Harro, kendine biçtiği rolü “Truva Atı” kavramıyla özetliyor; yani sızma. İşkencenin ardından serbest kalınca kararını veriyor ve izini kaybettiriyor. Suret-i haktan görünerek Nazilere yaklaşıyor. Askeri okula yazılıyor. Ailesinin geçmişinden de yararlanarak sonunda Alman Hava Kuvvetleri Merkez Karargahı’nda görev almayı başarıyor
Harro ile Libertas, İletişim Yayınları’nın Faşizm İncelemeleri dizisinden, Tanıl Bora çevirisiyle yayımlandı. İlk basımının 2021’de yapılması kitabı eskimiş kılmıyor; bilakis Türkiye’de, hatta dünyada -ne yazık ki- güncelliğini koruyacak bu ve benzer çalışmalar.
Anlatılan gerçek bir hikayedir. Harro’nun kardeşi Hartmut Shulze-Boysen Federal Almanya’nın Tokyo, Bükreş ve ABD elçiliklerinde diplomatik kariyer yapar ve ağabeyi Harro’nun “Almanya’nın kolektif hafıza kültürüne” dahil edilmesi için yıllarca çabalar. Ve Şansölye Helmut Kohl’den, “saygımızı hak ediyor”, “direnişin varisi hukuk devletidir” gibi sade suya tirit cevaplar alır (age. s. 367-368). Yazar Norman Ohler, “direnişin varisi hukuk devletinin” unutuluşa terk ettiği, pek de anmak, kayda geçirmek istemediği anti-Nazi direnişin kenarda köşede kalan bir sayfasını aralıyor.
Ohler, 30 Ağustos 2017’de Berlin-Wannsee’de (Berlin’in büyük göllerinden biri) Hans Coppi adlı yaşlı bir tarihçi ile buluşur. Zayıf, uzun boylu, dinç bir ihtiyar, söylendiğine göre babasına benziyormuş. Babası onu bir defa annesinin kucağında görmüş; ilk ve son görüşme… Ohler, H. Coppi ile buluştukları gün, “Bugün Harro’nun tutuklanmasının tamı tamına yetmiş beş yıl sonrası” notunu düşüyor. Buluştuğu Hans Coppi’nin anne-babası da Harro’nun grubundan, birlikte tutuklanmışlar. Annesi hamile olduğu için idamı ertelenmiş. Doğum yaptıktan sonra minik oğlan, anne ve babası bir defa kısaca görüşebiliyorlar. Oğlana babasının adını veriyor annesi ve küçük Hans birkaç gün sonra anne babasız kalıyor… Demokratik Almanya’da üzerine titrenerek büyütülüyor Hans. Doktoralı bir tarihçi oluyor. Bu arada anne babasından geriye kalanları da topluyor. 1991’de açılan Sovyet arşivlerine de giderek -diğer şeylerin yanı sıra- anne babasının izini sürüyor. Ohler’in kitabı büyük oranda Hans Coppi’nin klavuzluğuna ve sağladığı bilgilere, belgelere dayanıyor. (age.s.16)
N. Ohler, özel olarak tarihsel bağlam-arka plan üzerinde yoğunlaşmıyor, bazı hatırlatmalar kitabın kıymetlendirilmesine yarar sağlayacaktır. Almanya, -SSCB ve ABD ile birlikte- 20. yüzyılın kaderini tayin eden ülkelerden biridir. 1919-23 çalkantılı döneminin devrimle sonuçlanmaması -pekala mümkün olan devrim “nesnelliğe” değil, “öznelliğin yetmezliğine” yenildi- sadece Almanya’ya değil, dünyaya faşist hareketin yükselişini “armağan etti”. Komünist ve sosyal demokrat hareketlere bölünen güçlü Alman işçi hareketinin 1929-33 aralığında, kendisine kıyasla çok daha güçsüz olan Nazilerin yükselişini durduramaması ise Hitler’in iktidarına ve 60 milyon ölüye mal olan insanlık tarihinin en büyük boğazlaşmasına…
Harro ve Libertas’ın öyküsü bu tarihsel bağlamda şekillenir. 1933’te 23 yaşında genç bir adamdır Harro, Libertas ise 19 yaşında çiçeği burnunda bir genç kız. Harro’nun babası Kayser Wilhelm zamanında firkateyn komutanlığı yapmış önemli bir deniz subayıdır. Libertas ise aristokrat bir aileden geliyor. Dedesi, Kayzer Wilhelm’in yakın dostu. Libertas, zamanın havasına kapılarak 1933 Mart’ında Nazi Partisinin Liebenberg teşkilatına üye oluyor (ag.s.55). (Bu üyelik sonraları çok işlerine yarayacak.) Özgür ruhlu, uçarı bir kadın Libertas, Almanya’nın gidişatından derin endişe duyuyor. Harro ile karşılaşması ve aşık olmaları yeni ufuklar açıyor önüne. Bu arada ikisi de gizleyip saklamadan özgür aşka inanıyor ve inandıkları gibi yaşıyorlar. Yargılanmaları sırasında savcılığın suçlama vesilesi yaptığı yaşam tarzlarının arkasında ikirciksiz duruyorlar. Özetle toplumun kreması olmayı ellerinin tersiyle itip, kaderlerini ezilen, sömürülen sınıflarla birleştiriyor, Almanya’nın demokratik ve sosyalist geleceği için kavgaya atılıyorlar.
