AfD sosyal adaletsizliği gündeme getirdi, halkın refahındaki düşüşü irdeledi. AfD, bunları tartışırken die Linke, Yeşiller ve SPD, organik beslenme ve bisiklet yolu konuşuyordu
Avrupa’da seçmen, 9 Haziran 2024’te Avrupa Parlamentosu seçimleri için sandığa gitti. Gözler, 96 milletvekili ile en fazla koltuğa sahip olan Almanya’daydı. Yaklaşık olarak on senedir yükselişte olan sağ radikal partilerin bu eğilimi devam ettirip ettiremeyeceği, eleştirilen bir politika benimseyen hükümet partilerinin alacakları oylar ve yeni kurulan partilerin dağılıma etkileri merak ediliyordu.
Sandıklar kapandı, sonuçlar açıklanmaya başlandı. İlk sonuçlar, hemen hemen anketlerin öngördüğü gibiydi. Bazen beklenen şeyler de hayal kırıklığına yol açabiliyor. Almanya’da sol-demokrat eğilimde olan seçmen son ana kadar anketlerin yanılma ihtimaline tutundu ve sağ radikal partilerin daha düşük oy alabileceği umuduyla bekledi. Ancak bu iyimser senaryo, hiç gerçekleşmedi.
Son genel seçimlerde ana muhalefet partisi olan Hristiyan Demokrat Parti, doğal müttefiki olan Hristiyan Sosyal Birliği ile birlikte yüzde 30 oya ulaşarak seçimin galibi oldu. Genel seçimlerde sandıktan birinci parti olarak çıkan Sosyal Demokrat Parti, 2019’daki Avrupa Parlamentosu seçimlerinde aldığı oyun üç puan gerisinde kaldı ve aşırı sağ AfD’nin gerisine düştü. Seçimlerdeki en büyük düşüşe ise Yeşiller imza attı. Geçtiğimiz Avrupa Parlamentosu seçimlerinde yüzde 20 oy alan Yeşiller, ancak yüzde 12 oy alabildi. Diğer hükümet ortağı liberal FDP, yüzde 5 oy aldı.
Seçimde en çok merak edilen şey, aşırı sağ parti AfD’nin alacağı oydu. AfD, yükselişini sürdürdü ve yaklaşık yüzde 16 oyla ikinci en güçlü parti oldu.
Solda da tablo pek parlak değildi. Die Linke’den (Sol Parti) ayrılan Sahra Wagenknecht’in kurduğu BSW, ilk seçime göre kötü sayılamayacak bir sonuç almış olsa da yüzde 6,2’de kaldı. Sahra Wagenknecht’in partiden ayrılmasıyla bir varoluş krizine giren Sol Parti ise ancak yüzde 2,7 alabildi.
Seçimde en çok dikkat çeken ve seçmeni kaygılandıran şey, AfD’nin hızlı yükselişiydi. Peki bu yükselişin sebepleri nelerdi ve AfD’nin bu ilerleyişi durdurulabilir miydi?
2021’deki Almanya Federal Parlamentosu seçimlerinde AfD, kurulduğu yıl olan 2013’ten beri ilk defa bir düşüş yaşamıştı. Önceki seçimlerde aldığı oyun yaklaşık üç puan daha azını almıştı. Seçmen, daha önceki iktidarlarında izlediği denge politikasıyla güven veren Sosyal Demokrat Parti’yi (SPD) ve insancıl vaatlerde bulunan Yeşiller Partisi’ni iktidara getirmişti. Bu, Almanya’daki aşırı sağı sönümlendirmek için bulunmaz bir fırsattı. Ancak bu iki partinin iktidar dönemlerinde aldıkları kararlar, aşırı sağ partilerin hiç olmadığı kadar hızlı şekilde yükselmelerinde büyük rol oynadı.
SPD, İçişleri Bakanlığı’nı yönetmeye talip olurken Dışişleri’ni Yeşiller’e bıraktı. Rusya-Ukrayna savaşı ile başlayan süreçte Yeşiller, uluslararası ilişkilerde büyük skandallara imza atarak hem kendi seçmenini hem de diğer partilere oy vermiş olan insanları hayal kırıklığına uğrattı. “Almanya kendini savunmalı” diyerek silahlanmaya büyük bütçe ayırdı. Öyle ki Almanya, Hitler döneminden beri, silahlanmaya bu kadar pay ayırmamıştı.
