Herkesin hayatına dair çok şeyini kaybettiği bu tarihin ardından kentten göç eden yüz binler arasındaydım ben de. Sanırım Ankara’ya taşınma kararımız da bir şeyleri unutma adına oldu! Çünkü sarsılan sadece kent değildi, ama bedenlerimiz kadar ruhlarımızdı!
6 Şubat depremlerinden önce bana sorsalardı, “Nasıl bir hayatın var?” diye, “Fena değil” derdim! Haklısınız, hayatımın ederi konusunda kendisine hakkını teslim etmem gerek! Dinlerin, dillerin, kültürlerin kadim coğrafyası Antakya’da her gün rutine bağladığım o sabah kahvelerim, gazete ofisine geçmeden kahve eşliğinde yaptığım sabah sohbetlerim, Antakya’nın doğu yakasının yüzyıllık taş ve ahşap evleri arasında ilerleyen adımlarım, ara ara Instagram için kaydettiğim hikayelerim…
Haklısınız, güzel bir hayatım vardı, ta ki 6 Şubat’ın o her hatırladığımda yeniden sarsıldığım saatine kadar!
Herkesin hayatına dair çok şeyini kaybettiği bu tarihin ardından kentten göç eden yüz binler arasındaydım ben de. Antakya’nın biraz dışında, dağ eteğine yakın Gülderen’deki bir yayla eviydi, ilk mola yerimiz. Oradayken de bitmeyen sarsıntıların bizde yarattığı travmayı bugün bile unutmuyorum. Sanırım Ankara’ya taşınma kararımız da bir şeyleri unutma adına oldu! Çünkü sarsılan sadece kent değildi, ama bedenlerimiz kadar ruhlarımızdı!
Peki, unuttuk mu?
Hayat, izin verdi mi unutmamıza?
Hayır…
2005 senesinden depreme kadar geçen sürede Antakya’da gazetecilik yapan biri olarak, sahip olduğum tüm deneyimime ve iş bitiren bir CV içeriğine rağmen, iş bulamadım o ilk zamanlar. Hiçbir başvuruma bir dönüş alamadım. Umut bağladığım insanlardansa umduğumu bulamadım.
Daha düne kadar, yaşadığı şehrin okuduğu bir haberciyken, deneyimsiz bir çaylakla bir tutulmanın ne demek olduğunu öğreniyorsunuz böyle zamanlarda. Onca sene inşa ettiğiniz kariyerinizi bir anda sıfırlayan olayların ardından etrafınıza baktığınızda, hiçbir şeyinizin kalmadığını, size o güne kadar destek verdiğini söyleyenlerin ise çok uzaklarda kaldığını fark etmeniz de çok uzun sürmüyor. En çok da, onca emek verdiğiniz, haber peşinde koştuğunuz gazetenin sahiplerinin, işverenlerinizin, sizi diğerleri gibi kaderin bir parçası kabul edip, yalnız bırakışına şahitlik ediyorsunuz.
Bu, ‘unutulmak’ da değil, ama ‘yok’ sayılmak!
Daha düne kadar, Hatay’ın kadın siyasetinde oldukça aktif bir rol alan bir arkadaşımın ifadesi, aslında depremin kentinde nasıl bir ruh haline gömüldüğümüzü anlatıyor, geride kalan bir senenin yalnızlığında… “Bu konteynerde günbegün çürüyorum, Tamer!”
Bugün bana, “Değiştin mi” ya da “Ne değişti” diye soracak olursanız, cevabımın daha iyi olabileceği konusunda size söz verebileceğimi sanmıyorum; ama halimiz, bu ülke gibi… Yoksulu daha yoksul bu ülke gibi! Siyaseti her geçen gün daha da kirlenen bu ülke gibi! Hukuk ve adaleti lime lime edilmiş bu ülke gibi! İnsan haklarından bihaber olanların, Anayasa ve değerleri üzerinde tepindiği bu ülke gibi! Depremin yakıp yıktığı şehrimin milletvekilini içeri atan, atmakla da kalmayıp, onu vekilinden eden, bunu da hukuku paramparça ederek yapan bu ülke gibi! 6 Şubat’ın o karanlık gölgesi hala üzerimizdeyken, enkazı altında yüzlerce insanın öldüğü bir binanın mimarını utanmadan bize öven bir belediye başkanını tepemizde ‘aday’ diye bırakıp hepimizi alay edercesine hiçe sayanlara ev sahipliği yapan bu ülke gibi! Yorgun ve yoksul hayatları toklar tarafından idare edilen, edilirken de açlık ve yoksulluk sınırının altına mahkum edilen bu ülke gibi!
Yok, tabii ki vazgeçmedim…
Hatay’da hala bazı haber sitelerine köşe yazılarımı gönderiyorum. Ankara’dan yaptığım gazeteciliği ise yurt dışı merkezli sürdürüyorum. Geride bıraktığımı da sanmayın şehrimi! Yazılarım, onlara dair çokça. Sosyal medya paylaşımlarım, bitmeyen sıkıntılara dair hatta.
Sanırım en güzeli de, Ankara’da bile olsa, beni okuyan Antakyalılara, Defnelilere rastlamak… Kimsenin kalemi olmamanın verdiği rahatlıkla bakıyorum gözlerine bugün de! O yüzden de Antakya’da noktaladığım Hatay gazeteciliğimin sayfasıyla, dün de bugün de gurur duyuyorum.
Evet, hayat bana 6 Şubat’ın ardından çok şey öğretti…
“Unutma, unutturma” demenin ne demek olduğunu en çok da!
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.