TİKB’nin kurucularından, MK üyesi, ilk askeri komutan, gözü pek komünist savaşçı Osman Yaşar Yoldaşcan’ı “hücum ruhunun mimarı” olarak tanımlamamız boşuna değil. Her birimiz üzerindeki sımsıcak otoritesi, düşünülmeyeni bulup çıkarma ısrarı, olmaz denileni olur haline getiren stratejik bakışıyla bize tarifsiz bir hazine bıraktı
“Toplumsal yaşam özünde pratiktir. Teoriyi gizemciliğe götüren tüm gizemler, akla uygun çözümlerini, insan pratiğinde ve bu pratiğin kavranmasında bulur.” (Engels, Feurbach Üzerine Tezler)
Savaşan bir partinin saflarında -yaşıyor ya da ölümsüzleşmiş olsun- yer alanlar ve mücadelesini daima bir adım ileriye taşımaya çalışanlar hayranlık yanında merak da uyandırırlar. Hangi etkenlerin sonucu olarak ölümüne bir mücadeleye atılmıştır, nelerden etkilenmiş neler biriktirmiştir zihninde ve ruhunda? Koşullar ne olursa olsun onun ileri atılma cesaretini körükleyen asıl dinamik nedir? Olağan ya da -farklı kesimler açısından- “imrenilesi” bir yaşam sürme imkânı varken neden böyle bir yolu tutmuş ve ısrarla yürümüştür? Bu soruların basit bir yanıtı yoktur. Çünkü hangi etkenlerin hangi yoğunluk ve sıklıkla üst üste geldiğini ve bunların kişiyi hangi özelliklerinden yakalayarak çoğalttığını bilmek mümkün değildir -bazen kişinin kendisi bile yeterince çözümleyemez bunu. Ateşi tutuşturan kıvılcımı bulup çıkaramaz…
Bu devindirici etkenlerin en başında kuşkusuz içinde yaşadığımız koşullar gelir. Nasıl bir ortama doğduğumuz, tarihsel-toplumsal ilişkiler, kitle hareketinin gücü ve etkinliği… Varoluşun en kadim sorusu çıkar karşımıza burada: Yaşamın anlamı nerede gizlidir?
Kendini anlama, anlamlandırma ve asli sorumluluğu olarak değerlendirdiği gelişmelere etkide bulunarak kendini gerçekleştirme uğraşına girişme iradesi bütün bu soruları kesen temel yanıttır. Ancak bu koşullarda buluşulabilecek -ve anlam kazanacak- adımlardır kolektif bir mücadelenin bileşenlerinden biri olmamızı sağlayan. Kişisel özellikler, yetenek ve beceriler kolektif mücadeleyi besler; cesaret, irade, sakınmasızlık kişiyi devleştirir, uzun solukluluk bir anıt yaratır hemen yanı başımızda…
Bize ilah gibi görünen yoldaşlarımızı düşünürken -yeterince vakıf değilsek hayat hikayelerine-, hepimiz merak ederiz hangi yollardan geçerek buralara geldiklerini. Bu kararları verip mücadele ırmağına tutkuyla atılışlarını, debisi giderek artıp delicesine akan zorlu ırmakta yükselen bir ritimle yüzüşlerine hayran oluruz.
Toplumsal insan çelişkili bir bütünlüktür, fakat o ancak kendisini çevreleyen koşullarla birlikte anlaşılabilir. Eğer diyalektik materyalizme inanıyorsak her zaman aynı şekilde kalmayan bütün bileşenlere, sürece etki edip onu farklılaştıran etkenlere yoğunlaşmak gerekir.
***
’70’lerin dünyanın her yanında kaynayan ortamı bizim coğrafyamızda da kendisini hissettirmeye başladığında, eylemin gücü -özellikle gençlikte- etkisini göstermekte gecikmedi. Osman Yaşar Yoldaşcan önünden akıp giden hayatı seyredenlerden değildi. “Burjuva düşüncesine özgü düpedüz düşünsel seyircilik” (Marx) ona yabancıydı; sözünü söylemek, safını belirlemek, insanlara dokunmak, kendisinde içerili olanı onlarla paylaşmak, aydınlanışını onlara da bulaştırmak istiyordu. Bunda teyze oğlu Mehmet Fatih Öktülmüş’le[1] iç içe şekillenen toplumsallaşmış birey özelliklerinin tayin edici olduğunu düşünmemiz için çok neden var.
