Kirlilik siyasidir ve sınıfları farklı etkiler. Burjuvazi özel “rezidanslarda”, villalarda ve kendi semtlerinde kentsel mekân dışında kirlilikten kaçma olanaklarına sahip iken kenar semtlerde, fabrika yakınında, otoyol kenarında, nükleer santral yakınında yaşayan emekçiler kirlilikten kurtulamaz ve sömürü dışında bir de kirlilikten yaşamları etkilenir
Başlığı görünce ister istemez hangi kirlilik diyeceksiniz. İşte konu da bu. İnsanın kirliliğinden sanayinin kirliliğine ve bilgi kirliliğinden ruhun kirliliğine kadar geniş bir konu.
Kirlilik günümüzün en önemli sorunlarından biri. Dünya zehirleniyor. Binlerce kirlilik öğesi, özellikle kimyasallar insan ve çevre sağlığını tehlikeye atıyor ve ölümlere, doğanın katliamına yol açıyor.
Derelerde yüzebilir misiniz? Balık yemekle mikro plastik yiyorsunuz. Mazot mu çok kirletir benzin mi? Sanayi sitesinde bacalardan çıkan dumanlar da neyin nesi diye sordunuz mu? Kentin sokaklarında yürürken egzoz gazı soluduğunuz farkındasınızdır umarım. Dev kentlerde ulaşımın yarattığı kirlilik sis tabakası şeklinde çöker kentin üstüne. Ama tehlikeli olan kirliliği ne görebilir ne de koklayabilirsiniz. Suda, havada, tükettiğiniz besinlerde ve kullandığınız nesnelerin içinde saklıdır ve yavaş yavaş yaşam sürenizi kısaltır. Amyantlı bürolarda çalışmak ya da evlerde yaşamak ciğerlerinizi kirletir ve ölüm nedeni gizlenir. Meyveleri yediğinizde ne kadar da yıkasanız tarım ilacını tüketirsiniz. Mobilyanızda, makyaj malzemenizde, kimi ambalajlarda “sonsuz kirleticiler” bizi vavaş yavaş ve gizlice etkiler. Nesneler neler içeriyor diye bakıyor muyuz? Cep telefonu, bilgisayar ise elektronik kirlilik yaratır. Günde kaç saat telefonla haşır neşir oluyorsunuz?
Nükleer kirlilik ise ayrı ve tehlikeli bir konu ve özellikle çöpleri.
Sanayi devrimiyle yaşamımıza giren kapitalist sistem kirliliği günlük yaşamımızın bir öğesi haline getirdi ve bizi alıştırdı. Verileri alt üst etti. Kirlilik arttı, yayıldı hayallerimizin de ötesine giderek dünyayı doyuma ulaştırdı ama hâlâ gözü doymuyor ve kirliliği görmüyor.
Piyasa sorunu çözer dedi ve vergi, ceza yoluyla kirleticileri cezalandırırız dedi. Optimal kirlilik kavramını üretti. Merak etmeyin yeni teknolojiler de kirliliğe çözüm getirecek dendi ama karanlıkların içinde gözlerimiz görmez oldu. Ne zaman çıkacağız karanlıklardan?
İnsanın beden ve ruh kirliliği vardır. Bedeni kirlenince yıkanır.
Ruhu yıkamak kolay değildir. Ruh kirlenince insanlık kaybolur. İyi niyet, sevgi yerine kötülük, nefret, yalan gelir. İntihara kadar insanı sürükleyebilir. Temizlenmesi zordur. İçinde yaşadığı toplumla da önemli ilişkisi vardır.
İnsan bedeni için yıkanmalıdır ama dünyanın önemli bir bölümünde sudan yoksun olanların yıkanma sorunu vardır. Hindistan’da su, sağlık ve tuvalet sisteminin yokluğu nedeniyle nüfusun yaklaşık %50’si ev dışında tuvalet ve yıkanma (dere, su birikintisi) gereksinmesini karşılar (2010). İnsan nerede, nasıl yıkandığına bağlı olarak kirli su akar gider. Eskiden sokaklara, yollara gidiyordu. Şimdi kanalizasyon yoluyla arıtma (atık su dedikleri) tesislerine gidip mümkün olduğunca temizleniyor ve yeniden kullanılabiliyor, en azından tarımda sulama için. Kuşkusuz bu arıtma sisteminin kirli suyu ne kadar temizleyebildiğine bağlı. Arıtma sistemleri çok farklı. Çoğu zaman kimi tehlikeli ve zehirli mikro zerrecikleri arıtması olanaksız.
Uyuşturucu ve insan ticaretinin , kaçakçılığın, mafyanın ve sermayenin emekten çaldığı paraları sakladığı vergi cennetlerindeki kirli para vardır. Buralarda yatan kirli parayı tahmin etmek zor olsa da yaklaşık 6 trilyon dolar cennette keyif çatmaktadır ve dörtte birinin İsviçre’de olduğu söylenmektedir. Bunun yarısı da Avrupalı vatandaşlara aittir. Kirli para değişik, yasal olmayan yollarla aklanmaya çalışılır.
