Sokak, devrimci mücadele alanıdır. Devrimci mücadele gücünü, meşruiyetini sokaktan alır. Kapı kapı, sokak sokak, okul okul, fabrika fabrika, köy köy dolaşmayınca birebir ilişki kurmayınca, var olan sorunları yerellerde çözmeye çalışıp çözüm yöntemlerini birlikte üretmeyince, pratikte ikna etmeyince, karar süreçlerine vatandaşı katmayınca nasıl örgütleneceksin?
“Yüzyılın seçimi” üzerine değerlendirmeler bir görme engellinin fili tarifine benzer eleştiriler-özeleştirilerle orasından burasından sürüp gidiyor.
Yazının başındaki soruya hemen herkes önce “sokak” demekte fakat sokakta olmamanın nedenlerine, sorunun çözümüne dair dişe dokunur bir şey söylememektedir. “Dişe dokunur”unu bir kenara bırakalım sanki böyle bir sorun, rahatsızlık yokmuş gibi davranılmakta; teşhis için bir şeyler söyleme gereği duyulmamaktadır. Hatta devrimci-sosyalist olduğunu söyleyen yapılar kendilerine bakmak yerine varoşlara ve köylülere neredeyse küfre varıncaya kadar kızmaktadır. “Ben ne yaptım ve ne yapıyorum” diyen yok.
Bana kalırsa sokağa sözde ‘evet’ derken gözümüz asıl olarak sandıkta olduğundan böyle oluyor. Hem de en ince hesaplar yapılarak. Gözümüz sandıkta olunca istemesek de sokağa fiili olarak arkamızı dönmüş durumda oluyoruz. (Böyle olunca geriye bütün iş HDP’nin merhametiyle sandıktan meclise temsilci gönderip varlık sürdürmeye kalıyor.)
Sonuç olarak geriye HDP ile ittifak yapmak kalıyor. Son seçimdeki ittifakta şunu net olarak gösterdi. Gerçekten ittifak ve ortak mücadele düşüncesinde olan sadece HDP’dir. Diğer bileşenler “selden kütük kapmak”, daha az incitici bir ifadeyle HDP kanatları altında palazlanıp kendi başına uçmak niyetindedirler.
Seçimin sonuçları ne olursa olsun, sonra gene herkes kendi dükkanına çekiliyor, gelecek seçime kadar. Bu arada şunu da söylemeliyim: HDP’nin ortak mücadele anlayışı da seçimde ittifaktan başka bir anlam içermiyor çünkü seçimden önce ve sonra sokakta mücadele diye bir anlayış pratik olarak yoktur. Ya da düşüncede varsa bile pratikte geçekleştirilememektedir. Çünkü HDP de solun diğer özneleri gibi “bürokrasi hastalığı”na tutulmuştur.
Şurası muhakkak, yerel seçimlerde de bu seçimde olduğu gibi yapılacak ittifakların sonucu bugünkünden daha kötü olacaktır. Herkes gene kendi tezgahının başında olacak fakat biraz daha küçülmüş ve bütünüyle iflasa biraz daha yaklaşmış olarak.
Asıl konumuz değil ama seçimle ilgili şimdilik şu kadarını söyleyelim: Sandığa gitmeye, seçime katılmaya, parlamentoyu kullanmaya karşı olunmadığı malum. Fakat mevcut yapılar sadece seçimlere katılmakla parlamentoyu araç değil amaç olarak hedeflerine koymuş durumdalar. Çünkü seçim dönemlerindeki “mücadeleleri” dışında varlıkları belli bile değildir. Kuşkusuz bu eleştiri kabul edilmeyecektir. Fakat fiili durum budur.
12 Eylül öncesi geleneklerin devamı olan yapıların tamamının çoktan iflas etmiş oldukları bir gerçek. Tabela patilerinden bir farkları kalmamıştır. Sokakta olmayan parti istediği kadar en devrimci olduğunu, adının bile sol olduğunu söylesin dursun, devrimci olabilir mi?
Hiçbir şey yapmamaktansa bir şeyler yapmaya çalışmak daha iyidir mantığının sonuçları ortadır. Sosyalist sol her geçen gün biraz daha kendini tüketmektedir. Örgütler olarak kendilerini tüketseler iyi olur fakat geleceğe, sola karşı olan umutları tüketmektedirler. (Aslında geleneklerin devamı olan örgütler kapılarına kilit vursalar çok daha iyi olur.) Solda umutların tüketildiği hiçbirinin umurunda değil.
Ne dünyanın 80’lerin dünyası olmaması ne demokrasi ne de ittifak umurlarında değil. Varsa da yoksa da kendi doğruları, kendi varlıkları.
