“Bana göre Halkevleri’nin üçüncü diriliş dönemindeki mücadele çizgisi geçmiş dönemlerdeki mücadele çizgisi ile benzeşiyor. Belki içeriği ve gündemi farklı, tarzı ve biçimi farklı… Ama kalkış noktası yine aynı; halk, halkın sorunları, halkla birlikte çözüm üretme çabası…”
Halkevleri’nin kuruluşunun 92. yıldönümünde Halkevleri Onursal Başkanı Abdullah Aydın’la geçmişten günümüze Halkevleri’nin mücadele çizgisi ve pratiğine dair konuştuk. Aydın, üçüncü diriliş dönemi olarak da adlandırılan 12 Eylül darbesinin ardından benimsenen politik hattı ve yürütülen mücadeleyi önceki dönemlerle bir süreklilik içinde ele alınması gerektiğine işaret ediyor. Mücadeleye yaklaşım ve politik hattın inşası sürecinde kalkış noktasının her zaman halkın sorunları, ihtiyaçları ve bu sorunlara halkla birlikte çözüm üretme gayretinin yattığına vurgu yapıyor.
Halkevleri’nin üçüncü diriliş dönemi bu topraklarda ne ifade ediyor sizce? Sonuçta ilk kuruluş dönemi gibi devlet destekli bir kurum değildi Halkevleri. Yeniden kurulurken, büyük zorluklarla kuruldu. Ama maya da tuttu. Sizce bu mayanın tutmasında en önemli faktör neydi?
Halkevleri ile ilgili bir değerlendirme yaparken öncelikle şunu önümüze koymamız gerekiyor: Halkevleri her dönemde bir halk örgütü oldu. Halkı o dönemki ilerici anlayış, siyasi tercihler ve siyasi beklentiler doğrultusunda biçimlendirmek ve bir toplumsal taban oluşturmak gibi bir temel işlevi vardı.
Üçüncü dönem tabii kolay olmadı. Çünkü birinci dönemde Halkevleri doğrudan sistem tarafından kuruluyor. Hiçbir sorun yok, her yerden destekleniyor. İkinci dönemde de ilk dönemki kadar olmasa da bir destek var yine. O dönem Halkevcilik yapan arkadaşlarımız için fazla bir sorun yoktu. Ama üçüncü dönem çok farklı. Üçüncü dönem, Halkevleri’nin artık sistemden koparılıp atıldığı, tamamen muhalif bir örgüt olarak nitelendirildiği bir durum var. Onun için ağır faşizm koşullarında yeniden ayağa kaldırmak, yeniden işleyen bir örgüt haline getirmek beraberinde bir çok zorluk da getiriyor.
Bu sadece Halkevleri için değil, 12 Eylül darbesinden şöyle ya da böyle zarar görmüş tüm emekten yana örgütler, sendikalar için de böyledir. Ama Halkevleri’nin burada bir özgünlüğü var. Halkevleri halkın sorunlarını kendisine dert edinen Halkevcilerin, devrimcilerin kendi olanaklarıyla, kendi emekleriyle, neredeyse tırnaklarıyla kazırcasına yeniden ayağa kaldırdıkları bir örgüttür.
Bu zor iş nasıl başarıldı? Bu süreci anlayabilmek adına üçüncü diriliş dönemini kendi içinde de üçe ayırmak gerekiyor. Bu alt dönemlerin ilki 1987 yılında mahkemelerle başlıyor. 1987’de mahkemede aklandı Halkevleri. Mevcut yöneticilerin örgütü yeniden işleyen bir hale getirmesi gerekiyordu. Halkevcilerin çoğu ister istemez cezaevine düşmüş. Ölen, yurtdışına giden veya somut koşullar nedeniyle artık Halkevcilik yapamayacak duruma gelen arkadaşlarımız vardı. Nerede neyimiz var, kim var, bunların araştırılması ve değerlendirimesi yapıldı. Böylesi bir toparlanma dönemi yaşandı. Tüzük değişikliği de bunun içinde tabii.
