Madenin çalışmaya başlamasından 100 yıldan fazla bir zaman geçtiği halde her yıl yağan ilkyaz yağmurundan sonra maden deresindeki bütün canlılar hâlâ ölüyor. 2003 yılında Kadı Köy’deki 38 ölümün 28’inin akciğer kanserinden olduğu tespit ediliyor. Erkelerin yaş ortalamaları 55’i geçmiyor. Maden sahasında yeşil bir ot dahi bitmiyor
Erzincan İliç’teki siyanürle altın işletmeciliği, bir çevre felaketi olarak gündeme oturdu. Madende çalışan dokuz işçinin yaşamını yitirmesinin dışında maden yasaları, ÇED raporları ve güvenlik önlemleri vb. tartışmalar devam edip gidiyor. Tartışmaların temelini de ÇED raporları ve güvenlik önlemleri oluşturmakta. Sanki ÇED raporları uygun ve güvenlik önlemleri yeterli olmuş olsa siyanürle altın işletmeciliğinin insan yaşamı ve doğa üzerinde önlenemez olumsuz etkileri olamayacakmış gibi!
Bu yazımda siyanürle maden işletmeciliğinin İliç’te görüldüğü üzere yarattığı güncel tartışılan sorunlardan ibaret ve de gelip geçici olmadığını, yüz yıl sonra da devam edeceğini somut olarak göstermeye çalışacağım. Hem de İliç’in yanında bir laboratuvar deneyi kadar küçük bir örnek üzerinden.
Balıkesir Balya’da kurşun madeni çıkarılmasının tarihi oldukça eski. Osmanlı padişahı II. Mehmet (bilinen adıyla Fatih Sultan Mehmet) tarafından İstanbul’un alınması için kullandığı topların da Balya’dan çıkarılan kurşunlardan döküldüğü biliniyor. Fakat bu madenin bizi ilgilendiren hikayesi 1892 yılında Fransızlar tarafından kurulan, Türkçe adıyla Balya Karaaydın Madenleri Anonim Şirketi’yle başlıyor.
Balya’da madenin çalışmasıyla birlikte 1900 yılında belediye kuruluyor.
Maden bir köyden farksız olan Balya’yı Osmanlı’da saraydan sonra elektriğin ilk kullanıldığı yer haline getiriyor.
1930’larda 4 bin 500 işçinin çalıştığı Balya’nın nüfusu 25 bine ulaşıyor.
Sadece çevre köylerde değil, Laz’ından Kürt’üne akın akın insanlar iş için geliyor, ülkenin dört bir yanında umut oluyor, göç alıyor.
Balya; hastanesi, postanesi, altyapısı ve eğlence merkezleriyle zamanın modern yerleşim yerlerinden biri haline geliyor.
Çevre köylerin insanlarına “duman parası” adında maaş gibi düzenli para dağıtılıyor.
Madenin dumanı öyle bir haldedir ki, özellikle rüzgârın durumuna göre zaman zaman insanlar dışarıda nefes alamazlar ve evlerine kaçıp dışarı çıkamazlar. Taa ki rüzgâr dumanı Kadı Köy’ün (Balya’ya yakın maden işletmesinin kapsadığı yerleşim yeri) ve bölgenin üzerinden uzaklaştırıncaya kadar.
1925 yılında İstanbul’dan gelen bir profesör tabip, bir baytar ve bir ziraat mühendisinden oluşan ekip yaptıkları incelemelerde frengi hastalığının çok yaygınlaştığını, ani ölümlerin arttığını, bülbül ve kanaryanın bir günden fazla yaşayamayacağını raporlarında belirtmişlerdir.
Madenin Fransız yöneticilerinin kaldığı lojmanlarının hava sirkülasyonuna göre dumandan etkilenmeyen yere yapıldığının da belgelerde yer aldığı görülmektedir.