Osman, 1967 yılında girdiği üniversite sınavında 46 bin kişi arasında birinci olup ODTÜ Fizik Mühendisliği’ne kaydını yaptırır. Sınavı birincilikle kazanmışsanız yere göğe koyamazlar sizi; gazetelere fotoğraflarınızı basarlar bolca, bu birinciliğin sırrını çözmeye çalışırlar… O dönemde röportaj falan yapmaya çalıştılar mı bilmiyorum, fakat giriştilerse böyle bir şeye -Osman kabul etmiş olsa bile- elleri böğürlerinde kalmıştır büyük ihtimalle. Osman o kadar az konuşurdu ki, hele gerekmezse hiç! Derdini anlatacak birkaç cümle yeterli gelirdi ona, fazlası zaman ve sözcük israfı olarak görünürdü adeta. Saatleri, günleri bulan gelişmeleri “özetlemek” hiç de kolay değildir, bilirsiniz. Fakat işin içine zekanın bendinden taşan kıvılcımlar girince bu “özetler”i unutulmaz olarak yerleşir zihninize. Merkez Komitesi’ndeki yoldaşlar anlatmışlardı, bir defasında sorumlularıyla sürtüşme yaşayan ama gerçekte örgütten kopmak için bahane arayışındaki biriyle görüşmeye gider Osman yoldaş. Saatler sonra geri döndüğünde diğer yoldaşlar merakla sorarlar “Ne oldu, ne konuştunuz…” diye. Osman birkaç saniye duraksar, yüzünde hınzır bir gülümsemeyle saatlerce süren o görüşmeyi özetler: ‘Ben iyiyim dedi…’
O zamanlar ODTÜ Fen ve Edebiyat Fakültesi Dekanı olan Erdal İnönü, ondaki zekayı ve büyük bir fizikçi olma potansiyelini ilk fark edenlerdendir. Osman fiziği bırakıp komünistleşmeye yöneldiğinde onu bu kararından vazgeçirmek için çok uğraşır. Ama o seçimini yapmış, tarihsel akışta nerede duracağına karar vermişti. O, insanlığın kurtuluşu davasına ter akıtarak özgürleşme yolunu seçti, fiziği başkalarına bıraktı.
***
Onda zaten içerili olarak bulunan yetenek ve özelliklerin tümü örgütlü yaşamda farklı bir anlama büründü; büyüdü, çoğaldı, devleşti ve ilhamını gelecek kuşaklara taşıdı.
Sınır tanımayan ve sınırlanmaya da gelemeyen iradesi, örgüt güçlerinin tümünü kolektifin ihtiyaçları doğrultusunda bir biçimde -ama mutlaka- mevzilendirme ve onların yaşam boyu eğitiminde bunun ne kadar önemli bir dokunuş olacağını öngörmesiyle çarpıcıdır. Mücadelenin ihtiyaçları doğrultusunda yeri gelir becerikli bir “örgütçü”dür, yetenekli bir “asker”dir, baskı ve teknik işlerin çözümünde usta bir “teknikçi”dir, gözü kara bir “militan”dır, yorulmak bilmez bir “pratikçi”dir… Osman aynı anda bunların hepsidir.
TİKB’nin kurucularından, MK üyesi, ilk askeri komutan, gözü pek komünist savaşçı Osman Yaşar Yoldaşcan’ı “hücum ruhunun mimarı” olarak tanımlamamız boşuna değil. Her birimiz üzerindeki sımsıcak otoritesi, düşünülmeyeni bulup çıkarma ısrarı, olmaz denileni olur haline getiren stratejik bakışıyla bize tarifsiz bir hazine bıraktı.
Özgürlüğü, bilincine varılmış zorunluluk şarkısı olarak algılayan Osman Yaşar Yoldaşcan, onu hayatı boyunca kafa dinçliği, canlılık, güç ve sabırla dokumasını bildi. Tarih yapıcılarından biridir o da, ama fazlasıdır aynı zamanda. Sadece bizim için değil, TDH için de…
***
“Güngören’den Bağcılar’a
Pusu kurulmuş yollara
Kahpe pusu yetmeyince
Haber vermişler Ordu’ya…”
Osman Yaşar Yoldaşcan’ı faşist karanlığın etrafı kaplamaya başladığı bir gün, 29 Eylül 1980’de uğurladık ölümsüzlüğe. 12 Eylül faşizmine sıkılan “ilk kurşun” olarak kodladı onu bizim kadar tarih de… Işıltısını, baş eğmezliğini, olmazı olur kılan çabasını, zorluklardan yılmayan mücadele azmini, sımsıcak ama abartısız yoldaş sıcaklığını bırakarak gitti.
[1] 17 Haziran 1984: Kimdir Mehmet Fatih Öktülmüş?
https://sendika.org/2022/06/17-haziran-1984-kimdir-mehmet-fatih-oktulmus-oya-acan-alinteri-659265
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.