Avrupa’ya ilk geldiğim yıllarda Fransızlara özgü bir “çıkıntılık” sanırdım ben bu farklı anneler günü uygulamalarını. Konuyla ilgim olmadığı için de uzun yıllar da öyle bildim zaten. Geçtiğimiz yıl tesadüfen öğrendim işin iç yüzünü. Mayıs ayının son pazar günü yerine haziran ayının ilk pazar gününe alınıverilmesi ilgimi çekti de işin peşine düşmüş oldum böylece
Dünyanın birçok yerinde olduğu gibi Avrupa’da da her yıl mayıs ayının ikinci pazar günü kutlanıyor Anneler günü yıllardan beri; Fransa hariç, onlar mayıs ayının son pazar gününü ayırmışlar annelere. Bir de İngiltere var tabii ki mayıs ayının ikinci pazar gününe riayet etmeyen ama onlar zaten Paskalya’dan sonra gelen ilk pazar gününü ayırdıkları için annelere doğal olarak mart ayı içinde yapmaktalar kutlamalarını da.
1980’li yılların ortasında, Avrupa’ya ilk geldiğim yıllarda Fransızlara özgü bir “çıkıntılık” sanırdım ben bu farklı anneler günü uygulamalarını. Konuyla ilgim olmadığı için de uzun yıllar da öyle bildim zaten.
Geçtiğimiz yıl tesadüfen öğrendim işin iç yüzünü. Mayıs ayının son pazar günü yerine haziran ayının ilk pazar gününe alınıverilmesi ilgimi çekti de işin peşine düşmüş oldum böylece.
Doğal olarak bu gününün tarihçesi ile başladım işe.
Aslında eskiden beri kutlamazdım ben anneler gününü; ne de diğer uyduruk ticari günleri. Ama bu günün yaratıcısı Anna Jarvis’in bu öneriyi yaptığına bin pişman olduğunu öğrendiğimden beri çevremde hala anneler günü kutlamaya çalışanlara daha bir hayretle bakar oldum .
Çoğumuz, anneler gününün yaratıcısı olarak biliriz de, bu güne savaş açtığını pek bilmeyiz Anna’nın. Halbuki bu günü yıkmak için ne uğraşlar vermiş, kimlerle çatışmak zorunda kalmış kadıncağız. Ömrünün yarısı anneler gününün ilanıyla geçtiyse, diğer yarısı da bu günü “metalaştıranlarla” savaşla geçmiş.
8 Mayıs 1905’te kaybetmiş annesini. Sağlığında kadın dayanışmasına, kadınların durumunun düzeltilmesine çok önem veren bir kadınmış annesi. Kızından çok önceleri, ta 1876’larda, anneler için özel bir gün ayrılması gerektiğinden bahsedermiş: Ama tertemiz duygularla, anneler için dostluk günüymüş onun düşlediği. Annelerin çocukları üzerindeki emek ve çabalarının tanındığı, takdir edildiği sıcak bir gün. Bu günün ilanını göremeden de ölmüş zaten.
Bu nedenle çok ısrarcıymış Anna, hem sevgili annesinin vasiyetini yerine getirmiş olacak, hem de bütün kadınlara özel bir gün ayrılmış olacakmış talebi kabul edilirse, canla başla, dur durak bilmeden çalışırmış bu nedenle.
Yıllarca uğraşmış, didinmiş; sonuçta yapayalnız başladığı yolculuğu bir taraftar ordusuyla bitirmiş.
Çevresindeki herkes çıktığı bu yolculukta ona hak veriyor, destek oluyormuş.
Sonunda, Birinci Dünya savaşının eşiğinde 9 Mayıs 1914’te resmen ilan edilivermiş anneler günü.
O gün bu gündür Anneler Günü olarak kutlanırmış Amerika’da, her yılın mayıs ayının 2. pazar günü.
Elbette savaşın ölümü, anneliğin de doğumu çağrıştığının bilinciyle. Yani bir taşla iki kuş misali.
Hem halkın annelik duygularını sömürüp yanlarına çekmek, hem de bozulan birlik ve beraberliğini yeniden kurmakmış amaçları.
Ama mutluluğu kısa sürmüş Anna’nın.
Dehşetle izliyormuş daha Birinci Dünya Savaşı bitmeden başlayan içerideki ‘ticari’ savaşları.
Her yer çiçek, her yer hediye oluvermiş bir anda Anneler Günü’nde.
Bin pişman olmuş yaptığına Anna, ama ne çare.
Çiçekçilere karşı açar ilk davasını. Fırsatçılıkla suçlar onları. “Kazancınıza kazanç katma günü değil, annelere sevgi, dostluk göstermek günüdür bu gün, nereden çıkardınız bu pahalı çiçek satımını” der.
