8 Mart günü ise, 8 Mart’ta aslında birlikte sokağa çıkacak olduğumuz Merve için yürüyorduk
Merve’nin erkek şiddeti ile katledilmesinin üzerinden 1 hafta geçti. Onu tanıyanlar, kadın mücadelesi içerisinde yolu kesişenler hala gerçek olduğuna inanmakta güçlük çekiyor. Bu ülkede her gün erkek şiddetini ensemizde hissederek yaşıyoruz. Her gün sokağa çıkarken savunma yöntemlerimizi aklımızdan geçiriyoruz, sıkça birbirimize hatırlatıyoruz. Aslında yukarıdan aşağıya örgütlenen erkek şiddetinin her an yanı başımızda olduğunu bildiğimiz halde yine de Merve’nin ölümü ile bu gerçeklik yüzümüze tekrar tokat gibi çarptı, çok acı bir tokattı bu. 8 Mart’tan bir gün önce, birlikte sokağa çıkacağımız kadınlardan biri aramızdan alınmıştı. Çok uzaklarda, göremediğimiz, ulaşamadığımız bir kadın değil.
7 Mart sabahı, her 8 Mart haftasının klasik yoğunluğu içindeki sabahlardan biri. İsyanımızın rengini, coşkusunu sokaklara taşıyacağız. Işıltılı dövizler hazırlanmış, ışıltılı bir isyanı, öfkeyi sokaklara taşımak için. Tüm coşkumuzun az sonra boğazımıza düğümleneceğinden habersiz gece yorgunlukla yarım bıraktığım basın metninin başına geçiyorum. Metin biraz ilerlemiş, “…ama en çok da en yakınımızdaki erkekler tarafından öldürülüyoruz.” cümlesine nokta koyduğumda Yenice’de Merve isminde bir kadının eski polis eşi tarafından vurulduğu, hastanede olduğu haberi geliyor. Soyadını hatırlamadığım, eski eşinin mesleğine dair fikrim olmayan Merve aklıma geliyor bir takım tariflerden. Fiziksel özellikleri, hareketliliği, öğrenim durumu ile ilgili bilgiler soruyorum haberi bize taşıyan arkadaşa.. “Kadın eylemlerine katılan birisi mi Merve” diyorum ve hıçkırıklara boğuluyorum aldığım yanıtla. Yarım saat sonra ise kaybettiğimiz haberini alıyoruz. Yarın için yapılan coşkulu hazırlıkların yerini acı bir yas ve öfke kaplıyor. Önce donuyorum. Hiçbir eylemi örgütleyecek takat kalmıyor bedenimde. Ama sonra her zamanki gibi öfkem ağır basıyor.
Merve’yi çok az tanıyorum ama bir isyanda yan yana yürümek, birlikte slogan atmak, bir kadının sorununa birlikte dokunmak kadınlar arasında güçlü bağlar kuruyor. Ben de Merve’yi 2015 yılında Özgecan isyanında tanıdım. Çok genç ve cesur bir kadındı. Yenice’de yapılan eylemlerin en önündeydi, eylemlerin örgütleyicisiydi. Büyükşehir kanunundan sonra mahalleye dönüşen beldesinde sosyal olarak gerilemeyi dert ediyor, beldenin sosyal ve kültürel olarak yeniden canlanması için kafa yoruyordu. Birlikte sohbet ediyorduk. Ama en çok da kadınların hayatları için Yenice’nin ilerlemesini istiyordu. Kadınları bir araya getirmek için çabalıyordu. Kadınlarla birlikte örgütlediğimiz buluşmalarımız da olmuştu. Daha sonraları sık görüşemedik Merve ile. Ama bu geçen süre içerisinde seyrek de olsa telefonlaşırdık. Beni hep bir kadının dayanışma ihtiyacı olduğunda arardı fikir alışverişi için. O son zamanlarına kadar hep kadın dayanışması içerisinde olmuştu. Merve’yi çok az görüyordum ama Yeniceli kadınların onu çok iyi tanıdığını biliyordum. O bütün kadınların derdini dert etmişti ama kendi derdini açmamıştı hiçbirimize. Çok zordur çünkü kadınların yarasını açması, hepimiz bir biçimiyle kendi hayatlarımızdan biliyoruz. Feminist mücadele içerisinde iktidara kafa tutan, polis barikatına yüklenen kadınlar kendi maruz kaldıkları manipülasyondan, aile baskısından bahsetmekte zorlanabiliyor bazen. Devlete karşı bile direnen “güçlü” bir kadın şiddete maruz kaldığını ifade etmekten çekinebiliyor. Çünkü maruz kaldığımız şiddet ve tahakküm biçimleri deneyimlerimizle edindiğimiz bilgilerimizi maskeleyebiliyor. Oysa ister barikatın önünde direnelim, ister evdeki erkeğe karşı direnelim aslında birbirimizden güç alıyoruz. Bu gerçeği bilsek de yaşadığımız şiddeti, travmalarımızı açmakta zorlanabiliyoruz. Bu zorluğun altında anlaşılamama, güçsüz görünme gibi kaygılar yatabiliyor. Özel hayatı açmak konusunda sahici bağlara, güven ilişkisine, kızkardeşliğe ihtiyaç duyuyoruz. Ama bu kızkardeşlik patriyarkal düzende aynı ortak duyguyla ortak mücadele vermenin ötesinde bir kızkardeşliği yani birbirimizi yakından tanımayı, güvenmeyi gerektiriyor özel alanımızı açabilmemiz için. Yanı başımızda, kadın isyanlarından tanıdığımız bir kadının erkek şiddeti ile aramızdan alınması belki biraz da bu gerçeğe dayanıyor ama bunu öğrenemeyeceğiz maalesef. Bu gerçeği bilerek, asla ne yaparsak yapalım kurtulamıyoruz algısına kapılmamalıyız. Aksine daha fazla örgütlenerek, bu örgütlülükler içerisinde birbirimizle daha fazla temas ederek, daha fazla güven ilişkisi kurarak hayatlarımızı ve birbirimizi koruyabiliriz. Ve tabii ki asıl kurtuluşun bu düzenin değişmesi olduğunu bilerek.
