Akademisyene, gazeteciye çile çektirmeye, çile çektirerek yola getirmeye yönelik anlayış bitmeden, dünyadaki vahim örnekleri eleştirmek komik oluyor
Koca bir ülkenin çözüm sürecine, silahsız çözüme, barışa inandırılması için onlarca heyet kurulmuş, Türkiye turuna çıkartılmış.
Aylarca, hükümetin bilgisi dahilinde HDP heyetleri İmralı’ya gitmiş, oradan aldıkları mesajları Kandil’e taşımış.
7 Haziran seçimi öncesinde HDP’ye defalarca, “Seçime parti olarak girme, bağımsız adaylarla gir, yoksa sonucu kötü olur” mesajları iletilmiş, kamuoyu önünde bile bu çağrı yapılmış.
HDP’nin 7 Haziran seçimi öncesindeki son mitingi olan 5 Haziran Diyarbakır mitinginde bombalar patlamış.
7 Haziran seçiminde AKP ilk kez tek başına iktidar olma fırsatını yitirmiş, anlamsız ve nafile bir koalisyon görüşmeleri süreci başlamış.
MHP lideri Devlet Bahçeli, daha seçim akşamı, bugünlerin işaret fişeğini yakarak bütün koalisyon ihtimallerine kapıları kapatmış.
Suruç’ta bomba patlamış, onlarca genç ölmüş. Canlı bombaların nasıl serbestçe gezebildiği ortaya çıkmış.
Ceylanpınar’da iki polis yataklarında öldürülmüş, bugüne kadar katiller bulunamamış!
Böyle bir ortamda “hendek operasyonları” adı altında askeri operasyonlar düzenlenmesi kararlaştırılmış, öncesinde çözüm süreci sonlandırılmış…
Bir grup akademisyen de kentlerde yapılacak operasyonun olası sonuçlarını sert bir dille gündeme getirip, silahsız çözümde ısrar edilmesini isteyen bir bildiriye imza atmış…
* * *
Türkiye’nin içinden geçtiği süreçte, güvenlikçi paradigmanın bütün ülkeyi esir aldığı bir dönemde bazı sözler çok anlamlı değil elbette, biliyoruz.
Ancak sert, rahatsız edici bir dille ve kimilerini çok kızdıran cümlelerle de olsa bir grup akademisyenin o dönem imza attığı, “Bu suça ortak olmayacağız” bildirisi üzerinden yapılanlar akıl almaz…
Dahası, uzun yıllar ifade özgürlüğü üzerinden insanlara nasihat veren onlarca iktidar yanlısı köşe yazarının, gazetecinin de “ihanet” söylemiyle, “devlete laf söylüyor, örgüte laf söylemiyorlar” ezberiyle linç çemberine dahil olması…
Bütünüyle ifade özgürlüğü sınırları içerisinde kalan bildirinin yayımlandığı dönem, kimi akademisyenler gözaltına alındı, tamamının hakkında ceza davası açıldı… Kimilerinin kapıları işaretlendi, kimilerinin maillerine aylarca tehdit mesajları geldi.
Bula bula, “PKK’lı Bese Hozat böyle demiş, siz de böyle demişsiniz” üzerinden kurgulanan bir soruşturmanın ciddi ciddi yürütülmesi bile komikken, fişlemeden hedef göstermeye kadar uzanan bütün hukuksuzlukların hukuki gibi gösterilmesini açıklamak da mümkün değil.
* * *
Zaten tarihe “ayıp” olarak geçecek bu hadiselerden sonra, “buna şükür” denilecek bir noktada konunun kapandığı düşünülürken, 15 Temmuz darbe girişimi gerçekleştirildi.
OHAL kararnamelerine darbeyle ilgisiz insanların dahil edileceği ve bunun yapılmaması gerektiği konuşulurken, darbenin ve iktidar mücadelelerinin ucundan bucağından geçmeyen, yıllardır iktidar ve cemaat arasındaki çekişmenin mağduru olmuş barış akademisyenleri ihraç edilmeye başlandı.