Harro; delifişek, zeki, etkileyici, özgür bir ruh. Parlak bir üniversiteli, çağına, ülkesine, dünyanın kaderine, hayatın özgürlük ruhuyla yeniden inşasına tutkuyla bağlı. Kestirmeden giderek kafamızda bir imge canlandırabilmek için 68’in isyan ruhunun otuz küsur yıl önce parlayıp sönmesi olarak tarifleyebiliriz Harro’nun etrafında şekillenen hareketi. Fark var tabii; 68’in parlayıp sönmesinin ötesinde bir kararlılığın timsali Harro ve arkadaşları, belki de RAF ’ta ifadesini bulan militanlığın öncü(l)leri onlar. “Almanya’nın ilk ortak yaşam komünlerinden biri (olan) Kreuzberg’de sekiz odalı bir daire. Mobilya yok, her şeyi paylaşıyorlar; çamaşırı, yemeği, parayı. (Kendilerince) bir toplumsal devrim deneyi bu (…): kabuk bağlamış yaralara komplo, bağımsızlık, gençliğe özerk özgür bir yaşam, ihtiyar beylere karşı provokasyon, otonom gençlik ülkesi: sür’at-kıyafet-dil-grafik-küçük harfle, dümdüz bir üslup, Wilhelm devrinin sıkıcılığından geriye kalmış her şey çöpe!”; mottoları bunlar (age. s. 36). (Harroların Kreuzberg’deki komün evlerinden 90 küsur yıl sonra 2024’te otuz yıldır yeraltında olan RAF militanı Daniela Klette aynı mahallede yakalandı. Bazı Alman gazeteleri, “Türkiyeli göçmenlerin ve solcuların mahallesi Kreuzberg ‘teröre’ yataklık ediyor” mealinde haberler yaptılar.) Gegner (Hasım) adında bir dergi çıkarıyorlar. Satış rakamları beş bine ulaşıyor. Gegner bir forum alanını andırıyor, her görüşe yer var sayfalarında; sadece bir tartışma platformu değil, -sonraları çok işlevli olacak- geniş bir ilişkiler ağının merkezi Gegner. Okurlarla, katılımcılarla tartışma akşamları çok canlı geçiyor. Berlin’deki tartışma akşamları hızla Frankfurt, Darmstad, Weisbaden, Offenbach, Heidelberg, Manheim, Hamburg, Stuttgart, Karlsruhe, Saarbrücken, Inssbruck, Leipzig’e yayılıyor (bkz. s.43, 20 no’lu dipnot). B. Brecht, Alfred Döblin (Berlin Alexanderplatz romanının yazarı), İsviçreli düşünür Adrian Turel ve daha pek çok yazar, sanatçı ile görüşüyorlar ya da onlardan davet alıyorlar, hiçbiriyle uzunca yol yürüyemiyorlar. Onlardaki parıltı Naziler başta olmak üzere herkesin dikkatini çekiyor.
