Kamu çalışanı profilinin değişmesi, farklı istihdam biçimleri ile sınıfın parçalanması gibi nedenler 90’lı yılların ezberleriyle KESK ve bağlı sendikaların varlığını sürdürmesi giderek zorlaştırmaktadır. Bugün tüzük değişikliğinin ötesine geçen bir yenilenme ihtiyacı kendini dayatmaktadır
Konfederasyonumuz KESK’in 11. Olağan Genel Kurulu, ülkenin dört bir yanında patlak veren militan işçi direnişleri, doğa savunusu ve üniversitelilerin barınma hakkı mücadelesinin Cumhurbaşkanı’nın devletin tüm olanaklarını kullanarak 2. turda ancak kazanabildiği seçim galibiyetinin sevincini kesintiye uğrattığı bir dönemde gerçekleştiriliyor. Bununla birlikte 20 yıllık iktidarı boyunca birçok şeri uygulamayı adım adım hayata geçiren AKP’nin, iki köklü kulüp tarafından Suudi Arabistan’da oynanacak Süper Kupa finali öncesinde çekilen restin halktan gördüğü destek karşısında bu ülkede aşamayacağı değerler olduğu gerçeğini görerek sarsıldığına da şahit olduk. Galata Köprüsü’nde hilafet yürüyüşü yaparak, Diyarbakır surlarına tevhid bayrağı asarak havayı kokuşmuş karanlığından yana çevirmeye çalışan iktidar, bu hamlesiyle aynı zamanda siyonist İsrail’le ticari ilişkilerini gizlemeyi amaçlarken, TİP milletvekili Can Atalay’ın tutukluğu etrafında dönen yüksek yargı organları arasındaki çatışma ile birlikte Cumhur İttifakı içerisindeki gerilimleri de yönetme derdine düştü. Bu meyanda kendi çıkarları doğrultusunda çeşitli defalar değiştirdiği Anayasa’yı bile çiğnemekte beis görmeyen iktidarın aslında sınırsız yetkiye sahip olarak kendi hukukunu üstün kılma niyetinde olduğu artık gizlenemeyecek boyuta ulaştı. Sınıf mücadelesinin, gençliğin isyanının, kültür savaşlarının kızışması ve faşizmin sandıkta yenilmeyeceğinin anlaşılması uzun süredir devrimci hareketlerin altını boşaltan, önderliklerin sağa savrulmasına neden olan parlamenter siyaset rüzgarının durulmasına ve gerçek çatışma alanlarının belirginleşmesini sağlayarak sosyalist hareketi doğru rotaya yönlendirmeye başlamasına yol açtı.
Yapay zeka, uzay araştırmaları, mikro çip, mRNA aşısı alanlarında dünyada atılımlar yaşanırken payına sıbyan mektepleri, irşat ekipleri, manevi rehberler, badeci şeyhler, hacamat ve sülük tedavisi düşen halkımızın karanlığın içine çekilmeye çalışılması, festival yasaklarıyla neşesi çalınmaya çalışılan gençlerin cemaat yurtlarında intihara itilmesi, karma eğitimi hedef tahtasına koyanların çocukları İslami eğitim kurumlarında istismarcıların kucağına atması cehaletten medet uman iktidarın, sermayenin saldırı programını rahatça uygulayabilmesi için dini yardıma çağırmasının sonucudur. Kapitalizm-din işbirliği sadece iş cinayetlerinde “fıtrat” söylemiyle karşımıza çıkmıyor, bakım emeğini üstünden atmaya çalışan sömürü düzeni kadınları eve kapatmak için ulemayı görevlendirirken de çirkin yüzünü gösteriyor. Elinde kılıçla hutbeye çıkan Diyanet İşleri Başkanı aslında işçi sınıfının ve feminist hareketin kazanımlarına savaş açarken uluslararası sermayenin silahşorluğuna soyunuyor.