Alman sanayisi, Rusya’ya uygulanan yaptırımlarla derin krize girdi, Rus gazı olmadan fabrikalarda üretim yapılamıyor, yapılsa da bu, büyük bir zararı beraberinde getiriyordu. Buna, Ukrayna’dan herhangi bir hazırlık yapılmadan alınan milyonlarca insan da eklenince, seçmen tepki göstermeye başladı. Bu gelişmelere tepki gösterenler de yalnızca seçmenle sınırlı kalmadı elbette. Ukraynalılara sorgusuz sualsiz üç senelik oturma ve çalışma izinlerinin verilmesi, buradan gelenlerin istihdam edilmesi için büyük bir çabanın sarf edilmesi ve tüm bu masrafların hükümet tarafından karşılanması, diğer göçmenlerin de adaletsizlik duygusuyla tepki göstermelerine yol açtı.
Enflasyon, uzun zamandır olmadığı kadar yüksek seviyeye geldi. Vergiler artırıldı. NATO’nun politikaları kapsamında müttefiklere silah göndermek ya da diğer ülkelere silah satabilmek için başta eğitim ve sağlık olmak üzere kamu hizmetlerinin bütçelerinde kısıntıya gidildi. Doğu Almanya ile Batı Almanya arasındaki gelir adaletsizliği, artarak devam etti. Tüm bunlar olup biterken halkın hayatına dokunan ve onların sorunlarıyla ilgilenen tek bir parti vardı. O da 2021 seçimlerinde düşüşe geçen, aşırı sağ AfD idi. Sonunda yanlış cevaplar verse de hep doğru soruları sordu AfD. Sosyal adaletsizliği gündeme getirdi, halkın refahındaki düşüşü irdeledi. Bunları ana gündem haline getiren tek parti de kendileriydi.
AfD, bunları tartışırken die Linke, Yeşiller ve SPD, organik beslenme ve bisiklet yolu konuşuyordu. Seçmen de halktan kopuk olan bu siyasetin cezasını ilk fırsatta kesti. Bu, düşüşte olan partilere bir uyarıydı. Seçmen NATO’nun girdiği savaşlar için daha fazla vergi vermek istemiyor, silah ticareti canlansın diye eğitim ve sağlık sekteye uğratılsın istemiyor, konut ve sağlık gibi temel problemlerle boğuşurken bisiklet yolu konuşmak istemiyor.
Sağ radikalizm, kriz anlarından beslenir. Avrupa’nın içinde bulunduğu durumu da NATO’nun sebep olduğu vekalet savaşları eliyle gelmiş olan bir krizler bütünü olarak yorumlayabiliriz. Almanya’da faşizmin iktidara geldiği dönemde de geride kalmış bir dünya savaşı ve ekonomik kriz vardı. Bu yönleriyle içinde bulunduğumuz dönemin o döneme benzediğini söyleyebiliriz. Fakat Almanya’nın net bir faşizm deneyimi yaşamış olması ve bundan kısmen ders çıkarmış olması sebebiyle de faşizmin tekrar iktidara gelme ihtimalinin düşük olduğunu söylemeliyiz. Zira yerel meclislerden federal parlamentoya tek bir parti bile bugüne kadar AfD ile ittifak kurmadı. Almanya gibi seçmen yöneliminin parçalı olduğu ülkelerde, bu şartlarda AfD gibi partilerin tek başına iktidar olma ihtimalleri epey düşük.
Bu noktada, AfD’nin ve Avrupa’daki sağ radikal partilerin zayıflatılmasının yolu, popülist siyasetin sona erdirilmesinden ve halkın birincil problemlerinin çözülmesinden geçiyor. AfD’ye ve diğer sağ radikal partilere oy veren insanların hangi motivasyonlarla, hangi hayat kaygılarıyla bu partilere oy verdiklerinin üzerinde durulması gerekiyor. Şimdiye kadar bu partiye oy veren insanlar kriminalize edilmeye çalışıldı, toplumdan dışlandı. Bu durum da izole edilen seçmenin daha da radikalleşmesine ve sağ radikal partilerin oylarına oy katmalarına yol açtı.
Sağ radikal partilerin yükselişlerinin ana sebeplerinden birisi göçmen krizi şüphesiz. Fakat bu yükselişi göçmen karşıtlığına indirgemek, bizi yanlış bir değerlendirmeye sevk eder. Bu partilere oy veren insanlar, sosyal adaletsizliğin ve refah düzeyinin düşüşünün sebeplerini arıyorlar. Seçmenle beraber bu sebepleri arayan tek bir parti olduğu için de AfD’ye oy veriyorlar. Sol partilerin akademik altyapıya sahip olan, popüler semtlerde yaşayan ve çok kazanan insanların hoşuna gidecek şeyleri söylemeyi bırakıp doğdukları yerlere, fabrikalara ve arka sokaklara dönmeleri gerekiyor. Çünkü ancak bu şekilde, AfD’nin halk için gerçek bir alternatif olmadığı anlatılabilir ve sağ radikalizm önlenebilir.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.