mahir çayan, biraz daha farklı bence. birçok sol gruba ilham kaynağı olan, sonraki kuşağın en önemli referans kaynakları arasında bulunan kesintisizler için, aynı dönemde dünyanın farklı yerlerinde ortaya çıkan ve silahlı mücadeleyi temel alan akımların türkiyelisi demek yanlış olmaz
üstünden yarım yüzyıldan fazla zaman geçmiş kızıldere’nin. 30 mart 1972, ortak tarihimiz açısından bir dönemin sonu. bir devrimciler kuşağının en parlak unsurlarının imhası sürecinde çok önemli bir nokta.
“anıları mücadelemizde yaşayacak” kaybettiğimiz hemen herkes için kullandığımız bir ifade. ama o kuşağın öncüleri gerçekten sonraki yıllara da damga vurdu, hem anıları hem izleri sonraki kuşakların mücadelesinde yaşadı, bu çizgiyi benimsemeyenler de ilerleyen yıllarda o kuşağa kayıtsız kalamadı; yukarıda ortak tarihimiz dememin sebebi bu. sadece on’ların değil, hepsinin, anıların ötesinde bir anlamı olduğuna inanıyorum, bu yazıyı bunu anlamaya çalışmak için yazıyorum.
farklı örgütlere ve akımlara işaret eden bu üç isim içinde en kolay, en yaygın kabul gören, “kitapsız” olan deniz gezmiş ve arkadaşları. ölümlerinden sonra yaygınlaşan, hüseyin inan’ın kaleme almış olduğu türkiye devriminin yolu broşürü, daha sonra belirleyici hareketler açısından bir referans olmasa da, metnin türkiye’yi iktisadi toplumsal yapısını anlama konusundaki şaşırtıcı çabası dikkat çekici.
ibrahim kaypakkaya, kapsam, hacim ve özgünlük açısından hikmet kıvılcımlı ile kıyaslanabilecek müktesebatıyla bu toprakların tarihini, mevcut durumun anlamaya çalışmış. aynı dönemde örgütsel anlamda epeyce etkili olmuş bulunan başka figürlerin, örneğin mihri belli’nin bu tür bir katkısı olmadığını da düşününce, bu genç adamların yola hazırlıklı çıktıkları anlaşılıyor.
günümüzde karşımıza çok çıkan ve esasen marksist-leninist literatürün tefsirine dayanan yazıları göz önüne alınca bu çabanın değerini daha iyi anlıyorum.
mahir çayan, biraz daha farklı bence. birçok sol gruba ilham kaynağı olan, sonraki kuşağın en önemli referans kaynakları arasında bulunan kesintisizler için, aynı dönemde dünyanın farklı yerlerinde ortaya çıkan ve silahlı mücadeleyi temel alan akımların türkiyelisi demek yanlış olmaz. nitekim, almanya’da kızıl ordu fraksiyonu, italya’da kızıl tugaylar 1970’te, abd’de kara panter partisi 1966’da, weather underground 1969’da, japon kızıl ordusu 1971’de, filistin halk kurtuluş cephesi 1967’de kurulmuş.
mahir çayan’ın yabancı dil bilmesi ve paris’te kısa da olsa zaman geçirmiş olması bu yapılara aşina olabileceğini düşündürüyor ama daha büyük bir ihtimal dönemin ruhunun farklı ülkelerde benzer fikirlerin neşet etmesine sebep olmuş olması.
dönemi belirleyen siyasal gelişmeler, abd’nin vietnam’ı işgali ve buna karşı yürütülen mücadeleler, batı ve güney-doğu asya’daki ulusal kurtuluş mücadeleleri, abd’de siyahların mücadelesi…
burada andığım türkiye ve farklı ülkelerden örgütler, ulusal kurtuluş mücadelelerinin teorisyenleri ve şehir gerillası üzerine düşünmüş, eylemiş ve yazmış olan carlos marighella da dahil olmak üzere çok çeşitli kaynaklardan beslendiler.
günümüzde, kimi politik yapıların tedrisatının, bir sovyet askerinin, reichstag’a diktiği kızıl bayraktan ötesine pek geçmediği göz önüne alındığında, örneğin almanya’da faşizmle hesaplaşmanın raf’ın öncelikleri arasında olduğunu da hesaba katınca, kesintisizler’in ve diğer yol arkadaşlarının ellerinde çok zengin bir kaynakçayla yürüdüklerini görüyorum.