Kutsal değerlerini paraya tahvil eden İslamcı iktidar cennet ve cehennemi yeryüzüne indirerek seküler (!) faaliyetlerde bulunmuyor değil. Yüzlerce kez yapılan vergi indirimi, ihale kanunu değişiklikleri, bedelsiz arsa tahsisi ve enerji kullanımı ile ödüllendirilen mutlu azınlığın karşısında sırtına yüklenen dolaylı vergilerin altında ezilen, astronomik boyutlara ulaşan barınma, beslenme, ulaşım giderlerini karşılayamayan, kredi kartı borcu ile icra dosyasının zebani gibi başında beklediği hayatı karartılmış bir çoğunluğun bulunması, yoksullara tevekkülü dayatıp, kendisi bu dünyanın nimetlerine göz diken dinbaz iktidarın eseridir.
Asgari ücretlilerle arasındaki makasın giderek daralmakta olduğu kamu çalışanlarının tepkileri seyyanen zam aldatmacasıyla yatıştırılmaya çalışılmakta, öte yandan kişiye özel personel alım ilanları, eş-dost atamaları gibi klientalist uygulamalar çalışkan ve donanımlı emekçilerin önünün kesilmesine yol açarken, bu durum aynı zamanda nitelikli kamu hizmetinin verilmesini imkansız hale getirmektedir. Sahte diploma ve çalınmış sınav soruları ile yükselen yandaşların, gençlerin hayallerini çaldığı ortamda mobbing gibi çalışma acısı biçimleri çektirilen emekçiler, majör depresyon, anksiyete gibi hastalıkların pençesine düşmektedir. Özellikle sağlık ve eğitim alanındaki piyasalaştırma saldırısı kendini müşteri olarak gören kesimlere, sağlıkçılara şiddet uygulama, öğretmenlere baskı yapma hakkına sahip olduğunu düşündürmektedir. Mesleğin itibarsızlaştırılması ile hizmetin niteliğinin düşüşü bir kısır döngü içerisinde birbirlerini beslemektedir.
Yandaş konfederasyon yöneticilerinin sefalet zamlarını ayakta alkışladığı bir ortamda emekçilerin sendikalara güveni diplerde seyretmekte, çalışanlar ancak “toplu sözleşme primi” adı altında verilen rüşvetle sendikalara üye yapılabilmektedir. Bu durum sendikaları hak mücadelesi veren örgütler olmaktan çıkararak homo economicus davranışı gösteren bireylerin toplanma noktasına dönüştürmektedir. İş bırakma çağrılarının basın açıklaması ile sonuçlanması radikalizmin söylemde kaldığı bir tarzı doğurmaktadır.
Öte yandan piyasalaştırma ve güvencesizleştirme saldırılarının çapraz ateşi altında kalan kamu emekçileri için ücret mücadelesi tek başına bir anlam ifade etmemekte, temel hizmetlerin kamusallaştırması talebi yakıcı bir ihtiyaç olarak öne çıkmaktadır.
Konfederasyonumuzun her genel kurulu öncesinde uvriyerizm- radikal demokrasi ya da kimlik eksenli mücadele-sınıf mücadelesi gibi teorik tartışmalar yürütülmesinin gelenek haline gelmekte olduğu görülmektedir. Dogmatik ya da tutucu biçimde yürütülmediğinde bu tartışmaların ilerletici katkısı olacağı yadsınamaz. Ancak asıl sorun grupların kendi tabanlarını konsolide etmek için sarıldığı argümanların aynı zamanda ayrımları keskinleştirmesi, hatta bir kısım delegelerde kırılmalara yol açmasındadır. İşyeri çalışmaları, laiklik ve insan haklarının birleştirici değerler olarak ele alınması mümkündür.
Bu tartışmalar sırasında gündeme gelen Toplumsal Hareket Sendikacılığı’nın radikal demokrasi ve kimlik siyaseti tartışmalarına kurban edilmesi sermayenin topyekün saldırısı karşısındaki direnişlerin lokalize olmasına, yeni işçi kitlesinin kapsanamamasına ve ortak mücadelenin örülememesine neden olmaktadır. Nüfusun proleterleştiği, sermayenin yaşamın tüm alanlarını metalaştırdığı, mülksüzleştirme ve güvencesizleştirme gibi vahşi saldırıların yaşandığı bir dönemde sınıf hareketi ile ezilen halk, ekoloji mücadelesi ve feminist hareketin arasına kalın duvarlar ören anlayışların günü kavrayabildiği söylenemez.
