Yeni anayasa, inşası süren yeni devletin adaletsizliğini ve hukuksuzluğunu örten bir pano, bir afiş olsun isteniyor. Anayasaya rağmen üçüncü defa seçilmiş bir cumhurbaşkanı anayasa yapalım diyorsa, dördüncü defa seçin beni diyordur en fazla
“Görevimiz yeni sivil anayasa.” (Sabah)
“Yeni ve sivil bir anayasa görevimiz.” (Yeni Şafak)
“Toplumsal anayasa çağırısı.” ((Akşam)
“Kamburdan kurtulalım.” (Hürriyet)
“Görevimiz sivil, yeni bir anayasa.” (Milliyet)
“Yeni ve sivil bir anayasa.” Yeni Akit
İktidar medyası dün yeni yasama yılının başlaması vesilesiyle Erdoğan’ın yaptığı konuşmayı böyle manşetlere taşımıştı; “gazetecilik tercihi” değil elbette bu, biliyoruz ki iktidar oluşturduğu bağlı medyaya manşetleri, spotları filan özenle dikte ettiriyor, aman bir falso çıkmasın misali.
Sivil lafı Türkiye siyasetinin 12 Eylül sonrasında sık sık, yerli yersiz kullanıldı. 12 Eylül darbesinin oluşturduğu nizamı (aşma çabası olsun olmasın) konuşurken işlevli bir laftı “sivil” lafı, siyaset sahnesi sanki “asker” ve “sivil” iki ayrı güç topağı tarafından çekip çevriliyor fikriyle kullanılan bir laftı bu. Hatta 12 Eylül sonrasında örneğin asgari ücrete halk “askeri ücret” adını takmıştı, sanki her şeyin bir “asker” bir de “asker olmayan” versiyonu var gibi. Bu tartışma 2000’li yıllarda “vesayet” başlığı altında yürütüldü; askeri bürokrasi, bazı sivil bürokratik öbeklerin de desteğiyle “sivil siyaset”i baskı altında tutuyor gibilerinden. Baskı ne kelime zaten üç darbe, iki de anayasa yapmamışlar mıydı?
Ne kadar haklı değil mi? Peki şimdi bir “askeri vesayet” var mı? Ya da başka bir bürokratik vesayet, mesela yargı bürokrasisinin vaktiye giriştiği 367 saçmalığını yeniden öne sürmeye cüret edecek bir yüksek yargı ya da başka bir yüksek bürokratik odak? Ne odağı, en yüksek yargı kurumundaki en güvenceli yargıç bile kazayla hukuka uygun bir karar vermeye kalksa başına neler geleceğini iyi bilir, o yüzden, “Cumhurbaşkanımız başkanımız yargımızın da başkanı” demeçlerini olası her fırsatta vermek zorunda hissederler kendilerini. En son 2017 referandumu olmak üzere defalarca değiştirilmiş ve zaten iktidarın herhangi bir kademesinin herhangi bir zamanda herhangi bir maddesini ihlal etmekte hiç sakınca görmediği bir anayasa hâlâ “12 Eylül’den kalma, sivil olmayan” anayasa mıdır? İşte daha dün anayasa mahkemesi başkanı, AİHM kararına atfen, “Katılmıyoruz” demedi mi? Oysa katılması ya da katılmaması değil, anayasa gereği iktidardan karara uymasını istemesi gerekiyordu en fazla ille konuşması lazım idiyse.
Dönelim “sivil” lafına; siyaset sahasında isek “sivil” askerin karşıtı olmaktan önce, “siyasal”ın karşıtı, en azında burjuva tasarımında. Askerin ve diğer tüm yüksek bürokrasinin zaten artık siyasal otoritenin emri altında olduğu zamanda, üstelik en küçük bir özerklik fikri bile söz konusu değilken, dahası güçler ayrılığı fikri de tamamen çöpe atılmışken, “sivil” anayasadan kim nasıl bahsedebilir? “Sivil toplum” fikrinin (etrafındaki tüm tartışmalar ve eleştirel bakışlar bir yana) eğer iktidar emrindeki bir yapı söz konusu değilse “aldatılmış, ajan, düşman, hain” kişi ve gruplardan oluştuğu propagandasını kesintisiz sürdüren bir siyasal otorite, “sivil anayasa” derken gerçekte neden bahsediyor olabilir?