Nazilerin “ilgisine” geleceğiz, ama önce neden zamanın güçlü Alman KP’sine katılmadıklarına yanıt aramalıyız. Kitap bu konuyu ele almıyor, ayrıca ileride yollarının kesiştiği her eşikte komünistlerle yan yana yürüyorlar, yani bir “hasımlık” söz konusu değil. Peki neden katılmadılar ya da bu parlak ekibi neden kazanamadı komünistler? “Aktif okur namzetleri” olarak kitabın sormadığı soruların yanıtlarını biz arayabiliriz. “6 Kasım 1932 seçimlerinde Naziler ilk kez 4,6 puanlık oy kaybına uğruyorlar, KPD (Komünist Parti) oylarını 2,6 puan artırıyor. Hitler’in karargahında panik çıkıyor. Goebbels günlüğüne, ‘1932 yılı talihsizlik üstüne talihsizlikle doluydu, yıkılsın gitsin. Gelecek karanlık ve bulanık; bütün ümitleri yitirdik” diye yazıyor (age. s. 48). (İnsan yukarıdaki satırları okuyunca “Tariş-Çorum-Fatsa ile sarsılan 1980 Türkiye’sinde günlüğüne benzer satırları yazan devlet kodamanları olmuş mudur acaba?” diye düşünmeden edemiyor.) Nasıl oldu da “bütün ümitlerini yitiren” Naziler, 4-5 ay sonra bir daha terk etmemek -ya da 60 milyon insanın kanında boğularak terk etmek- üzere iktidara çöreklenebildiler? Dahası var. Birkaç ay sonra, Mart 1933’teki seçimlerde Berlin’deki oy oranları şöyle: Naziler yüzde 31, komünistler yüzde 30, sosyal demokratlar yüzde 22 oy alıyorlar. Biri reformist olan, ikisi de Marksist olduğu iddiasını koruyan bu işçi partilerinin toplam oyları Nazileri neredeyse -en önemli merkezde, Berlin’de- ikiye katlıyor. Ve çok değil birkaç hafta sonra bir daha bellerini doğrultamamak üzere yeniliyorlar!
Nedenleri burada tartışılamayacak kadar kapsamlı, sadece Harrolarda ifadesini bulan dinamiklerle KPD’nin buluşamamasının nedenlerini yukarıdaki tablo/sonuçlarda aramak gerekiyor. Kestirmeden ifade etmek gerekirse, bir tarafın burjuva demokrasisine imanı ve Sovyetik rejimden ölürcesine korkması, diğer tarafın bu ihanetten hareketle sosyal faşizm tezini icat ederek SPD’nin tabanındaki milyonlarca işçiye ulaşma kapısını kapatması ve her iki tarafın da Nazilere, onların şiddetini göğüsleyip-aşan bir şiddetle karşı koymaması, yılanın başını -haşa yılandan!- erkenden ezememesi 1933’ün ağır yenilgisini getirdi, sonrasında neler oldu biliniyor… Harrolar ve diğer pek çok inisiyatifin, “içeriden düzeltilmesi -neredeyse- imkansız” bu saçmalıkların parçası olmayarak kendi yollarında yürümeleri neden anlaşılmaz olsun ki?
Naziler iktidara geldikten bir ay sonra 26 Nisan 1933’te Harro bir arkadaşıyla birlikte tutuklanıyor (age. s. 62). Arkadaşı Henry Erlenger işkencede Harro’nun gözleri önünde öldürülüyor.
Bu olay Harro’nun hayatında dönüm noktası oluyor.
