Üstü çıplak, altında mavi beyaz çizgili pijaması… Bayram Kuzu’dur adı. Bayram Çavuş diye seslenir ona köylüler… Onu gazetelerde, televizyonlarda görenler içinse Hopdediks’tir o. Hık demiş burnundan düşmüştür… Asteriks ile Hopdediks, Bergama direnişinde eküri olurlar. O da sanki çocukluğunda direniş iksiri kazanına düşmüştür
MÖ 50. Neredeyse her yeri işgal etmiş istilacı Roma, gel gelelim bir türlü Galya’yı düşüremez. Hem güçlülük iksiri içiyordur bu Galyalılar, hem de özgürlükleri baş taçlarıdır… Özgürlüklerini verecek göz yoktur onlarda… İsterse Sezar çıksın karşılarına… Ne gam… Asteriks, en yakın arkadaşı Hopdediks, Hopdediks’in dünyada bilinen tek çevreci köpeği İdefix ve tüm Galyalılar Sezar’a karşı ayaktadır. Hopdediks zaten çocukken güç iksiri kazanının içine düşmüştür. Güç iksiri deyip geçmeyelim, tam adıyla söyleyelim: “Deve gücü, tazı hızı şerbeti” dolu bir kazandır içine düştüğü… Onun gücü hiç tükenmez, hızı hiç kesilmez. İşte onlar, tüm Galyalı yoldaşlarıyla birlikte, topraklarının bir lokmasını, yaşam alanlarının bir zerresini, ağaçların bir dalını, kuşların cıvıltısını, bir tek insanın değil, tek bir canlının tek bir nefesini Romalılara vermemek için direnirler. Metnini René Goscinny’nin, resimlemesini Albert Uderzo’nun, Türkçe çevirisini de Ahmet Tulgar’ın deyişiyle “Türkiye’nin ömürlük sesi, Türkçe’nin sivil neşesi” Halit Kıvanç’ın yaptığı Fransız çizgi romanı Asteriks, bir direnişler serisidir. Asteriks’in kahramanlarının isim babası da Halit Kıvanç’tır. Hopdediks, Toptoriks, Dertsiziks isimleri onun hayal gücünün eseridir. Hopdediks’in içine düştüğü şerbetin adını da o koymuştur: “Deve gücü, tazı hızı şerbeti.”
1992’de Bergama’da siyanürle altın madenciliğine karşı topraklarını, ormanlarını, canları, canlarını, yaşama alanlarını korumak için kadınlar önde, erkekler arkada Bergamalıların direnişi ilk ekolojik direniştir Türkiye’de. Oysa Bergamalılar, bölgeye altın madeni açılacağını duyunca sevinmişlerdir önce. Evet geçimlerini topraktan kazanırlar, tarım yaparlar, hayvancılık yaparlar ama güvencesi yoktur bu işlerin… Haliyle getirisinin güvencesi nereden olsun? Madende işe girdiler mi hayatları da düzene girecektir. Ta ki, aranıp bulunacak altının siyanürle ayrıştırılacağını duydukları anda pıs diye söner sevinçleri. Bergama Belediye Başkanı CHP’li Sefa Taşkın, kasabaya bilim insanlarını davet eder. Kadın, erkek köylüler toplanır. Köylüler sorar: Nedir bu siyanür? Bilim insanları anlatır: Siyanürün doğaya, çevreye, cana tahribatının dönüşü yoktur. Bilim insanları sorar: Altın dediğimiz nedir? Parıl parıl parlayan, şu çok değerli sarı maden midir altın? Saraylardaki taht mıdır? Koldaki bilezik, beldeki kemer? Yastık altındaki midir? Köylüler yanıtlar: Söz konusu Bergama ise altın bunların hiçbiri değildir. Bergamalı Hüseyin Doğan, verdiği bir röportajda altın nedir, bilgece, tek tek sıralar: “Bizim için zeytin altın, pamuk altın, arıcılık altın, tütün altın… Şu gördüğünüz her şey altın… Ancak bu altınları biz yerin altındaki altınların çıkarılmasıyla kaybedeceğiz.” Yıllar sonra Kaz Dağları’nda Bergamalı Hüseyin’in dediğini bir cümlede toparlar direnişçiler: “Yerin üstü altından değerlidir!”
