Bahar’ın yıllardır değer görmeyen “karşılıksız sevgi ve şefkati” kendisini yeniden inşa ederken değerli bir hazineye dönüşür. Toplumsal olarak değer görmeyen kimi özelliklerimiz, zayıflık olarak gördüğümüz yanlarımız bizi güçlendiren araçlara dönüşebilir
Televizyon kanalları “Gerçek bir hikayeden alınmıştır” diye tanıtılan dizilerle dolu. Bu diziler gerçek hikayelerden mi alınmıştır bilmem ama Bahar dizisi bu ülkede yaşayan kadınların gerçek hikayesi. Toplumsal cinsiyet rolleri ile kuşatılmış hayatlarımızda kimimiz çok sevdiğimiz mesleğimizi bırakırken, kimimiz annelik ile hayallerimiz arasında sıkışırken, kimimiz mutsuz olduğumuz ilişkilerden çıkmakta zorlanırken “Bahar”ız.
Yayımlandığı ilk günden bu yana bir yandan erkeklere duyduğumuz öfkeyi tekrar tekrar açığa çıkarırken, bir yandan da etrafına örülen duvarları darmadağın ederek kadınların içine su serpiyor Bahar. Pek çok kadın kendi hikayesini gördüğünü anlatıyor onu izlerken. Kimi çok sevdiği kuaförlük mesleğini bırakmış “aşk”la soslanmış “kutsal anne” yalanlarıyla.. Kimi öğretmenlik mesleğine hiç başlayamamış çocuklara bakacak kimse olmadığından… “Fedakar” babalar ise onları çok sevdiğinden gecesini gündüzüne katıp çalışmışlar ailelerini daha iyi yaşatmak için. Bu sırada kariyer basamaklarını tırmanmışlar bütün gün evde -ne kadar yorulabilir ki- olan kadınların ütüledikleri gömleklere özenle seçtikleri kravatlarla. Bahar, hem bu yalan masalın hem de uyanışın öyküsü…
İlk yayımlandığı gündem bugüne Bahar dizisindeki her bir bir diyalogda patriyarkayla yeniden yüzleşiyoruz. Daha dizi ilk bölümünde şöyle başlıyor. “Hepinizden önce başlar bizim mesaimiz. Eve hep yorgun argın gelecek kocalar, bütün gün koşturacak çocuklar, siz; hepiniz uykudayken biz başlarız….Bilmezsiniz o gömlek ne ara ütülendi. O battaniye ne ara kaldırıldı. …Zamanı boldur dersiniz örneğin ama bilmezsiniz biz zamanla yarışırız. Bütün gün evdesin dersiniz. Evet biz evde ömrümüzü sizin için harcarız.” Bu giriş bile görünmeyen emeğimizi anlatmak için başka cümle kurmaya gerek bırakmıyor. O bütün gün oturduğumuz söylenen “ev”lerde annelik ve kadınlık görevimiz kutsanıp, emeğimiz değersizleştirilerek ömrümüz harcanıyor.
Toplumsal cinsiyet rollerine kafa tutarken bazen de farkında olmadan biz değersizleştiriyoruz bakım emeğini. İlk bölümde Bahar’ın en yakın arkadaşı ile geçen diyalog bir başka ders niteliğinde. “Neden başarılı kadın, güçlü kadın deyince hep çalışan kadınlar örnek gösteriliyor. Evlat yetiştirmek, ailesine bakmak neden başarıdan sayılmıyor. Ve sen bunu yaparsan ev işleri ile dalga geçen erkeler ne yapmasın. Her seferinde eleştirdiğin benim hayatım” diyor Bahar tıp fakültesinde birlikte okuduğu, onun için kaygı duyan, kariyerinin zirvesinde olan kadın arkadaşına. Evet bazen bize yüklenen rollere itiraz ederken farkında olmadan kadınların ev içindeki emeğini biz de değersizleştirebiliyoruz. Yani tabii ki ev işlerinin üstümüze yıkılmasına avazımız çıktığı kadar bağıralım ama işe itiraz etmekle o işi değersizleştirme arasında ince bir çizgi var ve o çizgiye dikkat etmediğimizde bakım emeğimiz de, o emeği verirken harcadığımız ömrümüz de değersizleşiyor herkesin gözünde. En kötü olanı ise kendi içimizde de kendi değerimizi yitirmemiz. Yani özsaygıyı. Özsaygı kendimizi iyi şeylere layık görme, karşıdan gelecek olumsuzluklara karşı kendimizi savunmayı hak görmektir. Özsaygımızı yitirmemiz tahakküm dolu ilişkilerden çıkmamıza engel olur. Bazen de çok sevdiklerimizi korumaya çalışırken onun kararlarına, sınırlarına saygı göstermeyerek biz de onun özsaygısına, özgüvenine zarar veririz istemeden. Belki istemeden de olsa kızarız Bahar’lara… Belki de kızarken kendi içimizdeki Bahar’larla da hesaplaşıyoruzdur.
