Sınıftan kopukluk bir bakıma kendi bağımsız gücünü yaratmak yerine daha kolay olan söylemler üzerinden siyaset üretiminin tercih edilmesine veya bu tercihlere karşı herhangi bir direnç gelişmemesine neden oldu. Gelişen bilişim teknolojilerine solun sirayeti sonucu temassız propaganda süreçleri ağırlık kazandı. Bu süreç solda “konakçılık” eğilimini, yani kendi güç oluşturmayıp başkası veya başkaları tarafından oluşturulan güçleri yönetme arzusunu körükledi
* Bu yazı “Sosyalist hareket, yenilgi ve özeleştiri” dosyası için kaleme alınmıştır. Dosyadaki yazı ve söyleşilerin tamamına ulaşmak için tıklayınız!
Sendika.Org’daki “Sosyalist Hareket, Özeleştiri ve Yeniden İnşa” dosyası başlıklara ayrılarak Excel tablosunda değerlendirilmiştir. Dileyen herkes üretilen tablo üzerinden çıkarım yapabilir.
Tabloya erişmek için tıklayınız.
Önce tüm yazıların spotları okunarak tablonun sütunları belirlenmiştir. Ardından tüm yazılar okunarak tablo oluşturulmuştur. Yazıların spotlarında olmayıp içeriklerinde bahsedilen ve tabloda yer almayan sorunlar tespit edilince yeni sütunlar açılmıştır.
Tablodaki sütunlar sola yöneltilen eleştirilerin nedenlerini ve yazarların sürece dair tespitlerini yansıtmaktadır. Sütun başlıkları hem yenilgi nedenlerine hem de yapılması gerekenlere dair tespitler içermektedir. Yenilgi tespitleri için yer alan sütun başlıkları şu şekildedir: Yenilginin seçimde değil çok öncesinden başladığı, halk ve işçi sınıfından kopukluk, egemenler arası saflaşmalara uymak (seçime daralma, belli mücadele türlerini mutlaklaştırmak), kadroların liberalleşmesi, devrimciliğin gereğini yapmamak (kitleden beklemek), aktüel içinde kaybolup dar grup çıkarlarından vazgeçmemek, doğru tahlil yapamama ve mücadeleyi güncelleyememe, araççı ve ikameci anlayış, bürokratizm, iktidar derdi olmamak, ekolojizm ve feminizmi sınıf üstü hale getirmek.
Yapılması gerekenlere dair sütun başlıkları şunlardır: Krizden çıkış için sosyalistlerin geniş birlikteliğini savunmak, yeni analizlerle kitlelerin eğilimlerine bakmak, mevcuttan kopup yeni bir kuruluş oluşturmak.
Bir de seçim sürecinin yenilgi olarak görülüp görülmediğine dair de bir sütun yer almaktadır.
Sola yöneltilen eleştirilere dair tespitleri de kendi içinde yoğunluklarına göre (yoğun, orta ve düşük) 3 bölümde sınıflamak mümkün.
Tespitlerin en yoğunlaştığı bölümde 38 yazarın 33’ü yenilgiye dair “halk ve işçi sınıfından kopukluk” tespitinde bulunurken 31 yazar da “egemenler arası saflaşmalara uymak (seçime daralma, belli mücadele türlerini mutlaklaştırmak)” tespitinde bulunmuştur. 38 yazarın 4’ü seçim sürecini yenilgi olarak görmemekte, 34 yazar yenilgi olarak görmektedir. Süreci bir yenilgi olarak gören 2 yazar ayrıca bu sürecin bir dönem sonu veya başlangıcı olduğu tespitinde bulunmuştur.
Tespitlerin orta seviyede yoğunlaştığı bölümde ise “solun iktidar derdinin olmaması” tespiti 17 yazar, “doğru tahlil yapamama ve mücadeleyi güncelleyememe” 13 yazar, “devrimciliğin gereğini yapamama ve kitleden bekleme” 12 yazar tarafından yapılırken 11 yazar yenilginin seçimden çok daha öncesiyle ilgili olduğu tespitini yapmıştır. Bu tespitler de genelde ortaklaştırılabilecek başlıklar olarak değerlendirilmiştir.
Tespitlerin daha az yoğunlaştığı bölümde 7 yazar “aktüel gündem içinde kaybolup dar grup çıkarlarından vazgeçememe”, 5 yazar “bürokratizm”, 5 yazar “kadronun liberalleşmesi” ve 5 yazar da “araççı ve ikameci anlayış” tespitlerinde bulunmuştur. “Ekolojizm ve feminizmin sınıf üstü görülmesi” tespiti ise 2 yazar tarafından yapılmıştır.
