Hangi noktadan, hangi parçadan bakarsak bakalım karşımızda duran burjuvazi ve onun kolektif çıkarlarını bütünlük üçünde temsil eden mevcut rejim, geleceğe ilişkin bütünlüklü bir reorganizasyon, hazırlık, saldırı planlarıyla karşımızda
Bu rejimin her sıçramalı geçiş dönemi tüm cephelerde yaşanan çeşitli gelişmelerin toplam bütünlüğüyle anlam kazanıyor. Sanki bir süreç tüm karmaşıklığıyla akmış ve yeni karmaşıklıklarla birleşerek önümüze yeni bir denklem koymuş gibidir. Ekonomiden siyasete hemen her alanda daha fazla merkezileşme, daha fazla sömürü, daha fazla tahakküm ihtiyacı simgesel anlamlar taşıyan gelişmelerde vücut buluyor.
Ardı ardına yaşananlar, şimdi yeni bir geçiş evresinde olduğumuzu haykırıyor.
Bir tarafta devletin azami egemenlik ve merkezileşme ihtiyacının gereğine uygun olarak o bitmeyen reorganizasyonlarından bir yenisi sahneleniyor. Bunun bir ayağını devletin tüm aygıtlarının azami egemenlik mantığına da uygun olarak yürütme erkine bağlanması için yapılıp edilenler oluşturuyor. TİP Hatay Milletvekili Can Atalay’ın AYM kararına rağmen tahliye edilmemesi bunun ifadesi olduğu kadar vesilesi haline getirildi. Yaşananlar, yargı erkinin başkanlık sistemi denilen führerci rejim-devlet biçiminin mantığına aykırı gelecek küçük pürüzlerinin bile tahammül edilmez bulunduğunu gösterdi.
Yargıtay-AYM yaklaşım farklılığı gibi gösterilen gelişmeler, rejimin mantığına-ruhuna-yeni dönemin ihtiyacına uygun bir Anayasa yapım sürecinin altlığı yapılmaya çalışılarak bu açıkça gösteriliyor.
O cephede bunlar yaşanırken bir kontrgerilla organizasyonu olan Hrant Dink cinayetinin düşkün tetikçisi Ogün Samast hukuksal olarak açıklanması güç bir şekilde salıveriliyor. İstenen yargı budur dercesine…
İroniktir… Aynı gelişmelere Zonguldak’taki kaçak maden ocağında çalışan Afganistan uyruklu göçmen işçi Vezir Mohammad Nourtani’nin vahşi bir şekilde katledilmesi eklendi. Nourtani, üretim sırasında fenalaşması üzerine kaçak ocağın MHP’li sahibi tarafından ceza almaktan kaçınmak için dövülerek öldürülür. Ocakta çalışan diğer işçilerin de ortak edildiği bu cinayette bedeni, belki de daha canlıyken yakılarak olaya kriminal süsü verilmek istenir.
Bu cinayet, emeğin daha fazla ucuzlatılması, güvencesiz ve örgütsüz hale getirilmesinde özel bir enstrüman olarak kullanılan göçmen emeği gerçeğini bir kez daha önümüze koydu. Fakat mesele bundan daha fazlası… Nourtani’nin katledilmesi, aynı zamanda emek için tahayyül edilen cehennemin dile gelmesi oldu. Azami egemenlik arayışındaki rejimin emek için tahayyül ettiği sömürü cehenneminin şifreleri bu vahşi cinayetle dile gelmişçesine…
Yine ironiktir aynı günlerde Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Vedat Işıkhan, asgari ücretin 11 bin 400 TL olduğuyla övünüp “Aşırı yoksulluk veya açlık sınırı içinde yaşayan kişi bulunmamaktadır” dedi. Emek için tahayyül edilen kuralsız, hesapsız cehennemin aynı zamanda açlığa talim etmeyi lütuf sayacak bir tevekkülle özümsenmesidir hayal edilen. Açlık sınırının 13 bin TL’ye, yoksulluk sınırının 44 bin 718 TL’ye tırmandığı bu koşullarda Bakan’ın sarfettiği bu sözlerin başka bir anlamı yoktur.
Yine ilginçtir aynı dönemde DİSK’in kendinden menkul “Gelirde adalet, vergide adalet” başlıklı Ankara yürüyüşü gerçekleşti. Bağlı sendikaların bile haberinin olmadığı, işçilerin iradesi, katılımı hiçe sayılarak gerçekleşen, bütün fotoğraflarda toplasan 15 kişinin dahi görülmediği, sonunda CHP’yle kol kola girilerek bitirilen bu yürüyüşün serencamı hakkında söylenecek çok şey var elbette. Ama göçmen işçi Nourtani’nin vahşice katledilmesi ve sermayenin- devletinin emeği daha fazla örgütsüzleştirip sömürüyü dibine kadar kuralsızlaştırması tahayyülüyle DİSK’in bu tutumu arasındaki dolaysız bağlantı konusunda fazla söze gerek yok sanırız.
İktidar açısından bu yeni geçiş etabında Filistin sarılınan ip oldu adeta. İsrail’le hiçbir ekonomik ilişkisini kesmeyen, Gazze’ye saldırıların başladığı 7 Ekim’den bu yana yüzlerce gemiyle sayısız kalemde yük taşımaya devam eden, diplomatik anlamda bile dişe dokunur somut bir adım atmaktan kaçınan rejim, Filistin’deki katliamları iç politikaya tahvil ettiği hamasi söylemleriyle yetinmedi. Bu kullanma, Soylu’nun deyişiyle “devletin stratejik aklıyla” bir cinayet şebekesi olup şimdilerde iktidarın ortağı kılınan HÜDAPAR’ın Kürdistan’daki gösterileriyle devam etti. Bu gösterilere en son HAMAS’ın askeri kanadı Kassam Tugayları’nın mizansen olarak sahneye taşınması ve Amed Kalesi’nin burçları dahil birçok yere sözcüsünün dev posterinin asılması eklendi. Muhafazakâr Kürtlerin her açıdan gerici, tarihsel pratikleriyle katil ve Kürt özgürlük düşlerine düşman HÜDAPAR’ın Filistin istismarı üzerinden avlanması toplam stratejinin önemli bir parçası olarak yerini buldu.
Rojava ve Kürt kazanımlarının olduğu her yerde izlenen katliamcı-düşman politikalara fiilen ortak olan bu şebeke, Kürt siyasi hareketinin çeşitli kaygılarla edilgen kaldığı bu sorunu devletin oluruyla tepe tepe kullanmaya devam ediyor ve belli ki daha da edecek.
Öte yandan Filistin’de ortaya çıkan tablonun rejimin yayılmacı-militarist politikalarının, Kürt düşmanlığı ve fobisinden beslenen tarihsel duruşunun daha ileri biçimlerle kendisini konuşturacağını, aynı zamanda buna yönelik kapsamlı bir hazırlığa giriştiğini söylemeye gerek yok.
Hangi noktadan, hangi parçadan bakarsak bakalım karşımızda duran burjuvazi ve onun kolektif çıkarlarını bütünlük üçünde temsil eden mevcut rejim, geleceğe ilişkin bütünlüklü bir reorganizasyon, hazırlık, saldırı planlarıyla karşımızda. Saldırının bu bütünlüğüne göre konumlanmanın kaçınılmazlığı apaçık ortada.
Kaynak: Yeni Yaşam
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.