Uzun süre bunun iktidarın tercihi olduğu konuşuldu. Tek merkezden emirlerin geldiği söylendi.
Ancak öyle olmadığı anlaşıldı.
İktidar, kendisine yaranmak için insanların hayatlarını çalan bir grup yöneticinin husumet dolu tercihlerine sessiz kalarak, suça ortak oluyordu sadece.
Bu nedenle ortaya garip bir tablo çıktı.
Bazı üniversitelerde akademisyenlere disiplin cezası verilmesi yeterli görülürken, bazıları yüzlerce akademisyeni ihraç etti.
* * *
Anayasa Mahkemesi kararına kadar bu garip tablo devam etti.
Anayasa Mahkemesi, bildirinin suç oluşturmadığını ve ihraç nedeni olamayacağını karar altına aldıktan sonra artık tartışmanın kapanacağını sanılıyordu.
Bu kez de önce idare sonra bölge idare mahkemelerinden çelişkili kararlar gelmeye başladı.
Kimi idare mahkemeleri akademisyenleri bağlayıcı AYM kararı uyarınca görevine iade etti, kimileri karara uymadı.
Bölge idare mahkemeleri ise iade edilen bazı akademisyenleri yeniden ihraç etti, bazıları hakkındaki kararı yerinde buldu.
* * *
Türkiye’deki üniversite sistemi bütünüyle tartışmaya açık.
Akademide kurulan küçük çeteler, birbirini kayırmalar, mobbing, cinsel taciz olayları, akademik yetersizlikler, babadan oğula koltuk devredilmesi, torpil…
Hak etmeyen binlerce kişinin üniversite kadrolarını doldurduğu zaten bütün mesafelerden görünüyor.
Bütün bunlarla mücadele edilmesi gerekirken, bir bildiri üzerinden insanların hayatını çalmak, yetmezmiş gibi, 7 yıl sonra bile hukuki olarak kazandıkları hakları yeniden ellerinden almak akıl almaz…
İktidarı, “şu kurumu da kapatın, bunu da lağvedin” diyen bir anlayış yönetiyorsa ve dediği her şey birebir yapılacaksa söylenecek söz kalmıyor zaten.
Ama hukuk devleti olamasa bile en azından kanun devleti olma iddiasını sürdürdüğünü savunan bir ülkede, bu yapılanları açıklamak olanaksız.
Yargının bir fikir birliğine vararak, bütün bunlara son vermesi mümkün… Artık geç kalınmış bu kararların bir an önce alınması gerekiyor.
Mezopotamya Ajansı editörü Gazeteci Sedat Yılmaz, geçtiğimiz günlerde tam 230 gün tutuklu olarak yargılandığı davada beraat etti.
Yılmaz’la aynı operasyonda gözaltına alınarak tutuklanan gazeteci Dicle Müftüoğlu, 306 gün cezaevinde tutulduktan sonra tahliye edildi.
Daha önce sadece Resmi Gazete’de yayımlanan bir kararnamenin görüntüsünü paylaştığı için tutuklanan ve 90 gün cezaevinde tutulan gazeteci Fırat Can Arslan, yargılandığı davanın ilk duruşmasında beraat etti.
T24 Yazarı Tolga Şardan’ın köşe yazısı nedeniyle, Dezenformasyon Yasası’nın yasanın çıkarılış amacına aykırı biçimde tutuklanması hatırımızda.
Savcıların ve hakimlerin, bu tutuklama kararlarına imza atarken, davaların beraatle sonuçlanacağı görmemeleri mümkün mü?
Gazetecilerin göz attığı ve “içi boş” dedikleri dosyaların gerçekten tutuklama nedeni olamayacağını anlamamaları söz konusu olabilir mi?
Artık bu peşinen cezalandırma uygulamalarına son verilmesi, cezaevinin bir tehdit aracı olmaktan çıkartılması gerekiyor.
Akademisyene, gazeteciye çile çektirmeye, çile çektirerek yola getirmeye yönelik bu anlayış bitmeden, dünyadaki vahim örnekleri eleştirmek de komik oluyor.
Kaynak: T24
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.