Marx’ın toplumsal kuramını ve tarihsel materyalizmi açımlayıcı bir tarzda ortaya koyan Derek Sayer’in kitabı Marksist yönteme önemli katkılar içeriyor
Derek Sayer “Soyutlamanın Şiddeti” kitabında; toplumsal ve siyasi hareketleri Marx kadar etkileyebilen başka modern bir düşünür olmadığını savunur. Tarihsel materyalizmin analitik temelleri hakkında bir argüman sunan kitapta Sayer, Marx’ın üretim güçleri, üretim ilişkileri, ekonomik yapı ve üstyapı gibi temel kavramları anaakım Marxistlerin yanlış anlamalarından kurtarmayı hedefler.
Marx’ın tarihsel materyalist bakış açısının klasik bir özeti olan “Ekonomi Politiğin Eleştirisinin 1859 Önsözü”nde çerçevesini çizdiği kilit kategoriler çevresinde analizini geliştiren Sayer bu çalışmasında, G.A. Cohen’in “Karl Marx’ın Tarih Teorisi: Bir Savunma” başlıklı etkili çalışmasını Marx’ın standart yorumunun en iyi modern örneği olarak görür ve Cohen’in de başını çektiği analitik Marksistlerin yanı sıra geleneksel Marksistlerle de tartışmaya girer.
Sayer; varlık-bilinç ya da altyapı-üstyapı tartışmalarında Marx’ın metinleri içinde belki de en sık atıf yapılan aşağıdaki alıntıda geçen kilit kavramların analizini yapar ve bu kavramsal çerçeveye ilişkin geleneksel Marksist anlayışı eleştirir.
Varlıklarının toplumsal üretiminde, insanlar kendi aralarında, zorunlu, iradeleri dışında, belirli ilişkiler kurarlar; bu üretim ilişkileri onların maddi üretken güçlerinin belirli bir gelişme derecesine tekabül eder. Bu üretim ilişkilerinin tümü toplumun iktisadi yapısını, belirli toplumsal üretim biçimlerine bir hukuki ve siyasi üstyapının üzerinde yükseldiği somut temeli oluşturur. Maddi hayatın üretim tarzı genel olarak toplumsal, siyasal ve entelektüel hayat sürecini koşullandırır. İnsanların varlığını belirleyen şey, bilinçleri değildir; tam tersine, bilinçlerini belirleyen, onların toplumsal varlıklarıdır. Gelişmelerinin belirli bir aşamasında toplumun maddi üretken güçleri, o zamana kadar içinde hareket ettikleri mevcut üretim ilişkilerine, ya a bunların hukuki ifadesinden başka bir şey olmayan mülkiyet ilişkilerine ters düşerler. Üretken güçlerin gelişmesinin biçimleri olan bu ilişkiler onların engelleri haline gelirler. O zaman bir toplumsal devrim çağı başlar. İktisadi temeldeki değişme, kocaman üstyapıyı, büyük ya da az bir hızla altüst eder.
Sayer’e göre; yukardaki alıntıda geçen kilit kavramlar tanımlanmadan bırakılmış veya yuvarlak biçimde tanımlanmıştır. Bu durumu da; Marx’ın kavramlarının zaman ve uzamda değişmeksizin uygulanabilir nitelikte olmamasından ve içeriklerinin kavramaya çalıştıkları gerçeklikle birlikte değişmesinden ileri gelmesine bağlar. Bertell Olmann, Marx’ın kavramsal anlaşılmazlığının –bir bakıldığında kuş, bir daha bakıldığında fare gibi gözüken yarasa gibi sözcükler- onun adına kesinlik eksikliğinin değil, özgül ve ayırt edici biçimde diyalektik ontolojiye bağlılığının kanıtı olduğunu ikna edici biçimde savunmuştur. Engels de Kapital II’nin önsözünde; Marx’ın çalışmalarında sabit ve kesin olarak uygulanabilir tanımlar bulmayı ummamak gerektiğini söyler.
Şeyler ve aralarındaki ilişkiler sabit olmayan, değişken bir şekilde kavranırken, zihinsel imgelerin ve fikirlerin de aynı şekilde değişim ve dönüşüme tabii oldukları aşikardır. Katı tanımlar içinde sarmalanmazlar, biçimlenişlerinin tarihsel veya mantıksal seyri içinde geliştirilirler.
