitizasyonu son kırk yıldır neoliberal hükümetler arasında süregelen bir eğilimdir.
Akademik iktisadın matematikleştirilmesi, kurumlar vergisi oranının ne olması gerektiği gibi kritik politika sorularına ‘doğru’ yanıtları dayatma girişimlerini içermektedir. İktisatçının modeli, kurumlar vergisi gelirlerini maksimuma çıkaracağını iddia ettikleri bir rakamı -örneğin %17- ortaya çıkarabilir. Ama size bu rakamın dayandığı varsayımları söylemezler.
Örneğin, her yıl gelirlerin belirli bir yüzdesinin vergiden kaçınma ve kaçırma nedeniyle kaybedildiğini varsayabilirler; bu da ‘optimal’ vergi oranının, daha etkili bir vergi uygulama sistemiyle beklediğinizden daha düşük olmasını sağlar. Ancak bu varsayım, kanıksamak zorunda olduğumuz bir şey değildir. Sınırlı kaynaklarımızı kurumlar vergisini düşürmek yerine daha etkili bir vergi uygulama sistemi oluşturmak için kullanabiliriz.
Bu varsayımlar açıklanmadığında demokrasi zarar görür. Kamuoyuna, görünüşte objektif bir iktisatçının, gerçekmiş gibi görünen bir beyanı sunuluyor: ‘Kurumlar vergisinin optimal oranı %17’dir’. Bu ‘gerçeğe’ karşı çıkmanın hiçbir yolu yok çünkü hesaplamanın dayandığı siyasi varsayımlar gizlilikle örtülüyor.
Uzun vadede politika oluşturmada halkın katılım alanı daralır. Farklı sosyal gruplar arasındaki siyasi tartışmaların yerini politika yapıcılar arasında yaşanan teknik tartışmalar alır.
Reeves’in OBR’ye daha fazla yetki verme kararı bu sorunu daha da kötüleştirmektedir. Vergilendirme ve harcamalarla ilgili aktif, demokratik tartışma yerine, halk, belirli bir politika tercihinin ‘mali açıdan sorumlu’ olup olmadığına dair yukarıdan gelen açıklamaları dinleyecektir.
Sıradan bir insanın bu açıklamalara itiraz etmesinin hiçbir yolu olmayacak çünkü bu açıklamalar belirli bir örgütün hesaplamaları -gördüğümüz gibi doğası gereği politik olan hesaplamaların- değil de gerçekler olarak sunulacak.
Demokrasinin yerini teknokratik otokrasi alıyor.
Yazar hakkında: Grace Blakeley, Tribune’de kadrolu yazardır.
[Tribune Mag’deki İngilizce orijinalinden Sevil Kurdoğlu tarafından Sendika.Org için çevrilmiştir]
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.