Merve kadın mücadelesinden dolayı yasal olarak ne yapması gerektiğini biliyordu ve yapmıştı da. Merve uzaklaştırma kararı almıştı boşandığı polis memuru Mustafa Yıldır ile ilgili. Ancak bir gün önce bitmişti uzaklaştırma. İşe gitmek üzere evden çıktığı 7 Mart günü uzaklaştırma kararını da uzatacaktı Merve yakınlarının anlattığına göre.
Tam uzaklaştırma kararının bittiği gün devletin koruyamadığı Merve polis memuru Mustafa Yıldır tarafından devletin silahı ile katledildi. Feray Şahin’in polis memuru Burak Aykul tarafından katledildiği gibi. Feray’ı katleden katil bugün tutuklu olsaydı, genç bir kadının ölümüne sebep olan uzman çavuş Musa Orhan tutuklu olsaydı, yani Merve’nin savunduğu İstanbul Sözleşmesi uygulanıyor olsaydı Merve bugün hayatta olacaktı belki. Merve’den bir gün sonra eski eşi astsubay Seçkin Ergü tarafından katledilen doktor Feray Balkan da… Devlet bizlerin şiddet gördüğü “kutsal aile”leri korumak yerine kadınları korusa bugün pek çok kadın aramızda olacaktı.
Uzaklaştırma kararının bittiği gün Merve’nin öldürüldüğünü düşündüğüm her an, onun belinde devletin silahı ile görevine devam eden bir erkek tarafından katledildiğini hatırladığım her an öfkeden deliriyorum. Sadece ben değil, Yenice’de, Tarsus’ta onunla aynı sokaklardan geçen, birlikte yürüyen, birlikte slogan atan, birlikte dava takip eden, onu tanıyan, tanımayan tüm kadınlar çok öfkeli. Bu öfke 7 Mart ve 8 Mart’ta kadınların gözyaşlarına karışan sloganları ile sokakları sardı.
Merve’yi son yolculuğuna uğurladığımız gün Merve de bizler için son görevini yaptı adeta. Son kez, onu omuzlarında taşıyan kadınların isyanını ateşlemişti Yenice sokaklarında. Özgecan isyanının en ön saflarında olduğu gibi.. Hayatına dokunduğu, yaşamak ve yaşatmak için birlikte mücadele ettiği kadınların omzunda kendi isyanının sesiydi bu defa Merve. Onun bize son göreviydi ama bizim ona son görevimiz değildi. Ona söz verdik o mezarlıkta, isyanının sesini sokaklara taşıma sözü verdik, katledilen her bir kadının her bir kirpiğinin hesabını sorma sözü verdik.
8 Mart günü ise, 8 Mart’ta aslında birlikte sokağa çıkacak olduğumuz Merve için yürüyorduk. Acılıydık, öfkeliydik, şaşkındık. Hala da şaşkınız. Kızgınız. Keşkeler oluyor elbette. Keşke daha çok tanısaydım, keşke daha sık görseydim. Bu keşkeleri bir yana bırakıp etrafımızı şiddetle çevreleyen bu erkek düzeni değiştirme amacımıza odaklanmalıyız. Merve’nin annesinin “Her şey bununla başladı, bununla bitti” diyerek yaktığı “beyaz” gelinlikte simgeleşen bizlere biçilen rolleri, aile içinde maruz kaldığımız türlü sömürü ve şiddet biçimlerini üreten patriyarkal düzenle hesaplaşmalıyız. Merve’nin katili bu erkek düzeni! Yaşamak için, yaşatmak için bu erkek düzeni yıkmak zorundayız. Bunun için birbirimize daha fazla yaklaşmalı, birbirimiz arasındaki bağları güçlendirmeli, daha fazla örgütlenmeliyiz. Birbirimiz ve hayatlarımız için…
Ve kimsenin durup ince şeyleri düşünmeye vaktinin olmadığı yerde “Nasılsın?” diye soracağız birbirimize. Çünkü birbirimizin ardından değil, birbirimizin yanında özgür bir yaşam için doldurmak istiyoruz sokakları. Merve’nin son paylaşımlarından biri de öldürülen kadınların adlarının olduğu anıt sayaçtı dediler. Anıt sayaçta bu kadar kadın ismi yeter!
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.