Bilgi kirliliği ise sosyal medyanın yaygınlaşmasıyla önemini artırmıştır. Yalan bilgiler, suçlayıcı bilgiler, temelsiz bilgiler gün boyu sosyal ağlarda gezinmektedir. Kirli bilgi medyada da bolca kullanılır. Zenginler medyaya el atar, yayın ve basın sektörüne girerek egemen düşüncelerini yaymaya çalışırlar. Özellikle seçimlerde taraf tuttukları adaylara bolca yer verirler.
Tanınmış sağlık örgütü “The Lancet Planetary Health” in 2022 yılında yaptığı araştırmaya göre her yıl kirlilikten ölenlerin sayısı 9 milyon. AIDS, verem, sıtmadan ölenlerin üç katı. Aşısı falan da olmadığı gibi pek de gündeme geldiği yok. Kirlilikten ölürüz diye bir korku da yok.
2023 yılında enerjiye bağlı olarak karbondioksit salımı 2022 yılına göre yüzde 1,1 oranında artarak 410 milyon tona ulaşmıştır. Toplamı salım 37,4 milyar tona ulaşmıştır.
Bu ölümleri yaratan kirlilik özellikle sanayi, tarım, hizmetler ve ulaşım sektöründen kaynaklanmaktadır ve genellikle kentsel kökenlidir. Bu sektörlerin saldığı ya da yaydığı sıvı, katı, gaz çöpler insan ve doğanın sağlığını tehdit eder, ölümlere neden olur, sakatlıklar yaratır, kimi canlıların yok olmasına neden olur. Sonuçta sağlık harcamaları artar ve ilaç sanayileri ellerini ovuşturarak ilaç satarlar.
Kirlilik sanayi uygarlığının çalışmasının toplam maliyetidir ve .var olabilmesi için gereklidir ama üretken kapasitesini etkilemez. Yarattığı negatif dışsal etkilerle doğa ve insanı etkiler.
Kirletilen doğanın maliyeti hesaplara katılmaz. GSYH’de doğanın kirlenmesi nedeniyle ortaya çıkan maliyet hesaplanmaz, dikkate alınmaz aynı insan sağlığına etkisinin alınmadığı gibi.
Kirlilik siyasidir ve sınıfları farklı etkiler. Burjuvazi özel “rezidanslarda”, villalarda ve kendi semtlerinde kentsel mekân dışında kirlilikten kaçma olanaklarına sahip iken kenar semtlerde, fabrika yakınında, otoyol kenarında, nükleer santral yakınında yaşayan emekçiler kirlilikten kurtulamaz ve sömürü dışında bir de kirlilikten yaşamları etkilenir.
Sanayi kirliliği özellikle yaydığı karbondioksit, kükürtdioksit ve azotdioksit ile toprağı, suyu, ve özellikle havayı kirletir. Maden ocağı toprağı altını üstüne getirir. İliç altın madenin olayında gördüğümüz gibi toprak, insan, doğa zehirlenir ve suçlular yargılanmaz. Büyük metropollerde insanlar kirlilikten birbirini görmez, maske takar ama ölümleri engellemez. Bacalardan kirli gazlar çıkar, filtre takılması ve kirliliği engellemesi maliyeti artıracağından sermaye pek yanaşmaz ya da kirletici sanayilerini ülkedeki yasa, düzenlemelerle kuramayacağından az gelişmiş ülkelere taşır ve buradaki işbirlikçileriyle kirliliğe devam eder. Çoluk, çocuk demeden insanları zehirler ama istihdam yaratmıştır diye avunulur. Yerel yöneticilere verdiği rüşvetle kirliliği yasal hale getirir.
Sermaye zehirler, kirletir ama kendisini değil.
Ama sanayi bir yönden de yeşil teknoloji yardımıyla saldığı ya da yaydığı kirlilikleri yakalamaya çalışır. Son zamanlarda çok moda olan ve kimi uygulamalara neden olan karbondioksit yakalama teknikleri okyanusta damla gibidir. Karbondioksit yakalama ya da stoklama iki yoldan yürütülür. 1, kaynağında yakalama; 2, atmosferde yakalama. Bu ikinci olanağın yapılabilirliği çok zordur. Birinci olanak ile kimi denemeler yapılmakta ise de maliyeti artırdığından sermaye pek yanaşmaz. Her sanayi yapmalıdır ki sonuçta kirlilik azalsın. Ayrıca yakalana karbondioksit saklanmalıdır ama nerede? Nasıl? Aynı nükleer çöpler gibi sorun yaratır. Toprak özelliğine bağlı olarak her yerde saklanamaz. Kaçak olsa da pek sorun olmaz ama maliyeti artırır. Ayrıca aynı yerde yapılması zor ise karbondioksit salımlarını taşımak gerekir ki bu da ayrıca sorunlu olup yine maliyeti artırır.