Şundan olmasın: Devleti hayal ettiği biçime dönüştürmek için seferber edilmiş hukuksuz şiddet mekanizmasına meşruiyet kazandırmak. İktidarın, atamalardan mahkeme kararlarına, çalışma hayatından kültür sanat sahalarına, üretim süreçlerinden bölüşüm modellerine, “aile”den eğitime, her şeyi egemenliği elde tutanların ekonomik ve ideolojik çıkar ve fikrine göre düzenleme güç ve yetkisine “hukuki görünüm” kazandırma ihtiyacı var. Bugün yapacaklarını yapabilmek için değil, ona bir engel yok zaten, ama yarın da aynı şeylerin aynı şekilde devam etmesi için, yani şu andaki istisnai halin olağan hal olarak tescillenmesi için ihtiyaçları var buna.
Bugün için de ihtiyaçları yok demek değil bu, bugün şu işi görecek ama sadece: Kuruluşu süren yeni devletin inşaatına asılacak güzel bir afiş görevi görecek; hem “anayasa yapma çalışmaları” hem de ortaya çıkacak anayasa. Nihai metinde ne yazılacağının bir önemi yok, olsa bugün de olur, önemli olan bugünkü yapım çalışmalarındaki hukuki, ekonomik, ahlaki, sınıfsal, toplumsal faciaların bir afiş ya da pano arkasında sürdürülebilmesi.
Yapılacak anayasanın “sivil” olabilmesi için, ortada “sivil” bir şeylerin olması lazım, kişiler, kurumlar, kuruluşlar, platformlar, teamüller filan; oysa yeni devlet güçlerin birliğine iman etmiş, temel metin olarak egemenliği elde tutanların yorum tekeli eşliğinde kutsal addettiği metinleri alan bir anlayış üstüne kuruluyor. “Anayasa” olarak da egemenlik piramidinin en tepesindeki bir (Erdoğan) bilemediniz iki (Bahçeli de var) kişinin ağzından çıkan sözü kabul ediyor. Üstelik, askeri-bürokratik vesayet filan kalmadı tabi ama, devleti ve toplumu militarize ederek yola devam etmek de yeni devletin bir hususiyeti. Hal böyle olunca, yapıcılarının omzunda ay, yıldız filan görünmüyor diye yapılacak anayasa sivil olmaz, tam aksine “militarist” bir metin olur.
Cumhurbaşkanının parlamentonun açılış konuşmasında sözünü ettiği ve sürece katılmalarını istediği “toplumsal kesimler” de zaten saray sofrasında enteresan isimli menüden oluşan yemekte oturabilecek kişilerden fazlası olamaz. Zaten, Türkçü/İslamcı aşırı ideolojik akımlara bağlı, mevcut hukuksuzluk ve adaletsizlikleri olağan siyaset olarak kabul eden, yurtta harp cihanda harp doktrinini benimsemiş iktidar heyetiyle kendisini organik bütünlük içinde gören kişilerden başkasına toplum gözüyle bakmayan bir iktidar ve devlet modeli inşa ediliyor.
Normalde, “gelin beraber anayasa yapalım” diyorsa devletin icra heyetinin başındaki kişi, uzak durmak hiç makul görülmez; ama bu “normal” tarih olalı çok oldu. Çünkü gelin benim sözlerimi anayasa olarak tescil edin demekten başka anlamı yok söylenenlerin; inandırıcı olmak gibi en küçük bir kaygısı da yok zaten, yoksa yeni, sivil anayasa çağırısı yapılan konuşmada, anayasanın açık hükümlerine rağmen Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne göre hüküm veren AİHM’yi ve kararını öyle yerden yere vurmazdı. Gerçi yeni bir şey değil ama, konuşmanın kendisi bizzat yeni devletin norm metinleri arasında Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi diye bir şey olmadığının basit, anlaşılır bir ilanından ibaretti, bir yeni anayasa çağırısından değil.
“Hele bir getirsin de görelim” diyen muhalefet, yeni devlette korunaklı bir statü istemiyorsa en fazla kendisin aldatıyordur.
“Sivil”in bir de “çıplak” anlamı var argo aleminde, çıplak gerçek bu: Anayasaya rağmen üçüncü defa seçilmiş bir cumhurbaşkanı anayasa yapalım diyorsa, dördüncü defa seçin beni diyordur en fazla.
Kaynak: Artı Gerçek
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.