Solun adeta bir alt kültüre dönüştüğü, bir tutum ve mücadele tavrı olmaktan çok kimlik olarak benimsendiği bir dönemde sol sosyalist hareketlerin bu denli güçlü olduğu kentte bir işçi direnişi nasıl yürüyordu? Hele de seçim sonrası sol ile işçi sınıfı arasındaki bağın zayıfladığı eleştirileri bu denli gündemdeyken
Dersim’in adını ilk kez o sakin ama isyankar ezgi ile duymuştum: “Dersim dört dağ içinde”
Şimdi adını ilk kez onun sesiyle duyduğum Ferhat Tunç da dahil binlerce insanının sürgünde olduğu bir şehir Dersim. Yakın tarihe adı, isyanlarla ve Türkiye toplumsal mücadelelerine mal olmuş yüzlerce devrimci evladı ile geçen bu şehre ilk gidişim bir işçi direnişine tanıklık etmek üzere oldu.
9 Ağustostan beri direnen Enerji-Sen üyesi FEDAŞ işçilerinin direnişini yerinden görmek, bu direnişi örgütleyen Enerji-Sen ekibine destek vermek üzere eylül ayının ilk günlerinde kentteydim. Dersim’deki FEDAŞ işçilerinin bildiğim ilk direnişi bu değil aslında. 10 yıl kadar önce, Sendika.Org’un rutin gündem toplantılarında emek haberlerine bakan arkadaşımız Alp’in sunumuyla takip ettiğimiz bir başka direniş olmuştu. İnsanca yaşayacak ücret ve insan onuruna yakışır çalışma koşulları için 2013’te gerçekleşen ve 38 gün süren direniş işçilerin taleplerinin kabul edilmesi ve Enerji-Sen’in Dersim’e kök salmasıyla sonuçlanmıştı. Direnişten geriye, ilerleyen yıllarda belleklerimizden silinmeyen Fırat Aksa tabelasının üzerine asılmış “Bu iş yerinde grev vardır” yazılı pankart görüntüsü ve sendika yöneticilerine “yasa dışı grev yapmak” suçundan verilen para cezası kalmıştı.
Bu 10 yılda çok şey yaşandı, çok fazla şey değişti. Elektrikte özelleştirme sonrası oluşturulan bölgelerden birisi olan Fırat Aksa “Elazığ, Malatya, Bingöl, Tunceli” bölgelerine elektrik hizmeti sunan bir şirket. Bu şirkette Tunceli dışındaki kentlerde Türk İş’e bağlı TES-İŞ sendikası örgütlendi, toplu sözleşme yaptı. Ama Dersim işçisi tam da kendine yakıştığı gibi birlikte kavgaya girip kazandığı DİSK/Enerji-Sen’den vazgeçmedi. Üstelik 2013’te direnerek kazandıkları ek hakları da yine kendi örgütlülükleri sayesinde uzun bir süre korudu. Ama takvimler 2023’e geldiğinde zaman akmış, sarı sendikanın bölgedeki enerji işçilerine yönelik kuşatması daralmış, işçileri mahkûm ettiği asgari ücret ve ağır çalışma koşullarının soluksuz bıraktığı Dersim işçisini bir kez daha hakkını aramak için harekete geçirmişti.
Türkiye’deki mevcut sosyalist hareketlerin neredeyse tamamının tabanının bulunduğu bir şehir Dersim. Halkın örgütlü iradesi, örgütlenme bilinci tüm Türkiye’nin malumu. Hatta farklı tarihlerdeki siyasi darbe ve baskı süreçleri nedeniyle mülteci olmak zorunda kalan ve dünyaya yayılan Dersimliler sayesinde tüm dünyanın da malumu olduğunu söylemek yanlış olmaz.
Solun adeta bir alt kültüre dönüştüğü, bir tutum ve mücadele tavrı olmaktan çok kimlik olarak benimsendiği bir dönemde sol sosyalist hareketlerin bu denli güçlü olduğu kentte bir işçi direnişi nasıl yürüyordu? Açıkçası biraz bunu da merak ederek gittim kente. Hele de seçim sonrası sol ile işçi sınıfı arasındaki bağın zayıfladığı eleştirileri bu denli gündemdeyken.
Kente varır varmaz ilk durağım direnişin sürdüğü Aksa Fırat binası oldu. Halk arasında halen TEDAŞ binası olarak geçen binanın bahçesinde direnişteki işçiler kalabalık bir şekilde oturuyordu. Binanın “mavi yaka” ve “beyaz yaka” girişi ayrıydı. (Bu tabir bana değil, işyerindeki yerleşik dile ait.) Direnişçiler elbette mavi yaka tarafındandı. Beyaz yakanın örgütlenmesi söz konusu olunca Dersim’de bile olsanız örgütlenmek zor oluyordu demek ki.
