Gazze arkasında üç milyonluk Batı Şeria filikasını, altı milyonluk diaspora Filistinlileri gemisini de sürükleyen ve güvertesinde iki milyon üç yüz bin Filistinliyi taşıyan dev bir transatlantiktir. Güvertesinden atlama imkânı bulunmaksızın bombalanan, imha edilen bugünün Struma’sıdır. Nazi’ler altı milyon Yahudi’yi bir ölçüde gizleyerek, mızrak çuvala sığmayana dek inkâr ederek soykırıma uğrattılar. Gazze’deki soykırım ise dünyanın gözleri önünde cereyan ediyor
Nazi ordularının Doğu Avrupa’daki ilerleyişinden kaçmaya çalışan hali vakti yerinde bir grup Yahudi, 12 Aralık 1941’de Struma adlı köhne gemi ile Romanya’nın Köstence limanından Karadeniz’e açıldılar. Aslında daha yolculuk başlamadan dolandırılmışlardı. Kendilerine vaat edilen gemiye değil, motorları çalışmayan, kömür ve hayvan taşımacılığında kullanılan Struma’ya bindirilmişlerdi. Liman açıklarında motorlar durduğunda tamir ya da römorkörle çekme işlemi için evlilik yüzüklerini toplayarak zamanın insan kaçakçılarına vermek zorunda kaldılar. Sonrası biliniyor. Türk hükümeti tarafından geminin İstanbul’a yanaşmasının engellenmesi, römorkörle tekrar Karadeniz açıklarına sürüklenme, nihayet Karadeniz’deki savaş tedbirleri gereğince belirli tonajın üstündeki tüm gemilerin vurulacağını deklare etmiş olan SSCB denizaltısının Struma’yı 24 Şubat 1942 sabahı vurarak batırması ve Struma’nın 781 yolcu, on mürettebat ile Karadeniz’e gömülmesi…
Yaklaşık iki buçuk ay boyunca neler yaşandı o gemide?
Açlık, çaresizlik, belirsizlik, hastalıklar, hıncahınç dolu kamaralar, oradan oraya sürüklenme, “insanlıktan” medet umma, nihayet hayal kırıklığı içinde yok olup gitme…
Asla unutulmaması gereken bir “insanlık dramı” değil mi? Öyle. Peki neden yaşandı bu dram, insanlar salt “kötü” olduğu, “insanlık öldüğü” için mi? Eğer öldüyse, neydi insanlığı öldüren? Ya da şöyle soralım: “İnsanlığın ekonomi-politiği” kaç para ediyordu?
Soruların yanıtı Struma’nın yolculuğunda gizlidir.
Struma’nın yolcularına Filistin’e yolculuk vizesi verilmemesi yönünde ilk bastıran devlet (Almanya, İtalya ve Japonya’dan oluşan faşist mihver’e karşı SSCB ile birlikte saf tutan) “demokrat” İngiltere oldu. Çünkü Filistin İngiliz mandası altındaydı. Filistinliler de dahil Arap halkları mandadan kurtuluş yolları aramaya başlamıştı ve savaşın yarattığı kargaşa ve otorite boşluğu, Yahudi yerleşimcilerin artması nedeniyle önü alınamaz karışıklıklara yol açabilir, hatta Arapları Nazilerin yanına itebilirdi. Nitekim Kudüs Müftüsü Emin-el Hüseyni (ki kendisi Çanakkale savaşına Osmanlı topçu subayı olarak katılmış, Alman subayların komutası altında çalışmış, İttihat Terakki’nin güvenini kazanmıştı) 1941’de Berlin’e gelerek bizzat Hitler ile görüşmüştü. Yani savaşın bu kritik anında Filistin’e Yahudi göçü İngiliz “yüksek çıkarlarıyla” bağdaşmıyordu, Struma durdurulmalıydı. (Konjonktüre, güç ilişkilerinin verili durumuna bağlı olarak pekâlâ bu politika tersine dönebilir, bu defa İsrail devletini Ortadoğu’ya hançer gibi saplamak “medeniyetin gereği” olabilir; tıpkı 1948’den bugüne olduğu gibi.) Nazi Almanya’sının Struma’yı durdurma gerekçelerine değinmeye gerek var mı? Peki ya Türkiye ne yaptı bu süreçte? Dönemin Başbakan’ı Refik Saydam bakın ne diyor: “Türkiye, başkaları tarafından arzu edilmeyen insanlar için vatan hizmeti göremez. Bizim tuttuğumuz yol budur. Kendilerini bu sebepten İstanbul’da alıkoyamadık.” Yani Türkiye ne Faşist Almanya ne de “demokrat” İngiltere ile arayı bozamazdı; Struma batmalıydı, battı.
Dönemin “insanlık değerlerinin” ekonomi-politiği buydu!
Peki Gazze’nin “ekonomi-politiği” ne?
Struma dönemin büyük olayları içinde -ne yazık ki- küçük bir epizot idi, dünyanın gözleri önünde arada kaynadı gitti.
Gazze ise arkasında üç milyonluk Batı Şeria filikasını, altı milyonluk diaspora Filistinlileri gemisini de sürükleyen ve güvertesinde iki milyon üç yüz bin Filistinliyi taşıyan dev bir transatlantiktir. Güvertesinden atlama imkânı bulunmaksızın bombalanan, imha edilen bugünün Struma’sıdır. Nazi’ler altı milyon Yahudi’yi bir ölçüde gizleyerek, mızrak çuvala sığmayana dek inkâr ederek soykırıma uğrattılar. Gazze’deki soykırım ise dünyanın gözleri önünde cereyan ediyor. “Medeni dünya/batının” demokratik rejimlerinin onayı, desteği, karşı çıkanı susturmasıyla bir halk göz göre boğazlanıyor!
Bugünün “insanlığının/medeniyetinin ekonomi politiğinin” kaç para ettiğine bu gerçekle yüzleşilerek bakılabilir ancak.
Struma’dan, batmadan önce on kişi kurtarılabildi, battığında ise bir kişi sağ kaldı. Struma’da ölenlerin akrabaları, toplama kamplarından kurtarılanların torunları -İsrail’de ve dünyada yüksek sesle itiraz eden bir avuç Yahudi dışında- nasıl oluyor da bugün Gazze’de hastaneleri, okulları, cami ve kiliseleri acımasızca bombalayabiliyor? Konunun, tırnak içinde olmayan insan(lığ)ın karanlık yönlerine dair boyutları antropoloji-psikoloji disiplinlerinin alanındadır, buna yanıt veremeyiz. Tarihsel husumetler, dinler, milliyetler, “insanlık durumları” vb’nin ötesinde; 1948’den bu yana olduğu gibi şu anda sürmekte olan çatışmaların ekonomi-politiği ise apaçıktır. Başta sıralananların hepsi (tarihsel bagaj diyelim), tıpkı Struma’nın batırılmasında olduğu gibi kapitalist emperyalizmin verili çoklu krizinin sırtına biner, bazen onu örter ya da “insaniyet” eksenli iyi niyetli çağrılar yankısız bir çığlık gibi söner gider karanlıkta.
İnsanlık mı istiyoruz?
O halde “insanlığı” bu kadar düşüren kapitalist medeniyetin geldiği yeri, onun yarattığı paylaşım savaşlarını, güç ilişkilerini, ideolojik hegemonyasını, hile hurdalarını berrakça anlayarak, itiraz ve eylemimizi doğru zemine kurarak işe başlamak zorundayız.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.