Türkiye’de sol, tarihinde bir kez bir araya gelebildi. ÖDP’yi kastediyorum. Bu geniş ittifakın omurgasını oluşturan Devrimci Yol geleneği 2. kongrede “Delegeler bizden olacak!” diyerek en duyarlı ve sorumlu davranmaları gerekirken en sorumsuz davranarak kurucu oldukları yerde yıkıcı-bozucu oldular.
Özellikle ÖDP sürecinden sonra solda umutlar hızla tükenmeye başlamıştır.
Soldaki tıkanıklığın başlıca temel nedenleri olarak, özellikle 90’lar sonrasının doğru tahlil edilememesi, bürokrasi, örgüt içi demokrasi, sokak ve devrimci ruhun tüketilmesi sayılabilir. Başlıca bu nedenlerin her biri uzun yazılar konusu olmakla birlikte birkaç cümleyle değinmekte yarar var.
90’lar sonrası teknolojinin, yaşamı bütün yönleriyle etkilediği malum fakat solda bu değerlendirme yapılamadı. Klasik Marksist-Leninist devrim stratejileri ve örgütlenme modelleri ve mücadele biçimleri görece değişiklilerle örnek alınmaya devam edildi. Günümüz koşullarında hala Leninist parti modelinin günümüze uyarlanmasından, güncellenmesinden, silahlı mücadeleden, illegal örgütlenmeden dem vuruluyor…
Politikaların belirlenmesinde ve yürütülmesinde “abiler”in, “en iyisini yapan,bilenler”in değişmemesi iyi niyetlerle bürokrasiyi yarattı. İstemeden, bir “sürekli-profesyonel yönetici” kastını, bürokrasiyi olmazsa olmaz haline geldi.
Bürokrasi, kanserli bir hücrenin bünyeyi bütünüyle sarması gibi örgütleri, devrimci mücadeleyi ölümcül hale getirdi.
Bürokrasi, sokağın, mücadelenin, devrimci ruhun, yoldaşlık hukukunun yerini aldı. Oysa günümüz koşullarında doğrudan demokrasiyi örgütün, mücadelenin bütün aşamalarında uygulamanın önünde hiçbir engel olmadığı gibi tam aksine olmazsa olmazdır. “Profesyonel yönetici” olarak yanlış insanların üretilmesini sağladığı gibi yanlış insanları daha etkin hale getirdi. Politikada doğru strateji kadar doğru insan önemlidir. Doğru insan, kadro olmadan doğru sonuç alınamaz. Mücadelenin yönünü, amacını sokaktan sandığa çevirdi.
Sokak, devrimci mücadele alanıdır. Devrimci mücadele gücünü, meşruiyetini sokaktan alır. Kapı kapı, sokak sokak, okul okul, fabrika fabrika, köy köy dolaşmayınca birebir ilişki kurmayınca, var olan sorunları yerellerde çözmeye çalışıp çözüm yöntemlerini birlikte üretmeyince, pratikte ikna etmeyince, karar süreçlerine vatandaşı katmayınca nasıl örgütleneceksin? “Katmak” ne demek! Sorunların muhatapları, sorunları yaşayanlar olmadan nasıl çözülebilir? Çözüm kararlarının içinde olanlar eylem pratiğinin de içinde olmazlarsa çözümün olmayacağını bilecekler. Öncü güçler-kahramanlar sorunlarına sahip çıkıp çözülmesini isteyenler kendileri olmazsa olmaz, olduğunu görecekler.
Ne yapacağımız kadar nasıl yapacağımızın da bir o kadar önemli olduğunu yaşanan pratik göstermektedir. Kararları kendi başlarına alanlar “bürokratlar, tabela partileri” kendileri çalıp kendileri oynamaktadırlar. Yaptıklarının kendilerini tatminden öte bir anlamı yoktur. Yakında yönetim organlarına sözde de olsa “seçecek” kadar sayıda bile olamayacaklar.
Leninist parti modelleri ve demokratik merkeziyetçiliğin yeri tarih olalı- geçerliliğini yitireli çok oldu. Örgütlenmenin her kademesinde emredici vekaletin uygulandığı doğrudan demokrasiden başka bir yönetim biçimi, çalışma tarzı dışında artık hiçbir yöntem kitleleri doğrudan mücadelenin, kararların bir parçası yapamaz.
Sorunların olduğu her yerde olan, hırsıza hırsız katile katil; kahrolsun faşizm, başka bir dünya mümkün diye haykıran; coptan ve hapishaneden korkmayan bir devrimci ruhun-devrimci coşkunun doğrudan demokrasiyle her şeyden önce yaratılması için şapkamızı önümüze koyup düşünmemiz gerekiyor.
90’lar sonrası yapılanmaların her biri dumanı üzerinde nasıl yapılmaması gerektiğine dair olumsuz taze örnekler olarak ortada duruyor.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.