O andan itibaren kendini, “faşist iktidarı infilak ettirecek bomba” olarak tanımlıyor (age. 73). Ve soğukkanlı bir ifadeyle, “Almanya, yeterince fazla sayıda insan inançları uğruna ölmeye hazır olduğunda yeniden iyi olacak” diyor (age. s. 253). Nazi iktidarı koşularında başka türlüsü de mümkün değildi zaten…
Kitaba dağılmış materyalden bir çıkarım yapmak gerekirse, Harroların sosyalizm anlayışının liberter yanlar taşıdığı görülecektir. Genel teamül böylesi biz “çizgiden” bir, sert bir mücadele pratiği doğmayacağı; iki, SSCB ve Stalin deyince “tüylerinin diken diken olacağı” yönündedir. Harro ve grubu bu “teamülü” ters köşeye yatırıyor. Sosyalizm anlayışları fonda saklı kalmak kaydıyla, dönemin can alıcı sorunu olan Nazi rejiminin yıkılmasını temel politik görev sayıyorlar. Harro, “Namuslu insanları katillere çeviren bu sistemden Almanya’yı kurtarmak için ‘vatana ihanet’ etmenin görev olduğunu” söylüyor tereddütsüzce (age. s. 191). Durum tespiti ve görev tanımı kendiliğinden ortaya çıkıyor: Nazileri yerle bir edecek yegane kuvvet SSCB’dir ve SSCB ile işbirliğine gitmek günün temel devrimci görevidir. Bu görev tanımının kelleyi koltuğa almak olduğunu ayrıca vurgulamaya gerek var mı? Batı demokrasilerine zerrece güvenmiyor Harro. Babasına yazdığı bir mektupta, “İngilizlerin SSCB’nin parçalanmasında çıkarının olduğu ve bu amaçla Nazilerin Doğu’da yapacaklarına karışmayacakları aşikârdır” diyor (age. s. 147). Nazilerin SSCB ile 24 Ağustos 1939’da imzaladıkları saldırmazlık paktı Harroların grubunda tartışma konusu oluyor. “Bu ihanet değil mi?” sorusuna Harro serinkanlı bir analizle yanıt veriyor: “… bu bir saldırmazlık paktı değil, henüz-saldırmama paktıdır… Sovyetler sadece zaman kazanmak ve Almanları Batı’ya yöneltmek istiyor…Bu, Ruslara, yaklaşan dünya çapında kapışma için silahlanma imkanı sağlayan bir satranç hamlesi. Hitler kapitalist Batı’yı mahvedecek, sonra Stalin Hitler’i mahvedecek.” Moskova’nın planını böyle görüyor Harro (age. s. 176). Savaşın seyri hakkında Stalin’in serinkanlı analizi, bırakalım Harro’nun değerlendirmelerini 2005 tarihli Der Spiegel tarafından dahi teslim ediliyordu: “Sorun…Nazilerin stratejik planlarının kesinlikle gerçekçi olmaması ve aynı anda iki tavşanın peşinden koşmaları idi: hem petrol (Kafkasya’ya sarkmak) hem de Moskova’yı kuşatmak.” (age.s. 328)
Harroların politik stratejisini anlamak için bu kadarı yeterli.
Peki nasıl örgütlendiler, neler yaptılar? Biraz da bunlara bakalım.
Harro, kendine biçtiği rolü “Truva Atı” kavramıyla özetliyor; yani sızma. İşkencenin ardından serbest kalınca kararını veriyor ve izini kaybettiriyor. Suret-i haktan görünerek Nazilere yaklaşıyor. Askeri okula yazılıyor. Ailesinin geçmişinden de yararlanarak sonunda Alman Hava Kuvvetleri Merkez Karargahı’nda görev almayı başarıyor. Sevgilisi Libertas ise ailesinin saygınlığından ve Nazi partisi üyeliğinden yararlanarak Alman Kültür Filmleri Sanayii’nde iş buluyor. Sarsılmaz bir irade, kararlılık, çelik gibi sinirler olmadan bu işlerin başarılamayacağı açıktır…