Bir kadın derneğine yönelir sonra: Anneler Günü’nü kullanıp karanfil satarak savaş gazilerine yardım toplayan bir derneğe. “Kullanmayın bizim adımızı” der, “Bütün anneler savaşa karşıdır, kendi adınıza yapın yapacaklarınızı.”
Davalar davaları izler.
Metalaştırmaya karşı yılmadan karşı çıkar.
Duygudur onun gözünde önemli olan, sembolik bir gündür, anımsamak, anımsatmak, değer vermek.
Postaneye bile dava açar. Anneler Günü pulu satıp kazançlarına kazanç kattıkları için.
“Bir tek karanfil” der, “bir tek karanfildir bu günün sembolü, onu da yakalarınıza takarsınız, olur biter.”
“Nasıl da koskoca endüstriye dönüştürdünüz birdenbire bu günü.”
Eleanor Roosevelt ile bile davalık olur. Başkan’ın kadın hakları savunucusu geçinen eşi.
Artık o bir dava yorgunudur.
1948 yılında bir sanatoryumda kapar gözlerini.
Her yıl Anneler Günü’nde, bu günün kurucusu olarak binlerce kişiden binlerce mektup alarak.
Bu mektup sahiplerinin, her yıl, artan bir şekilde bu gün için yaptıkları harcamalara bakıp bakıp da…
Her yıl biraz daha kahrolmuş olarak.
Anneler Günü’nü kutlamazdım ama annemin anneler gününü kutlamaktan da hiç geri kalmazdım ben.
Sırf gönlü olsun diye her yıl arar, kutlardım gününü. Pek mutlu olurdu o da. Bu sene dördüncü “annesiz Anneler Günü’m” benim.
Sağlığında hiç bilmedi annem, anneler gününün Fransa’da Mayıs’ın son pazar günü kutlandığını. Her seferinde o da benim günümü kutlar, pek memnun kapardı telefonu. Öğrense şaşırır mıydı acaba? Bunları düşünürken sormaya da başlamıştım kendi kendime, sahi bu Fransızların derdi ne? Ne bu çıkıntılığın sebebi?
Öğrenince gerçekten çok şaşırdım.
Bütün bu çıkıntılığın sebebi Jeanne D’Arc’mış (Jan Dark) meğerse.
Cehaletimi bağışlayın da her yıl, mayıs ayının ikinci pazar günü Jan Dark ve vatanperverlik günüymüş burada. Hiç dikkatimi çekmemişti. Çekseydi de aklımın köşesinden bile geçmezdi zaten anneler günüyle Jan Dark gününün ilintisi.
Jan Dark’ı biliyorum elbette.
Ne kitaplar yazılmış, ne filmler çevrilmiştir hakkında. Hakkında çıkan her kitabı yok satan, filmleri hala gişe rekorları kıran. Aslında, yaşarken efsanelesenlerdendir o.
Bundan tam altı yüzyıl önce yaşanmış bir hikaye onunkisi.
1412 yılında, Fransa ile İngiltere arasındaki 1337 yılında başlayıp, 1453’e kadar devam eden Yüzyıl Savaşlarının ta ortasında, hem de en kanlı döneminde dünyaya gelir. İngiliz kralının Fransa toprakları üzerinde hak iddia ettiği, ülkeyi parça parça işgal ettiği günlerdir. Yarısı işgal altındadır zaten ülkenin; işgal ordusu yetmiyormuş gibi bir de savaş ağaları vardır Fransız halkına illallah dedirtten, kendi halkına karşı İngilizlerin yanında savaş açan bildiğiniz savaş ağaları.
Fransız ordusunun, İngilizler karşısında en zayıf durumda olduğu bir dönemde, yoksulluğun diz boyu olduğu bir yörede, sıradan yoksul bir ailede, bazen çobanlık yaparak bazan tarla işleriyle uğraşarak kendi kendine büyümeye çalışmış Jan.
Alttan alta bir söylenti dolaşırmış o yıllarda bir de, Loire bölgesinden gelecek genç bir bakirenin İngilizleri ülkeden kovup Fransa’yı kurtaracağı yolunda.
Bu söylenti kulağına iyice yer etmiş olmalı ki çocuk yaştan itibaren azizelerle yatıp azizelerle kalkmaya başlamış Jan. Hiç dilinden düşürmezmiş onları, rüyalarında bile hep onlar varmış. Gel zaman git zaman, işleri ilerletmiş bizim Jan, ergenlik çağına geldiğinde bu azizelerin kendisini İngilizlere karşı kurtarıcı seçtiklerini söylemeye başlamış. “Ben kurtaracağım” dermiş çevresindekilere, “İngilizleri ben kovacağım ülkemden”.
