“Biz, hareketi yarı yolda kesmek anlamına gelen ‘hükümet değişikliği’ ile yetinemeyiz. Mücadelemiz, ‘faşizmin bütün kurumsal yapısıyla yıkılmasını hedefleyen’ bir iktidar, bir devrim mücadelesidir. Biz buna hazırlanmalıyız, Türkiye ve Kürdistan emekçi sınıflarının önüne bu hedefleri koymalıyız”
Sosyalist hareket, özeleştiri ve yeniden inşa dosyası kapsamındaki sıradaki söyleşimiz Mücadele Birliği Platformu temsilcisi Muhammed Hizmetçi ile. Hizmetçi, soldaki yenilginin asıl olarak ‘düzen içi’ solda yaşandığını; kendilerinin de içinde bulunduğu, seçim sürecinde Millet İttifakı’nı desteklemeyen ve genel olarak da mücadele içinde düzen içi kanalları esas almayan kesimlerin bir yenilgi yaşamadığını ifade ediyor. Hizmetçi buradan yola çıkarak özeleştiri yapması gerekenin kendileri olmadığının altını çiziyor.
Bir devrimci sürecin içinde olduğumuzu ifade eden Hizmetçi, sosyalistlerin halkı ve emekçi sınıfları olası ayaklanmaları hazırlama görevi olduğunu hatırlatıyor.
Sosyalist hareket açısından yenilgiyi nasıl tanımlamalı, nerede aramalı? Neyin özeleştirisi verilmeli, nasıl bir özeleştiri süreci yaşanmalı?
Öncelikle, sorunuzdaki bazı kavram ve ifadeler üzerinde anlaşmak gerektiği düşüncesindeyiz.
Her şeyden önce, Türkiye ve Kürdistan’dan bütün “sosyalist” ve devrimci güçleri kapsayan, içine alan “ortak” bir politika, bir düşünce birliği yoktur. Dolayısıyla, burjuva muhalefeti de içine katarak ortaya koyduğunuz “Muhalefetin geneli açısından ‘Erdoğan’dan kurtulma’ motivasyonunun belirleyici olduğu ve Millet İttifakı’nın Erdoğan’ı seçimle alt ederek ‘güçlendirilmiş parlamenter sisteme geçiş’ önerisinin doğrudan ya da dolaylı olarak desteklendiği seçim süreci” ifadesi doğru değildir. Bu ifadeyi düzelterek başlamak gerek.
“Millet İttifakı’nın Erdoğan’ı seçimle alt ederek ‘güçlendirilmiş parlamenter sisteme geçiş’ önerisinin doğrudan ya da dolaylı olarak” sosyalist hareket tarafından değil ama sosyal reformist partiler, çevreler ve onlarla birlikte hareket edenler tarafından desteklendiği doğrudur. Gerici faşist “Millet İttifakı”nı hiçbir biçimde desteklemeyen, haliyle, emekçi sınıfları burjuvazinin bir kanadını yönetime taşımayı amaçlamayan devrimci komünist güçler de vardı. Mücadele Birliği Platformu (MBP) bunların başında geliyor.
MBP açısından “seçim sürecinin yarattığı illüzyon” yoktu ve bu “illüzyon nedeniyle köklü sorunların ötelenmesi” gibi bir durum asla söz konusu olmadı. Aksine MBP, “seçimler”in bir illüzyon olduğunu, dinci faşist iktidarın seçimlerle gidebileceği, yıkılabileceği ya da geriletilebileceği türü propaganda ve ajitasyonun iki ülkenin emekçi sınıflarını aldatan, oyalayan, düzen içi çözümlere yönelten bir illüzyondan, bir seraptan ibaret olduğunu her fırsatta ve daima ortaya koymuşlardır. MBP’nin bu süreçte temel sloganlarından birinin, “sandıkla gitmeyecekler” olduğunun gayet iyi bilindiğini düşünüyoruz.
Dolayısıyla, sosyalist hareket kavramı içine MBP’yi de kattığınızı düşündüğümüz için, “Sosyalist hareket, işçi sınıfından ve yoksul halk kitlelerinden kopukluğu, düzen içi seçenekler karşısında düzen dışı bir alternatif geliştirememiş olması..” ifadesi, MBP için kabul edilemezdir. Bu ifade ya da değerlendirme diyelim, sadece ve sadece “Millet İttifakı” denen gerici-faşist ittifakı destekleyerek burjuvazinin bir kesimini yönetime taşımak için emekçi sınıfları harekete geçmeye çağıran sosyal reformist parti ve çevrelerle, bunlarla birlikte hareket eden güçler için geçerlidir.