Yoğunlaşan tespitler özetlenirse seçimler bir yenilgi olarak algılanmıştır. Yenilginin nedenlerine dair ağırlıklı olarak “halk ve işçi sınıfından kopulup egemenler arası saflaşmalara uymak” tespiti öne çıkmaktadır. İktidar hedefi olmama, devrimciliğin gereğini yapmama, doğru tahlil yapamama tespitlerini ise devrim iddiasının yitirilmesi, savrulma ve türevleri şeklinde ifade edilmektedir. Yenilginin seçimden çok daha önce başladığına dair tespitler ise solda yapısal sorunlara işaret etmektedir. Daha az yazarın yoğunlaştığı tespitler arasında “ekolojik ve feminist mücadeleyi sınıf üstü gören anlayış” tespiti dışında bırakılırsa tamamı “kendi pozisyonunu muhafaza etmek” şeklinde ifade dilmektedir.
Yapılması gerekenler konusundaki tespitlerin “krizden çıkış için sosyalistlerin geniş birlikteliğini savunmak” baskı ve yenilgi karşısında güdüsel bir davranış formu olarak belirmiş ve olanı korumak anlayışının tezahürleri şeklinde okunmaktadır. Diğer iki yönelim olan kitle eğilimlerine bakıp mevcuttan koparak yeni bir biçim oluşturmak eğilimlerine bakıldığında solun yapısal sorunlarına işaret etmektedir.
***
En çok ortaklaşılan tespiti incelersek şu soru sorulabilir: “Neden işçi sınıfından kopup egemenlerin saflaşmalarına göre hareket edildi?”
Sorunun çok sayıda öznel nedeni olabileceği gibi nesnel nedenleri ve öznel nedenleri meşrulaştıran örgütsel nedenleri olabilir. Öznel ve örgütsel nedenler elbette kişilerin ve örgütlerin sorunudur. Nesnel bir sorun olup olmadığına bakmakta fayda bulunmaktadır.
Sosyalistlerin işçi sınıfından kopma eğilimi aslında bir bakıma işçi sınıfının sosyalistlerden kopma eğilimi olarak da okunmalıdır. Aynı eğilim sosyalistlerin gerçekten kopup sanala yönelme eğilimi ile koşut ilerlemiştir. Bu sürecin tamamı bilişim teknolojilerinin gelişip insanın, bilginin metalaştığı ve datalar haline getirildiği, savaşların bölgeselleştiği ve göçmen işçiliğinin ana akım işçi ulusu haline geldiği, niteliksizleştirme ve güvencesizleştirmenin iç içe yaşandığı dönemde yaşandı. İşçi sınıfının niteliği ve niceliği değişirken sosyalistlerin çoğunun kafasındaki işçi sınıfı algısı ve analizleri değişmedi. Dolayısıyla ya devrim iddiasından uzaklaşıldı ya da geçmişin devrimci faaliyet yürütme algısı muhafaza edilerek yeni olan yalnızlaştırıldı veya yeniye dair yönelimler önemsizleştirildi. Ortaya çıkan muhafazakarlaşma eğilimi ile işçi sınıfından kopukluğun ortaklaşması yapısal bir nedene işaret etmektedir. Oyun değişmiştir ancak sosyalistler oyunlarını değiştirmemişlerdir.
Oyun değişirken elbette oyuncular da değişmiştir. 2012’den itibaren (Suriye savaşını başlangıç olarak aldım, elbette çok daha öncesinden bu sorun biliniyor) göçmen işçiler sorunu biliniyordu. Sol, kimi bahanelerle bu soruna kapsamlı bir müdahalede bulunmadan 11 yılı geride bıraktı. Geçen bu 11 yılda bırakınız seçimleri, konfederasyon genel kurulları kadar kıymeti olmadı göçmen işçi meselesinin. Ya da bir sınıf tahlili yaparken sınıf bileşenlerini kendi örgütleyebildiği veya temas edebildiği bileşenler olarak tarif etmek veya kendi ilişki kurduklarına proletarya arasında tuhaf bir öncülük misyonu yüklemek (ki kendilerine yüklenen bu misyondan bir de işçilerin haberi olsaymış iyi olabilirmiş) gibi komik tespitleri de maalesef görüyoruz.