O hale gelmiş ki artık dilinde sadece İngilizler varmış. Rüyalarında bile onları önüne katmış kovalarken görürmüş kendisini, ardında kocaman bir ordu ile. Her gün yeni bir rüyasını ballandıra ballandıra anlatırmış çevresine.
Bir süre sonra bu anlatımlar yetmez olmuş kendisine. Henüz 16 yaşında iken, icraat vakti geldi deyip terketmiş evi barkı. Ama savaş meydanlarına varmak o kadar kolay mı?
Günlerce uğraşmış, çalmadığı bir kapı, başvurmadığı bir makam kalmamış. Kimisi deli deyip başından savmış onu, kimisi ciddiye alıp yol yöntem öğretmiş.
Sonunda kralın huzuruna bile çıkmış, ona da anlatmış rüyalarını, İngilizlere karşı vereceği savaşımını.
Kraldan sonra bazı din adamlarıyla da görüşmüş. Sonunda hepsini ikna edip, onaylarını aldıktan sonra birkaç askerle birlikte onlar gibi giyinerek savaşa katılmış.
Erkek elbiseleri ile savaşa katılmak! Hem de Avrupa’nın en karanlık çağı olarak tanımlanan Orta Çağ’da, ilk Engizison Mahkemelerinin kurulduğu Fransa’da.. Sırf Katolik mezhebinin inançlarına karşı çıktıkları için kadınların diri diri ateşe atıldığı, erkeklerin idam edildiği bir zamanda. Geride bırakarak kiliseleri, geride bırakarak birçok erkeği, atladığı gibi bir atın sırtında cepheden cepheye koşmak.
Ah Jan Dark ah..
Hiç mi düşünmedin işlediğini günahların büyüklüğünü..
Engizisyonun başı katolik kilisesine karşı çıkmanın ölüm demek olduğunu.
Canla başla savaşırmış İngilizlere karşı; korku nedir bilmez, saldırı üstüne saldırı düzenlermiş. Bir de Paris yakınlarındaki Orleans şehrini kurtarmaz mı İngilizlerin elinden . Yaralandığı halde hem de. İşte o andan sonra yaşayan bir efsane olmuş Jan Dark. Neler anlatılırmış hakkında neler. Bire on katılarak hem de. Gerçek nerede bitiyor efsane nerede başlıyor birbirine karışmış artık.
Sevenleri de çokmuş nefret edenleri de. İngilizler ödül koymuş o güzel başına. Savaş ağaları işi gücü bırakmış peşinden koşarlarmış artık. Her yerde didik didik onu arıyor, her yerde sadece onu soruyorlarmış.
23 Mayıs’ta Paris’in üstüne yürürken yakalanmış.
Hem de hemşehirlisi, işbirlikçi Fransızlar tarafından.
Hayatın garip cilvesi işte.
İngilizlere teslim edilmiş para karşılığında.
Engizisyonda yargılanmış,
Suçlarının en başında,
“Erkek giysileriyle dolaşarak Tanrı’nın yarattığı bedende başka bir cinsiyeti aramak”
Yazılıymış.
Ne de büyük suç.
Anında verilmiş ölüm cezası.
30 Mayıs’ta diri diri yakılmış Rouen kentinde, halkın gözleri önünde, büyük bir ateşin içinde.
19 yaşında, hayatının baharında.
İşte Jan Dark’ın Orleans’i kurtardığı günmüş mayıs ayının ikinci pazar günü.
1920 yılında, Birinci Dünya Savaşı’nın hemen bitiminde hatırlamış Fransızlar bunu. O gün bu gündür de ulusal bayram olarak kutlanırmış Mayıs’in ikinci pazar günü. Hem iade-i itibar yapmışlar hem de vicdanlarını rahatlatmışlar.
Bu nedenle 1950 yılında Anneler Günü’nü mayısın son haftasına çekmiş Fransızlar.
Çekmişler çekmesine ama bir de not düşmüşler.
Eğer mayıs ayının son Pazar Pentecôte’, yani Paskalya’dan sonraki 7. Kutsal pazara rastgelirse, anneler günü bir sonraki haftaya sarkar demişler.. Bu nedenleymiş geçtiğimiz sene anneler gününün Haziran ayına sarkması.
Öğrenmenin yaşı yoktur derler.
Ben de yeni öğrendim
Fransa’nın Anneler Günü’nü mayıs sonunda kutlaması “çıkıntılık” değilmiş meğer.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.