“Sosyalist hareket” dediğiniz sosyal reformist parti ve çevrelerin “işçi sınıfından ve yoksul halk kitlelerinden kopukluğu, düzen içi seçenekler karşısında düzen dışı bir alternatif geliştirememiş” olduklarından şüphe yok. Ama zaten “düzen içi seçenekler karşısında” düzen dışı bir alternatif geliştirmek gibi ne politikaları ne de amaçları vardı. Onlar başından beri, kimi açıkça, kimi kurnazlıkla gizleyerek “yeter ki yeni bir Ekmeleddin vakası olmasın” koşuluyla -aslında bu bile bir koşul değil, bir rica idi- düzen içi seçenekleri işin en başına koydular ve gerici-faşist Millet İttifakı”nı desteklemeyi temel politika haline getirdiler. Bunu, kendileri dahil, herkes biliyor.
Sorularınıza cevap vermek ve verdiğimiz cevapların daha iyi anlaşılabilmesi için böyle bir giriş gerekliydi. Şimdi sorularınızın yanıtına geçebiliriz.
“Sosyalist hareket açısından yenilgiyi nasıl tanımlamalı, nerede aramalı? Neyin özeleştirisi verilmeli, nasıl bir özeleştiri süreci yaşanmalı?” diye soruyorsunuz.
Öncelikle, ortada bir “yenilgi”den değil, sosyal reformist partilerin, çevrelerin ve onlarla birlikte hareket eden kimi “devrimci” güçlerin politik iflasından söz etmek gerekir. Bu parti ve çevrelerin, “Millet İttifakı” adı verilen gerici-faşist burjuva güçlerle, yani burjuvazinin bir kesimiyle işbirliği politikası; bu güçlere dayanarak “tek adam rejimini”, “AKP-MHP” faşizmini “geriletmek, yıkmak” vb. politikaları iflas etmiştir.
Kavram, bir noktada önemli değil, bu anlamda bir “yenilgi”den de söz edebilirsiniz ama bu, emekçi sınıfların, devrimci komünist güçlerin “yenilgi”si değil, sözünü ettiğimiz parti ve örgütlerin yenilgisidir. Haliyle, “sosyalist hareketin yenilgisi” başlığı altında devrimci komünist güçlerin, iki ülke emekçi sınıflarının yenilgisinden söz edilemez. Ortada, birleşik devrimin toplumsal güçleriyle faşist devlet ve burjuvazi arasında bir çarpışma, bir çatışma, devrimci bir kalkışma ve bunun sonucu birleşik devrimin toplumsal ve siyasal güçlerinin karşı devrim güçleri tarafından ezilmesi söz konusu olsaydı, o zaman bir yenilgiden söz etmek doğru olurdu.
Bunların hiçbirinin olmadığını biliyoruz. Peki ne var? Sosyal reformist partilerin ve onlarla birlikte yürüyen burjuvazinin bir kesimi hakkında, faşizmin seçimler yoluyla yıkılabileceği, geriletilebileceği vb. yanılsamalarının, “illüzyon”unun dağılması var.
Haliyle özeleştiri yapması ve tüm politikalarını baştan ayağa gözden geçirmesi gereken güçler var ise, bunlar yarattıkları yanılsamalarla, “illüzyon”larla iki ülkenin emekçi sınıflarını aldatan, oyalayan, faşizmin bu şekil geriletilebileceği ya da yıkılabileceği hayalleri yayan sosyal reformist parti ve güçlerdir. Bunları tek tek, isim isim saymaya gerek yok. Kemal Kılıçdaroğlu ve gerici faşist “Millet İttifakı” arkasında kim durduysa işte onlardır.
Oysa, Halkevleri Genel Başkanı Nebiye Merttürk‘ün geçtiğimiz yılın Ağustos ayında söylediği gibi, “bize devrim lazım”dı. Faşizmi yıkmak bir devrim ve iktidar mücadelesi sorunudur; hükümet değişikliği sorunu değil. Kaldı ki, burjuvaziyle işbirliği politikası bu sosyal reformist partileri “hükümet değişikliği” amaçlarına da ulaştıramadı.
Peki bu parti ve çevreler özeleştiri yaparlar mı? Kendimizi hayallere kaptırmıyoruz; kaptıramayız. Bugüne kadar özeleştiri yapmadıkları gibi, bundan sonra gerçek bir özeleştiri yapacaklarına inanmak için de hiçbir neden yok. Çünkü bunların tüm politikaları burjuvaziyle işbirliği, uzlaşma, düzen içi çözüm üzerine inşa edilmiştir ve varlık nedenleri de budur.