Libertas’ın masasına her gün doğu cephesinden askerlerin gönderdiği dehşet verici fotoğraflar düşmeye başlıyor. Askerlerle mektuplaşarak fotoğrafların hikayelerini netleştiriyor. Ve oluşturduğu arşiv ölümünden on yıllar sonra 1990’larda Hamburg Sosyal Araştırmalar Enstitüsü’nün düzenlediği “Alman Ordusunun Cinayetleri” temalı serginin öncüsü oluyor. Sergi, “Katliamları Naziler yaptı, ordu masumdur” tezini yarım yüzyıl sonra yerle bir ediyor. 1940’larda boynu baltayla vurulan güzel Libertas, on yıllar sonra bile faşizme karşı savaşmaya devam ediyor…
Harro ise çok daha fazlasını başarıyor. 10 Ocak 1941 günü SSCB’yi çökertmek için Nazilerin tasarladığı Barbarossa Harekatı’nın planları Harro’nun Hava Kuvvetleri Karargahı’ndaki masasına düşüyor. “Harro biraz sonra Arvid’i Leningrad, Viborg ve Kiev’in bombalanmasıyla ilgili planların tamamlandığıyla ilgili bilgilendiriyor, Kızıl Ordu’nun takviye ve yedek sevkini engellemek için tahrip edilecek köprülerin listesini veriyor.” (age. s.186) Tahmin edilebileceği gibi Harro geniş ilişkiler ağı üzerinden efsanevi Sovyet istihbarat örgütü Kızıl Orkestra ile bağ kurmuştur, Arvid bu yapının elemanıdır. Harro bununla yetinmiyor, Napolyon’un Rusya seferi metaforuyla Nazilerin seferinin başarısızlığa mahkûm olduğunu anlatan bir illegal metin yazarak grubu eliyle dağıtılmasını sağlıyor Berlin’de (age. 187). İlettiği bilginin nasıl değerlendirildiği ile ilgili Harro’nun ne düşündüğünü öğrenemiyoruz kitaptan. Buna karşın kitabın yazarı N. Ohler’in görüşü oldukça net: “(Harro’nun gönderdiği bilgiler)…Kremlin’deki bir toplantıda masaya konuyor. Ne var ki Stalin kafasını sallıyor: Propaganda! Nazilerle anlaşmanın o yıl sonuna kadar dayanacağından emin…2279/M kodlu gizli dosyanın sayfa kenarına… ‘bu adam enformasyon kaynağı değil, dezenformasyon kaynağı J. St.” notu düşüyor (age. s. 194). Yazar N. Ohler bu kadar kesin bilgiyi nasıl edindi? Kaynak olarak Hans Coppi’nin Moskova arşivlerinde 1990’larda yaptığı araştırmaları gösteriyor (66 no’lu dipnot). Doğru-yanlış tartışması yersizdir, kesin olan tek şey Sovyet liderini “Kızıl diktatör” olarak anan yazar ile hikâyesini anlattığı Harro’nun Stalin hakkındaki görüşleri taban tabana zıttır.
Harro’nun grubunun müttefiklere verdiği diğer hayati bilgi, Kuzey Denizi’ndeki gemi trafiğiyle ilgilidir. Hitler’e karşı SSCB ile ittifak kurmak zorunda kalan Batılı devletler Sovyetlere ciddi miktarda yardımda bulunurlar. (Yardımların kapsamlı bir dökümü için bkz. age. s. 244. Ayrıca “emperyalistlere selam verdin işbirlikçi oldun” meselelerinin farklı bir bakışla değerlendirilmesine -ve eleştirilecekse de gözetilmesi gereken hususları/bağlamı göz ardı etmeden eleştirmek için- emsal/vesile olmalıdır söz konusu ittifak.) Nazilerin bu gemi güzergahını deşifre ettikleri de Harro’nun masasına düşer. Britanya Savunma Bakanı Eden, “Alman direnişinin yokluğundan” yakınan demeçler verirken, Harro, İngiltere ile ticaret yapan ABD’li bir iş adamıyla İngilizleri uyarmak için toplantı halindedir (age. 244-245).
Adanmış ve yetenekli bir insanın neler yapabileceğinin çarpıcı örneğidir Harro, hakikatten “Nazi rejimini infilak ettirecek bir bomba” haline getirmiştir kendini.
