Zaten açlığımız da bundan değil mi? Sebebi, bahşiş verenin dolu midesini ve cebini, bahşiş alanın boş midesi ve cebine tercih edenler değil mi? Yatacak yerleri yok, olmasın da…
Dedikleri gibi, bahşişten vergi alınacak mı, kimse bilmiyor! Hatta dedikodu mu, gerçek mi, bunu da! O zaman, neyi tartışıyoruz günlerdir? Bir deli bir kuyuya taş attı da, 40 akıllı onu mu çıkartmaya çalışıyoruz? Yoksa, ‘acaba tutar mı’ cinsinden, göle maya çalmaya çalışanlar mı var?
Sanırım, ikincisi…
O zaman, cevap lüks bir restoranda garsonluk yapan birinden gelsin mi?
O anlatsın, cebinden eli çıkmayanlara!
Listedeki en basit yemeğin bile bir kaç bin lira olduğu bir restoranda çalışırken, belki de hayatta hiç yiyemeyeceğimiz yemeklerin kokuları arasından, bakkaldan aldığımız bir somun ekmek ve evde ısıtılmayı bekleyen, dünden kalmış bir tencere mercimek çorbasına talim hayatlarımıza yürüyoruz, her gün! Bu hayatın daha neresini vergilendirmek istiyorlar, bir tanesi anlatsın bana! Evimde, yere attığım bir döşek, ki onu da memleketten getirdim, bir de mutfağımdaki kap kacaktan başka hiçbir şeyim yok hâlâ! Bir de biraz daha artsın diye dua ettiğim asgari ücretim!
Bahşişler mi?
Bizimki gibi bir çok lüks restoranda toplanan bahşişler, işletme hesabına eklenir, çalışana verilmez… Alanlar da yok değil! Üzüldüğüm, koskoca devletin düşürüldüğü bu zavallı hal! Biz gibi fakir fukaranın cebine giren 3 kuruş fazla parayı almak için nabız ölçenler! Okuyorum ara ara, dev şirketlerin/iş adamlarının silinen vergilerini, hatta hiç ödemeyenleri, azaltılan/yok edilen borçlarını, unutturulan kredilerini… Bir de bana sunulan, şu içine edilmiş hayata bakıyorum… Kaç senedir, ev demeye bin şahit isteyecek bir bekar odasında hayal kuruyorum, ‘bir gün’ diye… Çok şikayet ediyorum, ama şu içine edilmiş hayatlarımızın bile hâlâ bir gideri olmalı, ki devleti batmaktan kurtarmaya çalışanlar, bizlerin çoktan boğulmuş hayatlarına sarılıyor, ne zaman dara düşse! Demek ki bu devlet, fakiri tam ölmeden ölmeyecek… Fakiri son nefesini vermeden, vazgeçmeyecek… O güne kadar da, yiyen daha da yiyecek…
Zaten açlığımız da bundan değil mi?
Sebebi, bahşiş verenin dolu midesini ve cebini, bahşiş alanın boş midesi ve cebine tercih edenler değil mi?
Yatacak yerleri yok, olmasın da…
AKP ve MHP’nin birlikte yönettiği, “ben ekonomistim” diyerek herkesi susturduğu, bu elde avuçta kalmış ekonominin dümeninde oturan Mehmet Şimşek, “16 milyonluk makam aracına biniyor, yardımcıları çifte maaş alıyor” haberine çook kızmış geçenlerde, hatta haberi yapanlara da cevap vermiş;
“…sizleri memnun etmek için bisiklete binmeyi düşünebiliriz”!
Bence düşünün, Mehmet Şimşek!
Bir somun ekmek ve bir tencere mercimek çorbası ile idare eden hayatlara en fazla baston olan o basit bahşişi bile gündeme sokup, nabız yoklar hale geldiyseniz eğer, düşünün! Açlık ve yoksulluk sınırının çok altında kalan o 10 bin TL emekli maaşının utancından yüzünü yerden kaldıramayacak hale gelmiş olması gereken sizler, hala bu kadar özgüvenli adım atabiliyorsanız Ankara’da, düşünün! Tasarruf yapmak için yoksulun cebi ve sofrasını ilk hedef olarak kendine seçenlerin siyaset anlayışından sizi bir nebze de olsa o bisiklet uzaklaştırabilecekse, düşünün! Asgari ücretle çalışan, çocuklarına et yediremeyen anne babaların feryadını duymanıza yardımcı olacaksa, düşünün! Yoksul garson çocuklarının ceplerine girecek üç kuruşluk bahşişi bile devlete gelir diye yazdıracak kadar düşmüşüz de, haberimiz yoksa, düşünün! 1150 odalı külliyenin astronomik giderlerini alt alta toplayıp, ardından “hadi Çankaya Köşkü’ne dönüyoruz” diyemiyorsanız, düşünün! Bekar odalarında bir ömür tüketen genç yaşamların karın tokluğuna mahkum oldukları işlerinden kazandıklarına katmak yerine, onlardan eksiltmeyi bir çözüm olarak görüyorsanız, düşünün! 550 çeşitten oluşan TBMM lokantasının devletin (vatandaşın) kaynaklarıyla ayakta tutulan halinde durmak yerine, bir tas çorba ve bir somun ekmekten oluşan sofralara tok halinizle oturmaktan sıkılmıyorsanız, düşünün! Emeklisini de gencini de itibarsız bırakan bir ekonomik dar boğazın içinde hala “itibardan tasarruf olmaz”ları omuzlamamızı istiyorsanız, düşünün!
Çünkü biz artık geçinemiyoruz!
En basit Türkçeyle, nefes alamıyoruz!
Derdimiz, sizin 16 milyonluk makam aracına binmeniz değil ama, ara ara Amerika’dan gelip, bizleri kurtarmaya (!) çalışırken takındığınız o bilmiş tavır! Bizlerin yaşadığı hayatlardan habersiz oluşunuz! Bu ülkenin sermaye sahiplerine dokunmayan, ama yara bere içindeki yoksulluğunun tescilinde artık verecek hiçbir şeyi kalmamışları parasal kaynak olarak görmeniz! Son depremde, kendi vatandaşına yardım edemeyecek duruma getirilmiş devletin hazinesini bu denli boşaltanları görmeyip, o boşaltılan hazineyi ona verilen IBAN numaralarıyla yeniden dolduranlara “hadi” deyişiniz!
Düşünün, ama çook düşünün, Mehmet Şimşek…
Tekrar Amerika’ya dönmeden önce en çok da…
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.