Ayrıca Marx aynı kavramları gençlik dönemi eserlerinde farklı, olgunluk dönemi eserlerinde farklı yorumlamıştır.
Marx, toplumsal gerçekliği karşılıklı ilişkilerin karmaşık bir ağı olarak kavrar. Bu ağ içinde her bir unsur ancak diğerleriyle ilişkisi sayesinde olduğu haliyle var olur. Örneğin; ne ücretli emek ne de sermaye bir diğerinden bağımsız olarak, başlı başına özerk parçalar olarak düşünülebilir. Sermaye kavramı zımnen ücretli emeği içerir ve tersi de doğrudur.
Toprak, aletler, hammaddeler, yakıt ve makineler gibi maddi şeyler ancak toplumsal nitelikler aldıkları ölçüde üretken güçlere dönüşürler. Yani; bir üretim hattı, gerek fikirlerin gerek toplumsal ilişkilerin eşit derecede bir tezahürü veya somutlaşmasıdır ve ancak bunlar sayesinde işe yaramaz bir metal yığınından farklı olarak bir üretim hattı haline gelir. İşbirliği ve işbölümü biçimleri, bilimsel bilgi, protestan iş ahlakı gibi toplumsal görüngüler de fiili üretim süreçleri içinde somutlaşmış olmadıkları sürece üretken güçler değildir. Örneğin: sosyalizm için sıkça öne sürülen bir argüman, onun doğrudan üreticilerin bilgi ve coşkusunu, toplumsal ilişkileri gereği kapitalizmin yapamadığı bir tarzda serbest bırakacağıdır. Ne maddi nesneler ne de toplumsal görüngüler sadece içkin niteliklerinden dolayı yaratılıştan veya evrensel olarak üretken güç olabilir; ancak içinde bulundukları ilişkiler (insan-insan ve insan-doğa) aracılığıyla bu hale gelirler. O halde şeyler kendi başlarına ve kendi içlerinde üretken güçler değildir. Bu, doğası gereği ilişkisel ve tarihsel bir kavramdır. Toplumsal ilişkileri üretken güçlere dahil eden Marx; kavramın bağlamsal ve tarihsel karakterini güzel bir ironi ile ortaya serer:
Mevcut sistem altında, çarpılmış bir omurga, burkulmuş uzuvlar, tek yanlı bir gelişme ve belirli kasların güçlendirilmesi vb. çalışmayı daha üretken yapıyorsa, o zaman çarpılmış omurganız, burkulmuş omurganız, tek yanlı kas hareketiniz bir üretici güçtür. Eğer, entelektüel boşluğunuz, entelektüel faaliyetinizden daha üretkense o zaman entelektüel boşluğunuz üretici bir güçtür. Eğer, bir uğraşın tekdüzeliği sizi o uğraş için daha uygun hale getiriyorsa o zaman tekdüzelik bir üretici güçtür.
Sayer; herhangi bir toplumsal ilişkiyi olası bir üretim ilişkisi olmaktan dışlamak veya keyfi olarak bazı toplumsal ilişkileri toplumsal temele diğerlerini de üstyapıya dahil etmek için hiçbir iyi nedenin olmadığını kanıtlamaya çalışır. Sayer’in Marx okumasında toplumsal ilişkiler ekonomik ilişkilere indirgenemez. Marx, ekonomik ilişkileri ve bu anlamda ekonomik yapıyı ya da toplumun ekonomik temelinin özgül üretim biçimlerini ve dolayısıyla mülkiyeti mümkün kılan, toplumsal ilişkilerden meydana gelecek şekilde yeniden tanımlamıştır.Bu toplumsal ilişkiler aynı anda insanın doğayla maddi ilişkilerinin de biçimleridir. Geleneksel olarak Marksistler üretimden maddi malların üretimini anlar ve üretim tarzları bunun nasıl yapıldığına bağlı olarak tanımlanır ve farklılaştırılır. Üretim tarzı; insanların geçim araçlarını üretme yoludur. Bu tür üretim eş zamanlı olarak toplumsal ilişkilerin de üretimidir. Marx, insanoğlunun üretimini ve dolayısıyla bu tür üretimin örgütlendiği ilişkileri,en az malların üretimi kadar temel olarak görür. Yaşamın üretimine ise hem emeğiyle kişinin kendi yaşamının üretimini hem de üremeyle yani yaşamın üretimini dahil eder.