Uzun bir mücadele geleneğinin mirasına dayanarak oluşturulan konfederasyonumuzun tüzüğünde günün ihtiyaçlarına göre revizyona gidilmesi doğaldır. İşyeri meclislerimizde nasıl Türkiye işçi sınıfının komite ve konsey deneyimlerinin izleri bulunuyorsa halkın söz, yetki, karar sahibi olduğu meclis tipi organlar da KESK tüzüğünde karşılığını bulmuştur. Ancak şu andaki haliyle daha çok senatoyu andıran KESK Genel Meclisi’nin tabanın söz ve karar hakkını sağladığını söylemek mümkün görünmemektedir. KESK Genel Meclisi’nin bu perspektifle yeniden yapılandırılması gereklidir.
Başka bir tartışma konusu olan nispi temsil ise mutabakat yerine rekabeti öne çıkarması ile yıkıcı sonuçlara yol açmaktadır.
Yerellerden başlayarak emek ve demokrasi mücadelesini toplumsal muhalefetin tüm bileşenleriyle ortaklaştırabilecek yatay örgütlenmeler içerisinde bulunmak konfederasyonumuzun amaçları arasına alınmalıdır.
Kamusallaştırma, laiklik, demokrasi ve barış savunusu emek hareketinin değişmez ilkeleri olarak kalmaya devam etmelidir.
Pandemi sırasında kullanıma sunularak sermayenin iştahını kabartan “esnek çalışma” modelleri, kamu kreşlerinin neredeyse tamamının kapatılması ya da özelleştirilmesi gibi dinci- gerici politikalar ve uygulamalarla kadınları çalışma yaşamından geriye çekilmeye zorlayan iktidar Diyanet İşleri Başkanı’nın fetvalarıyla ev içi emeği toplumsal yeniden üretimde merkezine almıştır. Çalışma yaşamındaki artan angarya ve baskı kadınları kötünün iyisini tercih etmek zorunda bırakmaktadır.
İstanbul Sözleşmesi’nin iptali, 6284 sayılı yasaya yönelik saldırılar, kürtajın fiili olarak yasaklanması gibi gerici beden politikaları ile kadınların kazanımları da bir bir ellerinden alınmaktadır. İktidar kendini kadın düşmanlığı ile yeniden ve yeniden üretmektedir.
Bakım emeğiyle şekillenen güvencesiz kadın emeğinin örgütlenmesi ve gerici beden politikalarına karşı mücadele sendikal mücadelede önümüze koymamız gereken en önemli başlıklardan biridir. Bu bakımdan işyerlerinde başlayarak kadın meclislerinin güçlendirilmesi her zamankinden daha da önemlidir. Kadın hareketinin, feminist hareketin mücadele ve kazanım hafızası kadın meclislerinde kamu emekçisi kadınların örgütlenmesinde en güçlü dayanaktır.
Kamu çalışanı profilinin değişmesi, farklı istihdam biçimleri ile sınıfın parçalanması gibi nedenler 90’lı yılların ezberleriyle KESK ve bağlı sendikaların varlığını sürdürmesi giderek zorlaştırmaktadır. Bugün tüzük değişikliğinin ötesine geçen bir yenilenme ihtiyacı kendini dayatmaktadır. Parçalanan sınıfı birleştirecek ortak örgütlenme formlarını, yasal engelleri aşacak fiili mücadele biçimlerini doğuracak yaratıcılık ve cüretin önünün açılması tüzük değişikliklerinden çok daha yakıcı bir ihtiyaçtır. Sadece mücadele ve örgüt biçimlerimizde değil dilimizde, kültürümüzde dönüşümü de kapsayacak bir yenilenme KESK’le sınırlı olmayan sınıf hareketinin yeniden kuruluşu misyonuyla yaşanabilir.
Yarını bugünden kurmak için ileri!
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.