Bahar, Tıp Fakültesi’nde iken istemeden hamile kalması sonucu evlenmek zorunda kalan, çocuklarıydı, eşinin ebeveynlerinin hastalıklarıydı derken çok sevdiği doktorluk mesleğini yapamadan 20 yılını ailesine harcayan bir kadın. Aynı fakülteden mezun olan Timur ise başarılı, parlak bir cerrah olarak kariyer basamaklarını tırmanıyor. Bahar’ın yani hepimizin ev içinde harcadığı emek toplumsal olarak değersiz görüldüğünden Bahar da ailesi tarafından sürekli değersizleştiriliyor. Timur’dan daha yüksek puanla tıp fakültesini bitiren Bahar çocuklarının mesleği hakkında fikrini söylediğinde bile “anlamadığın konulara karışma” şeklinde azarlanıyor Timur tarafından. Bahar’ı izlerken birileri tarafından sürekli emeğinin, varlığının, aklının değersizleştirilmesi ile bir kadının özgüveninin nasıl zamanla azalıp yerle bir olduğunu görüyoruz. Ve sonrası kendine reva görülen hayatı kabul etme.
Ama bir kadının içerisindeki direnişçinin ne zaman çıkacağını bilmezsiniz. Bahar’ın içindeki direnişçiyi kimsenin beklemediği gibi… Hiç beklenmedik bir olayla uyanır Bahar. Karaciğer yetmezliği tanısıyla yoğun bakıma kaldırılıp ölümle burun buruna geldiğinde o çok sevdiği Timur’un ciğerinin beş para etmediği gerçekliğiyle karşılaşır. Tek uygun donör olan Timur Bahar’a ciğerinin küçük bir parçasını vermez. Son anda bir donör bulunmasıyla hayata dönen Bahar artık “uyanmaya” hazırdır. Timur’la işi bitmiştir artık Bahar’la ilgilenecektir.
Ve Bahar etrafına örülen duvarları yıkmaya başlar tek tek. Kendi hayatının merkezinde kendisi vardır artık. Timur’un, kayınvalidesinin karşısında artık her isteklerine boyun eğen, itaatkar Bahar yoktur. Onlar bundan hiç memnun değildir ama Bahar’ın özgüvenle koyduğu sınırları aşmak o kadar da kolay değildir artık. Kendisinin de verdiği emeğin de değerini yeniden anlamıştır.
Hastaneden çıktığının ikinci gününde Timur’un kredi kartlarını deliler gibi harcayınca Timur iyice paniklemiştir. Ama Bahar yıllardır ödenmeyen emeğinin karşılığını bir günde almak istercesine kararlıdır. Şu sözlerle hesaplaşır Timur’la “Gururuma mı yediremedim acaba senin kazandığın parayı harcamayı ya da kendi kazanmadığım parayı harcamak garip mi geldi bana. Ama ben de çalıştım sonuç olarak. Yok onun takım elbisesi, yok onun sabahlığının ütüsü, yok çorabınızdı, gömleğinizdi… Eve geldiğinizde stres duvarı gibi karşıladım hepinizi, göğsümde yumuşattım. Bunların hepsi ekstra mesaiye giriyor artık. Bundan sonra böyle. Hak ettiğim gibi yaşayacağım yani.”