Balya kurşun ve çinko madeni zamanında dünyanın en modern işletmelerinden biri olarak biliniyor. 2003-2004 yıllarında tamamlayabildiğimiz, yukarıda linkini de verdiğim Balya belgeselinde madende çalışan Kadı Köylülerinden Hasan Özen’in anlattığına göre madenin işletilmeye başlamasıyla birlikte maden deresinden koyunlarını geçirirlerken dereden su içip ölmesinler diye acele ederlermiş. Daha ilk günlerden itibaren maden deresinde balıkların ve dereden su içen bütün hayvanların öldüğünü anlatıyor madende çalışan Kadı Köylü işçiler.
Fransızların işletmiş olduğu bu maden istenilen verim alınamadığı için 1939 yılında kapatılmış.
Şimdi gelelim, maden kapatıldıktan sonra geride bıraktığı sorunlara. Madenin çalışmaya başlamasından 100 yıldan fazla bir zaman geçtiği halde her yıl yağan ilkyaz yağmurundan sonra maden deresindeki bütün canlılar hâlâ ölüyor. Kendini suyun dışına atabilen kurbağa ve kaplumbağalardan başka kurtulan canlı kalmıyor.
Bütün balıklar ölüyor.
Dereden su içen kuşlar ölüyor.
Balıkların ölümü Manyas Gölü’ne kadar devam ediyor.
Hâlâ çevrede koyunlarda ve köylünün diğer hayvanlarında sebebi belirsiz ölümler sık sık yaşanıyor.
Maden çevresindeki köylerin tamamına yakını haritadan silinmiş durumda, tamamıyla terk edilmiş, boşaltılmış.
2003 yılında Kadı Köy’deki 38 ölümün 28’inin akciğer kanserinden olduğu tespit ediliyor.
Erkelerin yaş ortalamaları 55’i geçmiyor.
Maden sahasında yeşil bir ot dahi bitmiyor.
Yakın çevresindeki arazilerde mahsul yetiştirilemiyor.
Meyveler madenden öncesi gibi yetişmiyor.
Özellikle ağustos ve eylül aylarında maden bölgesi ve çevresinde genizleri yakan boğucu koku yüz yıl sonra da devam ediyor.
1959’da yılında milli park ilan edilen Manyas Kuş Cenneti’nin daha önce içilen suyu artık zehir saçıyor ve içilemiyor. Dahası artık bu suya girilemiyor bile. Kazara suya giren olsa cilt hastalıkları hemen kendini gösteriyor. Eski sazan ve yayın balıklarından eser kalmadığını balıkçılar söylüyorlar. Sonradan göle bırakılan İsrail sazanlarının bile tükenmek üzere olduğunu dile getiriyorlar. Manyas Gölü maden çayına 60 kilometre uzaklıktadır.
10 Temmuz 1998 yılında Çevre Bakanlığı’na yapılan müracaatlar sonunda Çevre Bakanlığı’nca yapılan incelemelerde “kaynağı belirlenemeyen siyanür mevcuttur” diye rapor tutulmuş, açıklama yapılmıştır.
11 Ocak 2002 tarihli İstanbul Teknik Üniversitesi’nce hazırlanan “Acil önlem alınmalıdır” başlıklı Balya Belediye Başkanlığı’na sunulmak üzere yaptıkları incelemelerin raporunda şu ifadeler geçmekte:
…Bu fevkalade bir gerçektir, 100 seneden beri Manyas Gölü’nü kirletmiş olan Balya kurşun madeni atık malzemeleri bundan böyle Manyas Gölü ile Balya arasında inşa edilmekte olan Manyas Barajı’nı çok daha bariz şekilde kirletecektir… Baraj gölündeki suyun asıl beslendiği Balya Deresi’nden gelen maden atıklarından dolayı göl ‘ihmal edilemeyecek’ bir şekilde asitli su olacaktır… Manyas Ovası ve köyleri bu asitli su ile sulanacaktır. Acil önlem alınmaldır…
Anayasa madde 56: “Herkes, sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahiptir. Çevreyi geliştirmek, çevre sağlığını korumak ve çevre kirlenmesini önlemek devletin ve vatandaşların ödevidir.”
* Uğur Sümer, yazar, yönetmen
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.