Bergama’da maden arama ruhsatı alan şirket Eurogold Madencilik AŞ’dir. Tarih 16 Ağustos 1989’dur. Maden ruhsatını Esan Eczacıbaşı şirketinden rödovans yöntemiyle devralmışlardır. Bergama’da toplam on yedi köyün ortasında, Ovacık’ta 1991’de inşaatı başlayan bu kuruluş, Türkiye’nin ilk altın arama ve siyanürle çıkarma kuruluşudur. İnşaat başlar da Bergamalılar durur mu? “Hop” diyeceklerdir. Biliyorlardır artık siyanür tahribatının dönüşünün olmadığını… Sadece köylüler mi hop diyecekler? Olur mu öyle? İzmir Çevre Hareketi Avukatları, bilim insanları, meslek odaları, çevre örgütleri, Bergama’daki siyasi parti temsilcileri birlik olup Bergama Çevre Platformu’nu kurarlar. İlk sözcü olarak CHP İlçe Başkanı Oktay Konyar’ı seçerler. Başında kasketi, pos bıyıklı, ufak tefek bir adam… Mücadele nerede Oktay Konyar orada… Direniş iksiri içmiş sanki… Sanki Galyalı Asteriks… Birbirinden yaratıcı, renkli ve eşi benzeri olmayan sivil itaatsizlik önerileri ondan çıkar. Elbette Bergamalı kadınların, erkeklerin cesaretleri ile hayata geçer hepsi… Şiddet kullanmayacaklar, sakin olacaklardır. Bu kalp unutur mu hiç o şiddetsiz eylemleri? Köylerinden Bergama’ya tek başlarına bile gitmemiş olan kadınlar, köy giysileriyle yollara düşecek, başlarında yemenileri, altlarında şalvarlarıyla, erkeklerse üstleri çıplak olarak katılırlar yürüyüşe… O da ne? Hopdediks de yürüyordur Asteriks’in yanında… Üstü çıplak, altında mavi beyaz çizgili pijaması… Bayram Kuzu’dur adı. Bayram Çavuş diye seslenir ona köylüler… Onu gazetelerde, televizyonlarda görenler içinse Hopdediks’tir o. Hık demiş burnundan düşmüştür… Asteriks ile Hopdediks, Bergama direnişinde eküri olurlar. Hopdediks, 1991’den öldüğü 2001 yılına kadar Bergama direnişinden vazgeçmeyecek, sivil itaatsizlik eylemlerinde yer alacaktır. O da sanki çocukluğunda direniş iksiri kazanına düşmüştür. Bu iksirin içinde hak, hakikat, adalet, vicdan, doğayı kucaklama, bilime inanç, kendine güven vardır. Burada Bergamalı direnişinin en önde gelen emektarlarından Çamköylü Sebahat Gökçeoğlu’nu anmamak olmaz!
İlk başvuruyu, altın madeni kuruluşunun açılmaması için Çevre Bakanlığı’na yapan avukatlar, Çevre Bakanlığı’nın gerekli izinleri aldıklarını bildirmesi üzerine ilk davayı açarlar. Eylemler de davalar da birbirini takip eder… Öyle ki 1991’den beri üç kez el değiştiren maden şirketi 2001 yılına kadar açılamaz, faaliyete başlayamaz. Bergama avukatlarından Arif Ali Cangı, rahmetli Noyan Özkan ve Senih Özay’ı da analım burada. Bergama ve Kaz Dağları savunma avukatı, milletvekili Can Atalay’a da koca bir merhaba diyelim… Özgürlük kokan bir ormanın esintisiyle…
1993’te zeytin ağaçları ve çam ağaçları kesilir. 15 Kasım 1996’da Bergamalılar, İzmir-Çanakkale yolunu 6 saat trafiğe kapatırlar. 10 gün sonra müthiş bir yağmur yağar. Yağsın! Bergamalı köylüler, durmaksızın Chopin’in Cenaze Marşı’nı çalan Bergama Belediye Bandosu ile düşer yollara… Ellerinde tabutlar, dillerinde “mezarlarımızı kazmayın” sloganları… 1997’de madende ilk dinamit patlatılır… Öyle böyle değil… 4 bin dolayında Bergama köylüsü toplanır, 22 Nisan 1997’de sabaha karşı, maden sahasını işgal eder… Otobüslerle İstanbul’a giderek kendilerini Boğaziçi Köprüsü’ne zincirleyip trafiği 2 saat durdururlar. Aynı yıl, yargı kararı uygulanmayınca, “Madem devlet bizi saymıyor, biz de kendimizi saydırmayız” diyerek, nüfus sayımında neredeyse Bergama’ya bağlı 17 köyde 10-15 bine yakın Bergamalı kendisini saydırmaz, sayımı boykot eder. Kendini saydırmayacaklardan biri de Bergama Belediye Başkanı Sefa Taşkın’dır. O da verdiği demeçte şöyle der: “Köylüler ‘Devlet bizi saymıyorsa, biz de kendimizi saydırmayız’ diyor. Cezaya razılar. Gerekçeleri haklıdır. Sonuna kadar destekliyorum. Bergama köylüsü, hükümete küskündür. Ben de kendimi saydırmayacağım.”