Kuafördeki kadınların içindeki öfkenin tercümanı olmuştur Bahar. Alkışlarlar içlerinin yağının eridiğini söyleyerek. Gerçekten de kamusal alanda kadınların her türden özsavunma eylemi birbirini güçlendirmiyor mu? Bazen bir erkeğe ağzının payını veren, bazen tacizcisini döven kadın hepimize güç vermiyor mu?
Dört duvarı aşan Bahar hayallerinin peşine düşer. 20 yıl sonra gizlice TUS’a hazırlanır ve kazanır. Soyadını değiştirerek Timur’un cerrah olarak çalıştığı oğlunun ise asistan olarak çalıştığı hastaneye başvurur ve Timur’un tüm engelleme çabalarına rağmen asistan olarak kabul edilir. Timur’un 20 yıl evde uyguladığı psikolojik şiddet hastanede de sistematik olarak devam eder. Sadece Timur mu? Timur’un aynı hastanede çalışan cerrah sevgilisi, iş arkadaşlarının bir kısmı da…iş yaşantısında duygusal olması, diğer asistanlardan yaşça büyük olması ve rengarenk giysileri kimi iş arkadaşları tarafından alay konusu olur, mobbinge maruz kalır. Oysa bu özellikleri Bahar’ın en güçlü yanlarıdır aynı zamanda. Duygusal yönü yıllarca aile içinde duygusal dengeyi sağlama çabasından doğru gelişmiştir. Bu özellikleri bir yandan da hastane de kimi meslektaşları ve hastalar açısından bir fark yaratır. O kasvetli hastane odalarında Bahar’ın renkliliği hayatın ışıltısını hatırlatır.
Yıllarca özgüveni yerle bir edilen Bahar düşe kalka hayallerine tutunmaya, kendini yeniden inşa etmeye çabalar. Bahar’ın ayaklandığını, yürümeye başladığını şaşkınlıkla karşılayan Timur ve Timur’un annesi konfor alanlarının sarsılmasıyla Bahar’a her fırsatta çelme takmaya kalkar. En çok da çocukları ile sınamaya kalkarlar Bahar’ı. Bahar kendi yolculuğunda en çok anneliği ile hayalleri arasında sıkışır. Ancak kararlıdır. Kızına doğum gününde bıraktığı mektupta kızların kaderinin annelerine benzediğini söylüyorlar demişti. Kızına çocukları için hayallerinden vazgeçen bir anne mirası bırakmak yerine ona bir kadının direnişini miras bırakmak istiyordur Bahar. Babasının aşağıladığı resim hayalinden vazgeçmemesi için ona hediye ettiği rengarenk kalemler gibi… Babalarının manipülasyonları ile yıllarca annelerinin farkında olmayan çocukları anlıyordur onu, hatta oğlu hastanedeki en büyük destekçisidir.
Kadınların kırk ceketi olur hepsini üst üste giyer derdi Bahar’ın annesi. Bahar’ın da üstüne giydirdikleri kat kat ceket onu öyle bir an gelip yormuştur ki istifaya kalkışır. Ancak hayata döndürdüğü bir hasta Bahar sayesinde “karşılıksız sevgi ve şefkatle” tanışarak hayata tutunduğundan Bahar’ın da yeniden hayallerine tutunması için bir yol açar. Bahar’ın yıllardır değer görmeyen “karşılıksız sevgi ve şefkati” kendisini yeniden inşa ederken değerli bir hazineye dönüşür. Toplumsal olarak değer görmeyen kimi özelliklerimiz, zayıflık olarak gördüğümüz yanlarımız bizi güçlendiren araçlara dönüşebilir. Travmalarımız kendimizi savunduğumuz araçlara dönüşebilir, Bahar’ın karnındaki yarası gibi…
Televizyonlar sürekli olarak entrikalar içinde şiddete uğrayan kadınlarla doluyken ne de çok ihtiyacımız varmış Bahar’a. Onun patriyarkaya karşı o esprili meydan okuması hepimizi güçlendiriyor, içimize su serpiyor. Çünkü hepimiz bir gün bir yerde Bahar’ız. O zaman kapı komşumuz Bahar’a ve içimizdeki Bahar’a sımsıkı sarılalım.
Uyanmaya hazır mısın?
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.