Sokak köpeklerinin haklarını hukuki ve politik olarakta korumak gerekmekte. Bir kap su, bir tas mama, biraz sevgi ama çokça yaşamları için mücadele gerekiyor
Sokakların güven(siz)lik sorunu son zamanların kuşkusuz en revaçtaki konusu. Daha da ilginç olanı ise bu sorunun tek nedeni olarak sokak köpeklerinin gösterilmesi. Neye baktığımız değil, nereden baktığımız önemli ise bizce sorunun sokak köpekleri ile en ufak bir ilişkisi yok ve olamaz. Gelin sorunun nedenlerini ve sonuçlarını birlikte deşifre edelim.
Güvenli “emniyetli, emin” anlamlarını taşımakta. Özünde ise bir şeyden korkma, korkutulmaya karşı güvende olma durumu söz konusu. Bu durumda güvenli olmayan mekanlar için iki durum bulunmakta: Ya birilerince korunacaklar ya da korkutulacaklar.
Aslında korkunun önce pompalandığı ardından “korkma, biz varız” denilen tersinden bir ideoloji ile karşı karşıyayız. Korku imparatorluğu içinde yaşıyoruz. Yaşamın gerçeklerinden kaçma, öteleme, siyaset dışı olmayı hakikat sayma, büyük sorunları yok sayarak kurtulma… Duyguların basitleşerek abartıldığı, sorgulama kavramının uçup gittiği, kolaycılığa teslim olmuş manik ruh hali bu imparatorluğun en göze çarpan belirtileri.
Tüm tehlikelerin üzerini örtmek adına sahneye sokak köpeklerini çıkarmak malesef gişe rekorları kırmaya yetmiyor. Güvenlik sorununu sokak köpeklerine indirgemek ve bu noktaya aşırı zoom yapmak diğer ana faktörleri karartmaya imkan vermiyor.
Sokakların güvenliği söyleminin altında iki önemli etmen bulunmakta. Birincisi, sokakların özelleştirilmesi ikincisi de bu özelleştirmenin korunması. Sokakların özelleştirilmesi konusuna daha önce değinmiş ve bunun “kentsel bölüşüm” ile birlikte ilerlediğini paylaşmıştım. Özelleştirmenin korunması ise kendilerini sokakların asıl sahibi ilan edenlerce yapılmaya çalışılmakta. “Ya bizdensin ya gidersin” pankartını taşıyan bu sahipler sokak köpeklerinin düşmanlaştırılması görevini de üstlenmiş durumdalar. Canlı statüsünden koparılmaya çalışılan sokak köpekleri adeta birer “organsız vücuda” dönüştürülmeye çalışılmakta.
Günümüz koşullarında güvenlik sorununu militarist yaklaşımlardan bağımsız düşünemeyiz. Güvenlik – tehdit – düşman üçlemesi sürekli birlikte yol almakta. Örneğin; gıda güvenliği denildiğinde aklımıza ilk olarak nedense GDO’lu ürünlerin yarattığı / yaratacağı büyük sorunlar, toprağın, suyun, çok yakında havanın özelleştirilmesi, tarım alanlarının yok edilmesi, açlık, tarımın kapitalistleştirilmesi vd. gelmiyor. Bunların yerine adı konmamış bir düşman ve ona karşı savunma refleksleri geliyor. Aynı şeyler sokak köpekleri için de geçerli. Ve hemen ilk damga yapıştırılıyor: Sokak köpekleri başıboş köpeklerdir!
Başıboş köpek tanımı “Bir kimseye, bir şeye bağlı olmayan, kendi isteğine göre hareket eden, sahipsiz köpekler” şeklinde yapılıyor. Oysa bu tanıma itirazlarımız olacaktır. Bir köpeğin sahipli olması için illaki tasmasını tutan birisinin, evde ya da bahçede kulübesinin olması gerekmiyor. Onunla sevgi bağı kuran, onu besleyen ve en önemlisi onun yaşaması için mücadele eden herkes sokak köpeklerinin sahibidir. Sokak köpekleri ve sahipleri arasındaki bağ sahte kurgulara değil gerçek dostluklara dayanır. Ve her sokak köpeğinin birden fazla sahibi vardır. Onları seven, besleyen birçok kişi olduğu içinde sokak köpekleri başıboş değil başı hoş köpeklerdir ve canlarımızdır.
Tabii ki başıboş köpek tanımı bilerek ve isteyerek kullanılıyor. En temel amaç da sokak ile hayvan arasındaki bağı koparmak, asimetrik çatlaklar oluşturmak. Bu çatlağın içini de kin, nefret, düşmanlık, saldırganlık ile doldurmak. Özünde başıboş köpek tanımı sağlam temellere sahip değil. Çelişkiler, sığ yaklaşımlar barındırmakta. Sokak köpeklerini başıboş ilan etmek, onları itibarsızlaştırarak hem güvenlik sorununu onlara ihale etmek hem de yapılan tüm şiddet eylemlerinin (dövmek, aç bırakmak, uzuvlarını kesmek, tecavüz etmek) üstünü örtmeyi amaçlamaktır.
Sadece sokak köpeklerini değil onlara gönülden bağlı sahiplerinin de ötekileştirilmesi söz konusu. Örneğin, neden son derece yüksek maliyetlerle alınmış, seceresi belli, yüksek fiyatlarla beslenen, bakılan, aksesuar alınan bir köpeğin sahibi “it perest” olmuyor da (tabii ki denmesine cepheden karşıyız) sokaktaki köpekleri besleyen, bakanlar için bu tanım yapılıyor? Nedenini daha önceki yazılarımızda detaylı şekilde açıklamaya çalışmış ve kısaca şöyle demiştik “Sokak köpekleri, para – mama – daha fazla para… döngüsüne girmeyip sermayeye para kazandırmadıkları için istenmez ilan edildiler”. Çıkar ilişkileri bu yönde olanlar da bunu desteklediler.
Sokağın normalleşmesi, gözetim ve denetim altına alınması köpeklerin yerinden alınıp barınaklara ya da şehir dışlarına atılması üzerinden gerçekleşecekse buna ciddi itirazlarımız olacaktır. Ben hiç eline silah alıp ateş eden, iş yeri basıp soygun yapan, uyuşturucu satan, tecavüz eden sokak köpeği görmedim! Ve hatta hayat pahalılığı, barınma, ulaşım, açlık, işsizlik, altyapı gibi sorunları yaratan sokak köpekleri de görmedim!
Yaratılan algı operasyonları ile asıl amaçlanan sokağın politik alanınını ele geçirmek ve çıkarlar doğrultusunda bunu sürdürmek, güvensiz politikaların üstünü örtmek. İşte burada söz bir kez daha başı hoş köpeklerin sahiplerine gelmekte. Çünkü sokak köpeklerinin haklarını hukuki ve politik olarakta korumak gerekmekte. Bir kap su, bir tas mama, biraz sevgi ama çokça yaşamları için mücadele gerekiyor.
Sokaklarda binbir zorluk altında yaşam mücadelesi veren başı hoş can dostlarımıza ithaf ettiğimiz yazımızı başladığımız gibi bitirelim: Sokakların güven(siz)lik sorununun nedeni başı hoş köpekler değildir!
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.