Peki sosyalistler işçi sınıfından neden koptular, bu kopuş nasıl yaşandı?
Bu sorunun yanıtının sosyalistlerin devrim fikrinden kopması ile paralellik gösterdiğini söyleyebilirim. Yukarıdaki soruya vereceğim yanıt, bizlerin devrimci siyaset üretirken edindiğimiz pozisyonlar ile burjuva hayat arasında denge kurup bu dengeye teslim olmamızdır. Aktüel gündemin veya hayatın olağan akışında hareket etme eğilimi nedeniyle mevcut pozisyonunu terk edememe, devrimciliğin rutin birtakım faaliyetlerle kendi içinde çeşitli rıza üretme mekanizmaları geliştirerek (araçların amaçlaştırılması vb.) daralmasına neden olmuştur.
Bir diğer mesele de burjuvazinin baskı altında tuttuğu ezilen tüm kesimlerin isyan etmesini önlemek veya kontrol altına almak için “sosyal sürdürülebilirlik” konseptinde ezilenlere “nefes alacak boşluklar” tanımasını muhalif kesimlerin kendi kazanımları olarak görme yanılgısına düşmesi “doğru tespit” konusunda inandırıcılığın yitirilmesine neden olacağı gibi proletarya içindeki isyan dinamiklerini de liberalleştirebilmektedir.
Gerçekliğin yitirilmesine hizmet eden bir diğer unsur da denenmeyen politikaların denenmiş gibi gösterilerek bu politikaların yenilgiyle sonuçlandığının söylenmesidir.
Sınıftan kopukluk bir bakıma kendi bağımsız gücünü yaratmak yerine daha kolay olan söylemler üzerinden siyaset üretiminin tercih edilmesine veya bu tercihlere karşı herhangi bir direnç gelişmemesine neden oldu. Gelişen bilişim teknolojilerine solun sirayeti sonucu temassız propaganda süreçleri ağırlık kazandı. Bu süreç solda “konakçılık” eğilimini, yani kendi güç oluşturmayıp başkası veya başkaları tarafından oluşturulan güçleri yönetme arzusunu körükledi.
Bu sorunların çözülebilmesine dair eleştirilerin pratikte gerçekleşeceğine dair bir bilmişlik hali de söz konusu. Bilmişlik diyorum çünkü örneğin “Hopa, Fatsa’nın eleştirisidir” denilebilmiştir. Bu söylemin sorunlu tarafı aynı coşkunluğu temsil etmemesi değil, tespitin dayandığı bir kriterin olmayışıdır. Yaşanan sürecin pratikteki eleştirisinin ölçütü ne olmalıdır? Burjuva siyasetin izin verdiği alanlarda kitleselleşmek midir? Ya da belirleyen olmak mıdır? Belirleyen olma durumu, 2015 seçimlerinde temel belirleyenin kendi sendikası tarafından yükseltilen asgari ücrete zam talebinin seçimleri belirlediğini söyleyerek mi kazanılmaktadır?
Bir diğer mesele yeni bir sürecin başlatılması meselesidir.
Sistemin çelişkilerini, devrimci durumları, yumuşak karın noktalarını, örgütün nerelere kurulacağını ve nerelere müdahale edileceğini belirlemek gerekmektedir. Bu süreçte kadroların veya şeflerin hayatlarını eskisi gibi devam ettirebilecekleri ölçüde değil, sürecin gereklerine göre bu kimselerin yaşamlarının belirleneceğinin bilincine varılması gerekmektedir. Eğer aynı şeflik ve önderlikler iki sene sonra aynı hayat koşullarını sürdürüyorlarsa emin olmalıyız ki yanlış yoldayız. Çünkü önderliklerin kadrolarını ve ekiplerini, kendilerinin dönüştüğüne inandırmaları AKP’nin yüzbinlerce kişiyi “kendinden önce elektrik olmadığına inandırmasından” daha kolay olacaktır. Bu nedenle fiili ölçütler ve göstergeler belirlenerek bunlara uyulması gerektiğini düşünmekteyim.
Yukarıdaki süreci kanıtlamak için basit bir soru soralım: 25 yıllık süreçte aynı önderlikler tarafından karşılanan “yeni” ve “kritik” süreçler doğru bir biçimde geçildi mi? Yanıt evet ise bugün neden bu haldeyiz! Yanıt hayır ise neden eski şefler hala siyaset sahnesindeler!
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.