Gruba gelince. “Yüz elliden fazla sanatçı, yazar, hekim ve akademisyen, işçi ve memur, asker ve subay, öğrenci bir araya gelmiş durumda: Muhafazakarlar, komünistler, sosyal demokratlar, hatta eski Naziler, ama ağırlıkla partisizler, Katolik ve Protestanlar, Yahudi kadın ve erkekler, ateistler, soylular ve yoksullar, lise son öğrencileri ve dedeler… Neredeyse yarısı kadın. Berlin’deki yedi arkadaşlık ve direniş çevresi amorf bir örgü oluşturuyorlar; yukarıdan aşağı bir örgütlenme ilkesi bulunmayan, kuralları tüzüğü olmayan, üyeleri, organları ve hiyerarşisi olmayan bir derleme hareket. (…) Harro’nun görevi, farklı küreler arasında aracılık yapmak ve direniş ağacını daha da büyütmek üzere canlı tutmak.” (age. s. 222-223)
Neler yapıyorlar? Onu da Nazi belgelerinden öğrenelim: “Soruşturmacılar, illegal faaliyetin çeşitliliği karşısında şaşkınlığa düşmüş vaziyetteler. Muhtelif bildiriler, Nazi Cenneti pullama eylemi (değineceğiz buna-bn.), Yahudi kaçaklara destek, İspanya İç Savaşı’na müdahale, yeni insan devşirmek için “vahşi partiler”(?), zorla çalıştırılan savaş esirlerine dönük çok dilli bir dergi -Hitler imparatorluğunda şimdiye dek böyle bir şey olmamıştı, ondan sonra da olmayacaktı. Başta varsayılan dar casusluk çevresini çok aşıyor iş.” (age. s. 310-311)
Kritik cümle bu sonuncusu zaten; onlar dar anlamıyla casus değil, devrimci eylemcilerdir, hayatlarına anlam veren şey bu. Bu kadar kritik istihbarat imkanlarına sahip bir grubun aynı zamanda sokaklarda bildiri dağıtması, parklarda çalıştırılan savaş esirlerine gizlice yiyecek, sıcak bir selam, moral veren iki sözcük fısıldamaları “akılcı/akıllı” bir bakışla “ihtiyatsızlıktır”; devrimcilere göre ise mücadelenin, insan olmanın anlamı… Bu “hayalperestler” sadece istihbarat toplayıp sokaklarda bildiri dağıtmakla yetinmiyor, güçlü entelektüel birikimleri sayesinde Nazi sonrası Almanya için anayasa taslağı bile hazırlıyorlar. Ve Nazi Almanya’sının kasvetine inat neşelerini, yaşama sevinçlerini yitirmiyor, eğlenmekten hiç de geri durmuyorlar.
8 Mayıs 1942’de Nazi propaganda makinesi Berlin’de “Sovyet Cenneti” temalı devasa bir sergi açıyor. Amaç cephede ölen bir milyon Alman askerinin halkta yarattığı hoşnutsuzluğu “propagandayla” bastırmak. Dokuz bin metrekarelik grotesk sergi, “Moğol akınlarının devamcısı Yahudi-Komünist SSCB’nin ne olduğunu” halka göstermek istiyor (age. s. 242). Sergide basit pullamalar yaparak Nazilerin maskesini düşürmek grupta tartışma konusu oluyor. “Yapmayalım” diyenlere Harro, “Şimdi harekete geçmezsek hiçbir zaman geçemeyiz” diyerek itiraz ediyor ve katılım gönüllülük esasına göre saptanıyor. Sekiz çift öpüşe koklaşa sergi alanında dolaşıyor ve fırsat buldukları her anda küçük pulları yapıştırıyorlar etrafa. Üzerinde şunlar yazıyor: “Kalıcı sergi /NAZİ CENNETİ – Savaş- Açlık- Yalan- Gestapo! Ne zamana kadar?” (age. s. 246). Ertesi gün binlerce Berlinli görüyor pullamaları, Naziler çılgına dönüyor! Roma Tarihi Profesörü Werner Krauss da sevgili rolü yaptığı arkadaşı Ursula Goetze ile birlikte sergiyi pullarla donatanlar arasındadır… (age. s. 249)
Harrolar bu eylemde yalnız değildir. Onlardan habersiz Herbert Baum ve arkadaşları da el yapımı bir bomba yerleştirirler sergi alanına. Komünist, sosyal demokrat ve Yahudi gençlerden oluşan Baum grubu yakalanır. Baum işkencede ölür. 28 arkadaşı ise sonraları Nazi rejimi tarafından katledilir (age. s. 242). (Baum hakkında kitapta 134 no’lu dipnot dışında bilgi yok. Wikipedia’da Herbert Baum maddesine bakılabilir.)
Anlatılanlar gençlere karanlık bir çağın hikayeleri gibi gelebilir. Bizim kuşağımızın aklına ise; 1980-90’larda üniversite bahçesine danışma masası kurduğu için okulun üçüncü katından atılarak öldürülen (Seher Şahin), pankart astığı için kurşunlanan (Erdal Balcı), bildiri dağıttığı için vurulan 19 yaşındaki üniversiteli (Murtaza Kaya), yasal dergi dağıttığı için Alibeyköy’de kurşunlanarak öldürülen 17 yaşındaki çocuk, Kürdistan’da yasal gazete dağıttığı için satırla doğranan onlarca insan geliyor… Anlatılan “bizim hikayemiz” bir bakıma…
Artık noktalayalım.