Bu kolay gibi görünüyor ama o koşullarda oldukça zordu. Büyük emek istiyordu. Bütün bölgelere aşağı yukarı yüzün üzerinde ziyaretler yapıldı. Yani gidip o bölgedeki Halkevciler bulundu, görüşüldü.
Ama gördük ki her şeyimiz yağmalanmış. 12 Eylül’den mahkeme sonuçlanana kadarki 7 yıllık süreçte kayyum yönetti Halkevleri’ni. Tam bir enkaz bıraktı kayyum bize. Şubelerin masa sandalyesinden tutun da televizyona kadar her şey yağmalanmış. Ortada hiçbir şey yok. Kayıtlar da yok, defterler de yok. Eşyalar MHP binalarından çıkıyor. Çok büyük bir matbaamız vardı örneğin. Bütün bakanlıkların evraklarını bile basıyorduk ücreti karşılığında. Kaynak yaratıyorduk oradan. Kayyum onu sattı, yok etti. “Vergilerini ödedim, işçilere alacaklarını ödedim” dediler. Hani çobanın “sel götürdü, kurt kaptı” hesabı var ya, aynı onun gibi. Bunun yanında yine çok güzel bir ses sistemimiz vardı. Fatsa Halk Şenliği’nde de kullanılmıştı. Onu da bulamadık, ulaşamadık.
1980 öncesinde, yani ikinci diriliş döneminde, o zaman ülke genelinde bayağı etkin olan bir siyasi hareketin, Devrimci Yol’un desteği vardı. Demokratik kitle ve kültür örgütüydü Halkevleri. O siyasi hareketin, Devrimci Yol’un yani, doğrudan yönlendirmesi yoktu, olması iyi de olmazdı zaten, ama Halkevleri’nin o dönemdeki sorunları neyse, o konuda yardımcı oldular.
Ama bu sefer öyle bir şey de yok. Yani tamamen yalnız kalmışsın, tamamen kendi başına. Olanak yok, kadro yok, kayyum paramızı pulumuz çarçur etmiş. Ulaşabildiğimiz 8-10 arkadaşın -çok da ulaşamadık yani- çabasıyla bir şeyler yapmaya çalıştık. Kimimiz emekli, kimimiz çalışıyor. Maaşlarımızdan, aylıklarımızdan artırıp kaynak yaratmaya çalışıyoruz.
Arkadaşların da çoğu kendi uğraşlarından dolayı dört dörtlük zaman ayıramıyordu. Ben kendi adıma o zaman biraz daha rahattım. Emekliliğim yaklaşmıştı. Fazla geçim derdim de yoktu. Onun için ben daha çok zaman ayırabildim.
Sonuçta bir yer olması da gerekiyor. Bir süre dost örgütlerin mekanlarını kullandık. İşte avukat arkadaşların yazıhanelerinde ya da sendikaların salonlarında veya bürolarında Halkevciliği yeniden güncellemeye çalıştık. Sonrasında bir yer tutuldu, üye kaydına başladık ve hemen şubeler açmaya başladık.
İlk açtığımız şube Ankara’da Keçiören Halkevi oldu. Sonra Mamak, İstanbul’da Sarıyer Halkevi, Büyükdere’de açıldı. Yine Ankara’da Dikmen Halkevi açıldı. İnsanlar da gelmeye başladı. Günde 200-300 insan geliyordu. Yaşlı kadınlar gelip örgü örüyordu. Geçmişi tartışıyorlardı. Devrimcilerle olan ilişkiler konuşuluyordu.
Bu kuruluş dönemi tamamlandıktan sonra yoğun bir tartışma yürüttük. Nasıl bir Halkevcilik gerektiğini tartışmaya başladık. Bu üçüncü diriliş döneminin ikinci alt dönemi sayılabilir.