Binanın “mavi yaka” bölümü yereldeki şirket yönetimi tarafından direnişçilere terk edilmiş. Ofisler, mutfak ve dinlenme alanları direnişteki işçilerce kullanılmaya devam ediyor. Bu durum direnişin 25. gününde ziyarete gelen EMEP Gaziantep Milletvekili Sevda Karaca ve Antep’teki Şireci Tekstil direnişini yürüten BİRTEK-SEN Genel Başkanı Mehmet Türkmen’in şakalaşmasına konu oldu. Sevda ziyaret sonrası konuk oldukları misafir odasında klimanın serinliğine ve ikram edilen çaylara gülümseyerek Antep’te Şireci Tekstil’in yerinin ıssızlığı ve işyerine alınmayan işçilerin bir bardak soğuk su dahi bulamayacak kadar zorlu koşullarda direndiğini anımsattı. Belki koşullar farklıydı ama Antep’ten Dersim’e aslında emeğin kavgası da davası da aynıydı. Şireci Tekstil direnişinden gelen bir işçinin koridordaki Dersimli enerji işçisine “Bu koşullarda sizin artık sadece ücret değil, bu işyerini nasıl elbirliği ile yönetiriz diye tartışmanız gerekir bence” dediğini sohbete konuk olan Enerji-Sen örgütlenme uzmanı Cihan aktardı daha sonra.
Direniş alanını kentte kaldığım 3 gün boyunca ziyaret ettim. Gördüğüm şey aslında örgütlü bir halkın her durumda ezilenlerin dayanışmasını ortaya koyabildiğiydi. Bu bizzat kendilerinin elektriksiz kalma ihtimali söz konusu olsa bile böyleydi. Direniş alanında gördüğüm bir çift vardı: Yıldız ve Ali Gerçek.
Yıldız abla her akşam temiz pak giyiniyor, bazı günler boynuna inci kolyesini de takıp geliyordu işletme bahçesine. Bahçeye girip kalabalığın yanına gelince “Yoldaşları bir göreyim dedim” deyip oturuveriyordu. Bu hitabı uzun süredir duymamıştım. Ama gündelik yaşamları, yakınları ve hatta çocukları sosyalist mücadelenin parçası olan Dersimlilerin çoğu direnişteki işçilere böyle sesleniyordu. Alana ziyarete gelen özellikle orta yaş üstü pek çok kadın ve erkek yüzlerinde bir gülümse ile “Yoldaşlara bakalım dedik” diyerek içeri giriyordu.
Kentte kaldığım 4 günde 3 eyleme katılma fırsatı buldum. Her cuma günü direnişlerini kent merkezinde bulunan Sanat Sokağı’na taşıyan enerji işçileri bu eylemlere en az 15-16 araçtan oluşan bir araç konvoyuyla gidiyor. Kornalar, ıslıklar, şarkılar ve araçlardan sallanan Enerji-Sen flamaları ile kent baştan başa katediliyor. Benim bulunduğum gün Yıldız abla konvoya işyerinden işçilerle birlikte katılmak için erken gelmişti, onu Enerji-Sen Genel Başkanı Süleyman ve Genel Sekreteri Emin araçlarına davet etti. Kendisi için ayırdığı flamanın Süleyman’da kaldığını gören Yıldız abla flamayı ısrarla istedi ve fotoğrafta da gördünüz gibi flamasını başkana bile kaptırmadı.
Dersim politik bir şehir ama yıllardır kente yönelik ağır baskı ve devlet şiddeti kenti yıpratmış. 2016’daki darbe girişimi sonrası başlayan OHAL uygulaması kentin demografik yapısını etkilemiş. Anlatılanlara göre binlerce genç yurtdışına iltica etme yolunu seçmiş. Bu nedenle 38 bin kişilik kentin genç nüfusu azalmış. Bu gibi etkenler nedeniyle kentte toplumsal mücadelelerin eskiye oranla yeterince etkin ve güçlü gündem olamadığı söyleniyor. Direniş alanında tanıştığım Eğitim Sen yöneticisi Raife direnişle kentteki ölü toprağı serpilmiş havanın kalktığını, yeniden bir canlılık yakalandığını söylüyordu. Kendi klasik cuma eylemlerinden 3’üncüsünü tamamlayan Enerji-Senliler aynı gün gerçekleşen 1 Eylül Dünya Barış Günü eylemine de etkin katılarak eylemin daha kitlesel ve canlı geçmesini sağlayınca kastedileni anladım. Bu katılım nedeniyle mi bilinmez uzun bir zaman sonra ilk defa kentte açıklamanın yapılacağı Seyit Rıza Meydanı’na kitlesel yürüyüş yapılmış ve fiili yürüyüş yasağı aşılmıştı.