Sanayinin yaydığı gazlar (karbon, kükürt, azot dioksit gibi) asit yağmurlarına neden olurlar. İskoçyalı kimyacı Robert Angus Smith ilk kez 1872 yılında tanımını yapmıştır ve 80’li yıllarda önemli ölçüde asit yağmurları Avrupa ve Amerika’da görülmüştür. Almanya’da Kara Ormanı asit yağmurları mahvetmiştir. Yağmur, kar, sis, çiy ve kuru parçacıklar halinde yeryüzüne düşerler, doğayı ve insanı zehirlerler. pH değeri 7’den düşük olup ağaçları, bitkileri, okyanusları, akarsuları ve buralarda yaşayan canlıları etkiler, zehirler. Binaların sıvalarını ve arabaların boyalarını etkileyerek yaşlandırır.
Sanayinin yarattığı bir diğer kirlilik ise “Sonsuz kirlikler” adı verilen PFAS’lardır yani per ve polifloroalkillerdir. Bunlar 4000’e yakın kimyasal bileşen olup yaşamımızın birçok alanında yer alırlar ama biz pek göremeyiz. 1950’li yıllardan beri sanayide, tekstil sektöründe, gıda ambalajlarında, kozmetik sanayinde, tarım ilaçlarında yapışkanlığı önleyici (tavalarda örneğin), su geçirmezlik alanında bolca kullanılır. Avrupa’da 2011-2021 yılları arasında yüzde 220 artış göstermiştir ve meyve (çilek, şeftali, kaysı) ve sebzelerde (salatalık, hindiba, domates) bolca bulunur. En çok Hollanda’da (yüzde 29), Belçika’da (yüzde 27), Avusturya ve İspanya’da (yüzde 22) sebze ve meyvelerde rastlanır.
Tarım kirliliği kullanılan tarım ilaçlarından, gübrelerden kaynaklanır ve toprağı, suyu, yer altı sularını, akarsuları ve deniz ve gölleri kirletir. Tarım çöplerinin yarattığı yeşil yosunlar deniz canlılarını öldürdüğü gibi kimi insanlar da zehirlemektedir. Tarım yaydığı metan gazıyla iklim değişikliğini büyük ölçüde katkıda bulunur.
Ulaşım, nakliye kirliliğini ise her gün yaşıyoruz. Kimi devasa kentlerde ulaşım kirliliğinden dolayı göz gözü görmüyor ve maske ile dolaşıyor insanlar. Yayaların ve bisiklet kullananların trafiğin yoğun olduğu saatlerde ana caddelerden uzak yerlerdeki sokaklarda yürümeleri, kullanmaları öneriliyor.
Sera gazı salımında ilk sırada yer alan ulaşımda en çok kirletenler özel arabalar (yüzde 45) olup sonra sırasıyla TIR’lar ve otobüsler, hafif ticari araçlar ve motosikletler gelir. Yaydığı ince zerreciklerle solunum yolları ve kalp hastalıklarına neden olur. Dünyayı bir uçtan diğerine dolaşan konteynır taşıyıcılar hem havayı hem de suları, balast sularını bırakarak kirletir
Maden kirliliğini ise son yaşadığımız İliç altın madeniyle gördük. Toz, duman, maden artık kalıntılarının yarattığı ve binlerce insanını ölümüne ve sakatlanmasına neden olan kirlilik dışında siyanürün kullanılması doğayı ve özellikle akarsuları önemli ölçüde tehdit eder. Maden şirketi kendi ülkesinde yaratamayacağı kirliliği az gelişmiş ülkelerde yaratır ve altın sözüyle kandırır.
Hizmetler sektörü de kirlilik yaratır. Örneğin 24 saat ve haftada yedi gün çalışan veri merkezleri. 2022 yılında dünya genelinde çalışan 6000’e yakın veri merkezi vardır ve tükettiği enerji dışında (dünya elektrik tüketiminin yüzde 2-3 arası) kirliliğe de neden olurlar. Bu hem sayısal kirlilik hem de tükettiği enerjinin kaynağına göre (kömür, gaz, petrol) kirlilik yaratır. Veri merkezlerinin soğutulması için önemli miktarda su da gerekir ve ortalama olarak üç hastanenin bir yılda tükettiği suyu tüketirler. Veri merkezlerinin kurulması büyük ölçüde nadir metallerin kullanılmasına yol açar ve bu metallerin elde edilmesi büyük ölçüde kirlilik yaratır.
Çöp mafyası ise kirliliğin ticaretini yapar. Kırda tarlada, akarsu kenarlarında, kentin kenar semtlerinde kaçak çöp alanları yaratarak, özelikle zehirli ve tehlikeli çöpleri dökerek para kazanır. En çok sevdiği çöp ise inşaat çöpleridir ve kamyonlarla taşınarak doğaya dökülür.
Sonuçta kirlilik her yerde. Sanayi devriminin başlamasıyla giderek yoğunluk, artış kaydeden kirliliğin nedenleri de artış göstermiştir. Nedenlerden çok sonuçlarla ilgilendiğimizden daha çok nasıl korunuruz diye sorgulama yapıyoruz. Oysa bu felaketi yaratanın kimler olduğunu unutuyoruz. Kolektif tartışmayla kapitalist sistemin yarattığı ve bedelini ödemediği ya da nedenini ortadan kaldıramadığı ve kaldırmak istemediği bu kirliliği aşmak ve sağlıklı, temiz bir çevre yaratmak mümkün.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.