Sayer kitabında; ısrarla Marx’ın idealizm eleştirisinin maddeyi birincil, bilinç ve düşünceyi ikincil olarak ele almadığının altını çizer. Ona göre; Marx’ın yaptığı, öncelikle ayrı bir varlık olarak ideali yadsımaktır. İdealistlerin temel hatası; kavrayışlara, düşüncelere, idealara, aslında bilincin tüm ürünlerine bağımsız bir varoluş atfetmeleridir. İdealizm açısından başlangıç noktası canlı birey olarakalınan bilinç iken, Marx’ın çıkış noktası yaşayan gerçek bireylerin kendileridir ve bilinç sadece onların bilinci olarak dikkate alınır. Bilinç bireyin çevresiyle ilişkisidir ve asla bilinçli varoluştan başka bir şey olamaz.
Fikirler ve kategoriler, toplumsal ilişkilerin soyut ideal ifadelerinden başka bir şey değildir. Bunlar tarihsel ve fani ürünlerdir. Üstyapı olarak alınan hukuk ve devlet kavramlarında da aynen bilinç kavramında olduğu gibi kendinde varoluştan bahsedilemez ve onlara bağımsız kavramlar gibi davranmak onları şeyleştirmek anlamına gelir.
Sayer; gerek bilincin deneyimden, gerekse siyaset, hukuk ve benzerinin Marx’ın ekonomik yapıdan anladığı şeyden bağımsızlığını inkar etmenin başlıca kaygısı olduğunu söyler. Toplumun ekonomik yapısından bahsederken hiç unutmamamız gerekenin; yaşayan, hareket eden ve düşünen tarihsel bireyler; gerçek kadınlar ve erkekler arasındaki ilişkilerden konuşmakta olduğumuzdur. Toplum ve bireyi, yapıyı ve eylemi ikiye ayırmayan ve toplumu bireye karşı bir soyutlama olarak varsaymayan Marx;bireyin toplumsal varlık olduğu ve insanın varoluşunun toplumsal etkinliğin ta kendisi olduğu ve toplumun bireylerden bağımsız hiçbir varoluşu olmadığını vurgular.
Dünyayı biçimlendiren soyut anlamda bireyler değil; belirli, toplumsal ve tarihsel olarak tespit edilen fikirleri olan kurumlar inşa eden ve değiştiren insanlardır. Varlığın bilinçte ifade edilme süreci aktif bir süreçtir. Marx, insanların bilinicinin nihai temelinin onların deneyiminde yattığını düşünüyordu. Marx’ın Feuerbach üzerine 11. Tezinde belirttiği gibi dünyayı yorumlamak değil, değiştirmektir aslolan.
Sayer, Cohen’in tersine üretim güçleri, üretim ilişkileri kavramlarının eylemlerden daha temel olan kalemlere işaret etmediğini iddia eder. Yapı-eylem karşıtlığı yanlış bir karşıtlıktır. Fetişizmin anonim tiyatrosunun ardında gerçek yaşayan bireyler vardır.İktisatçılar sermayeyi bir ilişki biçimi olarak kavramazlar. Sermayeyi aynı zamanda tarihsel olarak geçici, yani mutlak değil göreli bir üretim biçimi olarak kavramaksızın, bunu yapmaları mümkün değildir.. Burjuva üretim tarzı ve onunla örtüşen üretim ve dağıtım koşullarının tarihsel olarak görüldüğü andan itibaren bunları üretimin doğal yasaları kabul eden sanrı buharlaşıp yok olur ve yeni bir ekonomik toplumsal oluşumun önü açılır. İşte ancak bu buharlaşmada, gerçek yaşayan bireylerin eylemleriyle insanların değişimi, üretimi, karşılıklı ilişki tarzlarını kendi denetimlerine alma, yani Marx’ın düşündüğü haliyle insani kurtuluş görünmeye başlar.
Sayer’in “Soyutlamanın Şiddeti” kitabı, tarihsel materyalizm konusundaki görüşlerin geliştirilmesi ve Marksist yöntem analizi açısından son derece önemli bir işlev görüyor.
Derek Sayer, Soyutlamanın Şiddeti, Tarihsel Materyalizmin Analitik Temelleri, Çeviren: Gül Çağalı Güven, Habitus Kitap, 208 sayfa.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.