Çalışmaktan kaçınma hakkını kullanan enerji işçilerinin eylemini kırmak için halkı işçilere ve Enerji-Sen’e düşman etmek isteyen yerel yöneticilerin girişimleri de Dersim halkının dayanışmacı duvarına çarpmıştı. 186 ihbar hattına gelen elektrik arızaları bildirimi aramalarına işveren tarafından sendikanın Genel Sekreteri Emin Atsız’ın numarası verilerek yanıt verilmiş bir süre. Emin, şirketin kentte elektriği kesilen, mahallesinde enerji akışında arıza olan yurttaşlara numarasını dağıttığını, her arayana neden direndiklerini izah ettiklerini ve anlayışla karşılandıklarını aktardı. Böylece şirketin direnişçilerle halkı karşı karşıya getirme girişimi boşa düşmüş. Direnenler de Dersim’in evladıydı sonuçta. Dile kolay 125 Dersimli enerji işçisi, onların aileleri, yakınları ve sevdiklerini hesaba katınca kentin önemli bir kısmı direnişin zaten doğal tarafı.
Direnişin ilk gününden beri şehirde olan Enerji-Sen Genel Sekreteri Emin Atsız ile kent merkezinde yaptığımız kısa yürüyüşte birçok kişinin kendisi ile selamlaştığını, destek mesajı ilettiğini gördüm. Hatta yanımıza gelen ve geçimini süt üreticiliği ile sağlayan bir yurttaş “Başkanım direnişinizde yanınızdayım. Geçen gün elektrikler kesildiği için 50 kilo sütüm ziyan oldu. Suçlusu siz değilsiniz elbette, sizi böyle çalıştıran şirket” dediğinde inanmakta güçlük çektim. Normalde direnişçilerin dert anlatması gereken halk kendisi direnişçilere moral veriyordu. Civardaki lokantalardan direnişe yemek gönderenler, Munzur gezisi için şehre gelip önce direnişe uğrayanlar, geçerken uğrayanlar derken aslında direniş, şehrin uğrak bir merkezine dönüşmüş.
Direnişçilerin işyeri kapısının hemen yanına astıkları pankartta şöyle yazıyordu: “Açlığa, sefalete, yoksulluğa karşı çözüm ellerimizde çözüm mücadelemizde.” Bu sözler aslında sendikal mücadelenin yol ve yönteminin çokça tartışıldığı bir dönemde anlamlı. Dersim’deki bu direniş Antep’teki tekstil işçilerinden İzmir-Agrobay’da direnen sera emekçilerine, İstanbul’da Trendyol Depo işçilerinden Eskişehir’deki Doruk Madencilik emekçilerine uzanan ülke sathına yayılmış bir sınıf hareketleri dalgasının parçası. Pandeminin hemen ardından başlayan ve yıkıcı ekonomik kriz ile salınım hızı artan, uzun dönemli bir sınıf hareketleri kuşağının ortasında hatta belki de henüz başında bir yerlerdeyiz. Bu kuşak geleneksel sendikal modelleri, yol ve yöntemleri aşıp yeni bir hat kuracak yeni yollar açacak olgunluğa henüz erişmiş değil. Sendikalara biçilen işkolu modeline dayalı dar gömleği yırtıp sınıf içi parçalanmayı aşacak bir modeli yaratacak; ücret ve çalışma koşullarını toplu sözleşme masasında belirleme gibi sınırlı bir mücadelenin yerine güvencesizliğin her veçhesine karşı mücadele araçları geliştirecek bir noktaya zamanla varacaktır. Bu yolda zincire eklenen her bir halkanın değeri bu kuşağın etkin bir sınıf hareketi olarak ortaya çıkabilmesi ile daha net anlaşılacaktır. Dersim direnişini kıymetli kılan etkenlerden birisi de bence bu.
Direniş ziyaretinde kente dair fark ettiğim şeyler de oldu. Örneğin yeni seçilen Yeşil Sol Partili vekil Ayten Kordu kentte çok seviliyor. Direniş konusunda da diğer gündemlerde de atak davrandığı, dayanışmacı ve mücadeleci bir tavır sergilediği aktarıldı. Direniş alanına düzenli geldiği halde ben kendisini hep kıl payı ile kaçırdım.
Bir diğer anlamlı detay ise kentte bulunan sanatçıların da direnişin aktif destekçisi olması. Grup Munzur’dan tanıdığımız Şenol Akdağ sık sık direniş alanının konuğu, eylemlerin parçası. Gelenleri neredeyse ev sahibi gibi ağırladığı söylenebilir. Bu kadar kıymetli bir diğer isim ise Metin Kahraman. İlk gün şehir merkezindeki eylemde onu gördüğümde bir hayli mutlu oldum. Kendisi sesi ile kederli gecelerimizin dert ortağı olduğu kadar fotoğrafta da gördüğünüz üzere mücadelenin de ortağı.
Dersim ve direnişe dair keşke başkaları da bilse diyerek gördüğüm detaylara dair bu yazıyı bitirirken bir itirafta bulunmasam olmaz. Evet Dersim dört dağ içinde, evet Munzur ve kıvrıldığı vadi son derece etkileyici… Yine de Dersimli bir dostumun Karadenizli olmam nedeniyle şakalaşmak için yazıya giriş önerisi olarak sunduğu sözlerle yazıma son veriyorum: “Dedikleri kadar yeşil değilmiş”.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.