Berlin’deki bir elemanlarının yakalandığını öğrendikleri halde diğer departmanı bilgilendirmeyen Sovyet istihbaratının ihmali sonucu grup yakalanır (age. s. 258). Birbirlerine tam bir bağlılık, yüksek moral ve iç huzuruyla ölüme giderler. Grup üyelerinden Kurt Schumacher’in son sözleri; “Alman halkı en beterinden esirgensin isterdik. Küçük grubumuz dimdik ve cesurca mücadele etti. Özgürlük için cehdettik ve korkak değildik. Hepinize teşekkür ediyorum. Son ana kadar kuvvetli olalım!” olur (age. s. 249). Harro’dan kalan ise bir şiir, son dizeleri şöyle: “ Son sözler/İp ve giyotin değil/Ve bugünkü hakimlerimiz/kıyamet mahkemesi değil!” (age. s. 248)
***
Peki Nazi artıklarına ne oluyor?
“Nazi Manfred Roeder CIA için çalışıyor.” (age. s. 368)
“İşkenceci Horst Kopkow İngiliz istihbaratı M-16’ya çalıştı. İngilizler Kopkow’a “Peter Cordes” sahte kimliğini ihdas ederek savaş sonrasında Almanya’ya istihbarat görevlisi olarak gönderdiler.” (age. s. 368-369)
“Şansölye Konrad Adenauer’in girişimiyle esir tutulduğu SSCB’den serbest bırakılan Friedrich Panzinger 1955’te Federal Almanya’ya geldi ve hiç gecikmeden Federal Alman İstihbarat Teşkilatında işe başladı.” (age. s. 369)
“Bizzat Harro’nun işkencecisi Johannes Strübing 1950’lerde Alman Anayasayı Koruma Teşlkilatı’nda iş buldu!” (age. s. 369)
Bunlar binlerce örnekten birkaçı. Batı demokrasilerinin onlarca yıldır sürdürdüğü anti-Hitler şeytan taşlama ayini sadece faşizmi üreten kapitalizm bataklığını aklamakla kalmadı, kılıç artığı binlerce Nazi’nin (ABD, İngiltere, Almanya ve Latin Amerika ülkelerinde) “demokratik devletlerin” hizmetine koşulmasını perdeleyen sis bombası da oldu. Zamanın anti-komünist mücadelesi için Nazilerin tecrübesine ihtiyaçları vardı ve eski Nazileri istihdam ederek daha ilk günden demokrasilerini faşizmle “aşıladılar”, bilhassa ABD-CIA-NATO şahsında faşizmin organik mirasçıları oldular.
***
Nazilerin işkence biriminin adını okuduğumda, moda tabirle “şoke oluyorum”: “Derinlemesine Devlet Polisi Sorgusu!” (age. s. 283) 12 Eylül günlerinde Ankara’da “Derinlemesine Araştırma Laboratuvarı” (DAL) adlı işkence biriminde sorgulanan Sırrı Süreyya Önder ve nice devrimcinin kulakları çınlasın… Tesadüf tabii, tamamen tesadüf
***
Yine uzadı yazı. Zaten kaş yapayım derken göz çıkardık, günümüz okuru, “e özetlemişsin kitabı, niye okuyalım ki?” diyebilir, haklı da olur, niye okusun ki? Bırakalım kitabı, bu kadar uzun bir irdeleme yazısını okumaya bile gerek yok. Elon Musk yakında “bilgi hapları” üretecekmiş. Dört draje alırsanız Tolstoy’un Savaş ve Barış’ını sular seller gibi yutacaksınız. Kapital biraz zahmetli, uykuya dalmadan önce birer draje almak gerekiyor sekiz gün boyunca.
Ayrıca böyle kitaplara ihtiyacımız yok bizim, yakında sandığa gömeceğiz diktatörü, Harro’ymuş, Libertas’mış, ne gereği var, değil mi ama?
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.