çayan’ın yanıldığı, eksik bıraktığı noktalar var tabii. bence bunların içinde en belirleyici olan, 15-16 haziran gibi olağanüstü bir direnişe rağmen, işçi sınıfının belirleyici rolünü göz ardı etmesidir. ama halkın ve sınıfın politizasyonunun devrime dönüşebilmesinin anahtarı olan suni denge teorisi paha biçilmez değerde. buna katılmamak mümkün tabii ama o zaman, devasa zor aygıtıyla baş etmeye nasıl kalkılabileceği konusunda başka bir yol, yöntem önermek gerek.
sanırım 2000’li yıllardan beri, kendi kuşaklarında birer politik simge olan deniz gezmiş, mahir çayan ve ibrahim kaypakkaya için “bugün yaşasaydı, ne yapardı, ne olurdu” hatta “kime oy verirdi!” gibi spekülasyonların yapıldığını görüyorum. kendi adıma şundan eminim, bugün de oy vermezlerdi. o gün oy verecek olsalar o dönemki tip’te dururlardı, bugün oy verecek olsalar bir kopuş yaşamış olurlardı. daha önemlisi şu bence; yaşamazlardı. onları değerli kılan tek şey ölümle ilişkileri değil, buna birazdan değinmeye çalışacağım ama çıktıkları o yolda uzun yaşanmıyor; geçenlerde, almanya’da ele geçirilen raf savaşçısı daniela klette 65 yaşına ulaşmış ama örgütün feshinden sonra sadece geçimini sağlamak üzere eylem yapmış!
ama füruzan’ın onları anlatmaya çalıştığı romanın adıyla anarsak “47’liler”in pratiği, tartışmalarda bazı fikirleri savunmak değil, bizzat hayata geçirmek olmuş.
ibrahim kaypakkaya ile ilgili bir parantez açmak istiyorum, uzun ve işkenceli bir sorguda, önce ayak parmaklarını kaybedip sonra can verdiğinde yıl 1973’tü, 12 mart fırtınası son bulmasa bile hafiflemişti, sadece bir yıl sonra, ecevit ve erbakan hükümeti genel af çıkarttı.
öleceğini bile bile yola koyulmak, yürümek kolay iş değil. bu zorluğu göze almış bir kuşak bu. ama onları buna indirgemek -ki çok yapılıyor- yukarıda andığım sebeplerle eksik olur. şunu da hatırlatmak isterim, 12 mart’ı izleyen yıllarda, yani “1980 öncesinde” türkiye’nin farklı yerlerinde, bir günde daha fazla sayıda insanın faşistler tarafından katledildiği olmuştur. bu insanlar, ölümü göze alarak, devrimci/solcu/ilerici kimliğini, o ateşten gömleği sırtlarına geçirmekten çekinmediler. onları da bu cesarete indirgemek haksızlık olur. şuna da işaret etmek istiyorum, cesaret kadınlarda en az erkekler kadar yaygın. ama yiğitliğin bu kadar önemsenmesi erkek düşünce dünyasına has.
mahir çayan’ın fikriyatı da “devrim yolu, engebelidir, dolambaçlıdır, sarptır…”dan ibaret olmadığı gibi bununla tanımlanamaz da.
thko, thkp-c ve tkp/ml-tikko’nun öncü kadroları imha edildi ama ideolojik hegemonyaları sürdü. aliya izzetbegoviç’e mal edilen o cümledeki gibi, onları toprağa gömenler tohum olduklarını bilmiyordu.
tekrar on’lara dönmek istiyorum. çünkü önlerine koydukları şehir gerillası fikri ve pratiğinin daha sonra hak ettiği kadar düşünülmediğine inanıyorum. parti cephe’nin kısacık ömründe, iki noktanın öne çıktığını düşünüyorum; bunlardan politik olan emperyalizmi hedef almak, “teknik” olan da eylemsel süreklilik.
ardılları konusunda tartışmak bu yazının işi değil ama “seksen öncesi”ni belirleyen sivil faşist güçlere karşı aktif savunma ile parti-cephe’nin yapmaya çalıştığı şey, yani emperyalizmin temsilcilerini hedeflemek, sonuçları ve bir devrimi inşa etme açısından aynı etkinlikte olabilir mi? iki kuşak arasında arasında kayıplar ve cesaret açısından pek bir fark yok ama siyasal hat ve iddianın neye odaklandığıyla ilgili bir mesele var.
geçen yıllar bize, savaş örgütünden demokratik kitle örgütlerine, yasal partiden stk’lara kadar uzanan farklı örgütlenme biçimlerinin birbirinin yerine ikame edilemeyeceğini, hepsinin bir arada işlevli olabileceğini gösterdi.
bugün kesintisizler sadece tarihimizin parçası mı olacak yoksa hâlâ başvurabileceğimiz bir fikriyat mı? bunun kararını henüz vermedik bence.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.