Bergamalı köylülerinin sivil itaatsizlik eylemleri, olağanüstü ses getirir. Ulusal dayanışma taşar… Uluslararası dayanışma doğar. Bir çevre bilinci oluşturur Bergamalı köylüler. Bize ve elbette gelecek kuşaklara sadece bugüne kadar görülmemiş protesto biçimleri göstermekle kalmazlar, sadece direnişi değil direnişin kültürünü de öğretirler… Artık biliriz: Hakkını şiddet içermeden bilgiyle, zekâyla, dayanışmayla aramak en büyük direniştir. Bu, Bergamalı köylülerin Türkiye’ye mirasıdır.
Pınarköylü 75 yaşındaki üç çocuk babası Bayram Kuzu, felç geçirip de hastaneye kaldırıldığında Eurogold’tan bir çiçek gelir. Geçmiş olsun çiçeği… Bayram Çavuş, çiçeği kabul etmediği gibi almaz da odasına. O aralar reklam teklifi de alır. Onu da kabul etmez “Mücadelemize gölge düşürür” diye… Yoktur parada gözü… Son nefesini verdiği 25 Ocak 2001’de Pınarköy’de alkışlarla tabiat ananın kucağına verilir sonsuz uykusunu uyusun diye. Konvoyun en önünde Bergama Çevre Yürütme Kurulu Sözcüsü Oktay Konyar vardır. Elinde Bayram Çavuş’un mavi beyaz çizgili Hopdediks pijaması… Altın madenine karşı direnen Bergama’nın 17 köyünden getirilen topraklar, Bayram Çavuş’un toprağına serpilir. Ve Konyar sorar: “Siyanürlü altın şirketleri Türkiye’yi terk edinceye kadar mücadeleyi sonuna kadar sürdürecek misiniz?” Köylüler yanıtlar: “Sürdüreceğiz”
Sürdüremezler. Sürdürenlere haksızlık etmeyelim… Çoğu sürdüremez diyelim. 1990’lı yılların sonlarına doğru, bir taraftan eylemler çok güçlü olarak sürerken, bir taraftan da altın madeni yetkilileri de hükümet yetkilileri de direnişi kırmak için kolları sıvamışlardır… Köylülerle buluşurlar, onları dinlerler, cevaplarlar, çevreye hiçbir zarar vermeden en iyi koşullarda altın madeni arama ve çıkarmanın mümkün olduğunu, Bergama Ovacık’ta bunun yapılacağını anlatırlar. Artık, kimi Bergama köylüsü gelişim, refah, istihdam ve ulusal kalkınma, ulusal çıkarlar için bu altın madeninin gerekliliğine inanır. Düşüncelerinden vazgeçmeyen bir kısım köylü olsa da direniş sönümlenmeye başlar. Bergamalı köylüler de bölünmeye… Eylemlerden ziyade yasal yollardan sürmeye devam eder direniş. Köylüler açtıkları davayı kazanmalarına, kararın Danıştay tarafından da onaylanmasına karşın hükümet kararıyla şirketin siyanürle altın çıkarılma faaliyetine başlamasının yolu açılır. Verdikleri onca mücadeleye, bilim insanlarından öğrendikleri onca bilgiye rağmen öğrenilmiş çaresizlikle altın madeninde işe girmenin yararına inanırlar… Önceleri direnen kimi Bergamalı köylüler, sağlanan cazip olanaklara “hop” diyemezler, işe girerler, madencilerden yana tavır alırlar. Bunlardan biri de 1997’de işe başlayan 32 yaşındaki Mehmet Uslu’dur. Bilim insanlarının uyarıları ve yoğun tepkiler üstüne, maden yetkililerinin düzenlediği basın toplantısında, siyanürün bir zararı olmadığını kanıtlamak için siyanürlü atık havuzunda yüzdürülen işçilerden biri de odur. Aklına yöneticilere “Siz bizimle birlikte neden yüzmüyor musunuz?” demek bile gelmez. Ama 2007’de madenden ayrılırken sağlığını yitirmiş, büyük pişmanlıklar yaşayan Mehmet Uslu’dur. Yargıya başvuran Uslu’nun davası Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde devam ededursun, 31 Mart 2019 seçiminde muhtar adayı olur, kazanır. Verdiği bir demeçte, “Ovacık Köyü’nde ilk kez maden şirketinin desteklemediği bir kişinin muhtar olduğunu belirten Uslu, “Bu sonuç artık vatandaşın uyandığı anlamına geliyor” der.