Halkevciliğe dair yaptığımız tartışmada Halkevleri’ni bir kültür sanat örgütü olarak konumlandırmayı ve “siyasi işlere” fazla bulaştırmamayı savunan arkadaşlar da vardı. Siyasi konuları gündeme almayı, kültür sanat çalışmalarıyla halkı eğitmeyi ve halkın içindeki muhalefet dinamiklerini açığa çıkarmayı önüne koyanlar da vardı. Ben de böyle düşünüyordum. Diğer türlüsü Halkevleri’nin kendi varlığını yok sayan bir tutumdu zaten.
Ülke sorunlarını, cezaevlerinde yaşanan sorunları, savaş gündemlerini, zamları, açlığa ve yoksulluğa karşı mücadeleyi, halkın yaşam alanlarındaki yol, su, barınma gibi sorunları gündemimize aldık. Bunları yaparken de halkın desteğini kazandık. 1990’lı yılların başına geliyordu tarih de.
Üçüncü diriliş döneminin son alt dönemi ise bu süreçle birlikte gelişti. Halkevleri “halkın muhalefet evleri” haline gelmeye başladı. “Halkın hakları mücadelesi” de bu süreçte gündeme gelmeye başladı.
Üçüncü diriliş dönemi içerisinde çok özgün bir dönem hak mücadeleleri dönemi. Memleketin neredeyse dört bir yanında gecekondu yıkımlarına karşı, HES inşaatlarının doğayı talan etmesine karşı, işçilerin güvencesizleştirilmesine karşı mücadelelerde Halkevciler hep vardı. Hak mücadeleleriyle Halkevleri’nin tarihi arasında sizce nasıl bir bağlantı var?
Halkın hakları mücadelesi Halkevleri’ni ve Halkevcileri oldukça görünür kıldı. Hem halk nezdinde hem de ülkedeki demokrasi mücadelesi yürüten muhalif kesimlerde büyük bir sempati sevgi ile karşılandı. Toplumsal muhalefetin bütün gündemlerinde söz ve karar sahibi oluyorduk. Hemen hiç kimse Halkevleri’nin görüşünü almadan adım atmıyordu. Halkın hakları müdahalesi bizi böyle bir saygınlığa taşıdı.
Halkevleri tarihi içindeki yerine gelirsek… Bu mücadele hattının tarihimizle uyum içinde olduğunu söyleyebiliriz. ‘30’lu ‘40’lı yıllarda halkın okuma yazma sorunu vardı, aydınlanma sorunu vardı. Osmanlı toplum düzeninden, teokratik bir düzenden çıkılmış, eğitim çok geri kalmış. Kültür, sanat, tiyatro, müzik, halk oyunları ve benzeri insanı insan yapan, kişilik veren bu değerler, bu kültürel nitelikler yoktu. İşte Halkevleri o dönemde onları verdi halka.
Yine ikinci diriliş döneminde, ‘70’li yıllarda Halkevleri, o zaman dünyayı saran özgürlük, barış, eşitlik gibi değerleri sahiplendi. Halka bunları taşıdı, öğretti.
Şimdi de neoliberal politikalara karşı, yani sermayenin acımasız yıkım ve sömürü politikalarına karşı halkın itiraz ve dayanışma mekanizmalarını oluşturdu. Bana göre geçmiş dönemlerdeki mücadele çizgisi ile benzeşiyor. Belki içeriği ve gündem farklı, tarz ve biçim farklı… Ama kalkış noktası yine aynı; halk, halkın sorunları, halkla birlikte çözüm üretme çabası…
Halkın hakları mücadelesi yarattığı büyük etkiye rağmen bir üst düzeye taşınamadı. Yani nereye taşırdık, nasıl taşınırdı, onu hâlâ kendi aramızda da tartışıyoruz. Ama belli ki bu geniş kitlelere, yatay ilişkilere dayalı bir hat tek başına yeterli olmuyor. Bundan bu hattın gereksiz olduğu anlamı çıkmaz. Halkın sorunlarını, halkın haklarını unutalım, ona dair bir şey yapmayalım anlamında söylemiyorum. Ama bunu yaparken karşı güçleri caydırıcı adımlar atma becerilerini de göstermeliydik. Bu anlamda Halkevleri’nin de bütün toplumsal muhalefetin de bir zafiyeti oldu. Onun için doğru bir değerlendirme yapıp sonuç çıkarmak gerekiyor.