Oysa Nisan 1999’daki belediye seçimlerinde iki dönemdir Bergama Belediye Başkanlığı görevini yürüten ve 1991’den başlayarak altın madenine karşı halkı bilinçlendiren ve mücadelede öncülük üstlenen, “ya beni ya siyanürlü altının adaylarını seçeceksiniz” diyerek köylülere seslenen efsane başkan Sefa Taşkın, oyların sadece yüzde 7’sini almış, üçüncü olabilmiştir. Oyların yüzde 30’unu alarak Belediye Başkanlığı seçimini kazanan ise, Sağlık Bakanlığı’nın talimatıyla altın madeni şirketinin yöre halkı için inşa ettirdiği Yeni Ovacık Evleri’nin müteahhididir. Bergama’da aslında her şey 1990’ların sonunda değişmeye başlar. Her şey değişir… 2019’da, altın madeninin de bulunduğu Ovacık’a muhtar olan Mehmet Uslu da bir değişimi anlatır vatandaşın artık uyandığını söylerken…
Hopdediks’in 2014’te çobanlıktan madenciliğe geçen oğlu, verdiği bir demeçte babasının mezarı başında “Affet biz baba” diyecek ve ekleyecektir: “Eve aş götüreceğim için babam mutludur.” Aynı demeçte “Biz artık çevreci değil, madenciyiz… Maden bize iş ve aş verdi” sözlerini söyleyecek olan da Bayram Çavuş’un eşidir. Artık, üçüncü kuşak çalışmaktadır madende.
O günlerden gelen bugünler, bizi yeni bir çağa taşıdı. “Küresel kaynama” çağına girdik, -ki bunu Temmuz 2023 sonlarında BM Genel Sekreteri Antonio Guterres açıkladı. Küresel ısınma çağının sona erdiğini, küresel kaynama çağına girdiğimizi… Sıcaklık artışını sınırlamak, iklim değişikliğinin zararlı sonuçlarından kaçınmak için acil önlem çağrısı yaptı dünyaya. Guterres’e göre iklim değişikliğinin sonuçları açık ve hatta trajik: “Muson yağmurlarının sürüklediği çocuklar, alevlerden kaçan aileler. Yanıcı sıcaklıkta mahvolan işçiler. Kuzey Amerika, Asya, Afrika ve Avrupa’nın büyük bölgeleri için acımasız bir yaz. Tüm dünya için bir felaket.” Biliyoruz ki, felaket başımıza gelince değil gelmeden önlem almanın yaşamsal değeri var aynı halk sağlığı biliminin varlık nedeni gibi…
Doğayı değil talan etmek… gözbebeğimiz gibi koruyup kollamaktan başka çaremiz yok. Ekosistemi bozacak üretimi aklının ucundan bile geçirmeyeceksin! Günlük çıkarlar uğruna dünyanın ateşini çıkaran para babalarıyla nasıl olacak bu iş? Hopdediks ruhuyla… Evladımızın ateşini düşürür gibi düşüreceğiz dünyanın ateşini… Dünyayı sağlığına kavuşturmak dünyayı yönetenlerin ve yönetilenlerin elinde. Doğa varsa biz de yarız… İlk koşuldur çevre sağlığı, insan sağlığı için.
Bergama’da Çamköy girişinde, 17 köyün ortasındaki taş anıtın iki yüzüne yazılı “17 Köy Kitabesi”nin şairi; şair, yazar, eğitimci Mansur Balcı’nın söz yazarı, Taner Öngür’ün besteci olduğu, Moğollar’ın 1994 şarkısı “Ölüler Altın Takar Mı”yı dinleyelim, dinlemekle kalmayalım, söyleyelim şimdi…
Güncelliğini koruyan, bu neredeyse 30 yıllık şarkıyı…
Madem ki hepimiz Galyalıyız… Hadi hepimiz demeyelim de… Madem ki, canımız Cenk Taner’in dediği gibi “uçsuz bucaksız azınlığız”… O halde, bağıra çağıra söyleyelim… Hop diyebilenlere umut, hop demeyenlerin kulaklarında ömür boyu yankılanacak ses olsun bu şarkı…
“Yamaçlarda zeytin büyür
Dallarında siyah altın
Ovasında tütün uyur
Uyanınca sarı altın
Buğday eken altın biçer
Pamuk desen beyaz altın
Çamurunda güzellik var
Kleopatra’nın pudrası
Bakırçay bu yediveren
Almasını bilenlere
Ağaç kesip dağ delersen
Uyanır uyuyan tanrılar…”
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.