Ülkemizde bugün ağır faşizm koşullarında yaşıyoruz. Özellikle 15 Temmuz darbe girişiminden sonra siyasal İslam’ın bunu kendi baskı aracına çevirmesi, 10 Ekim katliamı başta olmak üzere yaşanan katliamlarla toplumsal muhalefette bir durağanlık, bir geri çekilme oldu. Bunun nedeni halkın, bizi destekleyen kesimlerin geri çekilmesiydi. Ya da o saldırılara demokrasi güçlerinin, devrimcilerin, emek örgütlerinin gereken karşılığı veremeyişleri bu geri çekilmeyi tetikledi.
Bugün Halkevleri ne anlam ifade ediyor, bugünün Türkiye’sinde Halkevcilik ne demektir?
Halkevleri bugün de halkla birlikte halkın sorunlarına çözüm arayan ve bu konuda mücadeleyi örgütleyen bir programı hiçbir zaman ertelememeli.
Bir diğer nokta dayanışmayı büyütmek. Hatay’daki çalışma bunun son somut örneği. Oradaki arkadaşlarımız da bu sorumluluğu taşıyorlar. Halkın yaşadığı yıkımlarda yanında olmak ve dayanışma geleneğini sürdürmemiz ve ileri taşımamız gerekiyor. Bu sadece depremde de olmadı. Yangınlar, seller oldu. Orada da göstermiştik dayanışmayı.
Mahalle kavgalarında, aileler arasındaki kavgalarda da gerekli müdahaleleri yaptık zamanında. Ayrıca olanağı olmayan ailelere gıda ve benzeri yardımların organize edilmesi konusunda adımlar attık. Olanaklar da kıt ama Halkevciler ekmeğini her zaman paylaştı halkla.
Ama iyi kötü emek vermiş bir Halkevci olarak söylemem gerekiyor, kültürel boyutu eksik bıraktık. Yani elbette bunun zorlukları vardır. Ama devrimcilik, Halkevcilik, aynı zamanda zorlukları aşma ve zor olanı başarma ve yeni şeyler üretme, yani çözüm yolları üretme becerisidir. Değinmeye çalıştığım birlikte mücadele ettiği halkın sorunlarını en öne koyarken insanları dönüştürecek ve dönüşümü kalıcı kılacak kültür ve sanat çalışmalarına da önem vermeli. Tabii bir denge halinde, kantarın da topuzunu kaçırmadan, yani halkın temel sorunlarının önüne de geçirmeden.
Bir diğer konu ise Halkevleri’nin bir demokratik kitle örgütü olarak işleyişine dair. Halkevleri, iktidar mücadelesi veren örgütler gibi işleyemez. Bu, işin doğasına da aykırı. Cumhuriyet’in erken dönemlerinde bile, o dönem Halkevleri’nde faaliyet yürütenler siyasi çalışmalarıyla Halkevleri’ndeki faaliyeti ayırmışlar. O dönemde Halkevleri’nin bir toplumsal taban inşa edeceği, halkta dönüşümler yaratacağı, o çalışmadan edinilecek açılımlarla, yetişen kadrolarla farklı düzlemlerde siyasi faaliyet yürütüleceği düşünülmüş.
Yine aynı şekilde ikinci diriliş döneminde de öyle. Halkevleri içinde etkin olan siyasi faaliyet, genel çalışmalara destek sundu ve onu gözetti.
Bana göre bugün de böyle benzer şekilde Halkevleri halkın içinde sahip olduğu özgün durumu korumalı ve geliştirmelidir. Bu tabi ancak üzerine kafa yorarak, değerlerimizi koruyarak ve geliştirerek yapılabilir. Halkevcilerin tecrübeleri mevcut durumun daha da ileriye taşınması için yeterli bir birikim sunuyor.
* Bu söyleşi Halkevleri’nin kuruluş yıldönümü için çıkardığı bültende yer aldı. Dijital ortamda ilk kez Sendika.Org’da yayımlanıyor.