Hayal kuramayız, emekçi sınıfları bu konuda -ve hiç bir konuda- aldatamayız. Bu parti ve örgütler parlamentarizmden, parlamentoda çoğunluk sağlayarak yavaş yavaş devleti ele geçirme ve böylece “sosyalizmi” inşa etme politika ve düşüncesinden; burjuva sınıfla ya da en azından onun bir kısmıyla işbirliği düşünce, amaç ve politikalarından vazgeçmezler.
Devrimci komünist güçlere gelince… Kurtuluşun devrimde, iktidarın ele geçirilmesinde olduğunu ve bu hedeflerin bilinmeyen geleceğin değil, bugünün sorunu olduğunu söyleyen; propaganda ve ajitasyonlarını “sandıkla/seçimle gitmeyecekler” sloganı etrafında yükseltmiş olan devrimci komünistlerin bu konuda “özeleştiri” yapmalarını gerektirecek en ufak bir nokta yoktur. Elbette, bütün bu süreçte, pratik faaliyetten dersler çıkararak, daha iyisini yapmak için ne yapmalı sorusunu kendilerine soracaklar ve soruyorlar da… Ama bu, halinden memnun olmama durumunun her zaman yerine getirilmesi gereken ve sürekli yapılması gereken görevidir. Pratik faaliyet anlamında biz halimizden memnun olamayız.
Seçimin politik toplumsal sonuçlarından hareket edersek, politik rejimden hangi saldırı hamlelerini beklemeliyiz? Sosyalist hareket hangi çatışmalara hazırlanmalı?
“Seçimin politik toplumsal sonucu”, tam da MBP’nin aylar, hatta yıllar öncesinden işaret ettikleri gibi, tekelci sermayenin, emperyalist mali sermaye ve hükümetlerin, nihayetinde faşist devletin istediği ve tayin ettiği biçimde oldu. İçinde bulunduğumuz koşullarda başka bir sonuç beklenemezdi, beklenmemeli.
Bu sonucun devamı olarak, seçim sonucunu tayin eden güçlerin sınıf çıkarlarını temsil eden bir yönetim, bir iktidar ortaya çıktı. Daha açık bir ifadeyle, sınıf savaşının koşullarına uygun bir iç savaş hükümeti kuruldu. Önceki de öyleydi ve şimdiki, şahıslar dışında, birincisinin devamı oldu.
Dolayısıyla, bu yeni iktidardan beklenecek tek şey, iki ülkenin emekçi sınıfları ve devrimci güçleri üzerinde daha çok baskı ve terör estirilmesidir. İç ve dış mali sermayenin yönlendirmesiyle, toplum içinden bir karşı devrim gücü yaratmak; var olanı daha da güçlendirmek, bu amaca uygun olarak toplumsal yaşamın her alanını dincileştirmek beklenmesi gereken saldırı hamlelerinin başında geliyor.
Ancak biz bu konuda karamsar değiliz ve hiç bir zaman karamsarlığa kapılmadık. Tekelci sermeye sınıfı ve emperyalist hükümetler karşı devrim güçlerini sürekli tahkim etme ihtiyacı duyuyorlarsa, bu, iktidarlarını, düzenlerini, sınıf egemenliklerini güvence altında görmediklerindendir.
Bir sınıf, bir yöntemden diğerine keyfi nedenlerle değil, varlık koşullarının zorunlu kıldığı nedenlerle geçer. Sermaye sınıfı baskı ve terörü artırmak ihtiyacını hissediyorsa bu, sınıf egemenliğini toplumsal devrimin tehdidi altında görmesindendir. Burjuva düzenin, sınıf egemenliğinin derin bir kriz içinde olduğunu; kapitalist üretim biçiminin çöküş içinde olduğunu artık herkes görüp kabul ediyor. Bu, elbette bu düzenin kendiliğinden çökeceği, yıkılacağı anlamına gelmiyor. Kapitalizm için “çıkışsız bir durum” yoktur. Ancak ekonomik ve politik kriz, bize burjuva sınıf egemenliğini yıkmanın maddi koşullarını veriyor ve komünistlerin görevi bu fırsatı, bu olanağı gerçeğe dönüştürmektir.
Bir dar kafalı, “hani nerede bu tehdit, yaprak kımıldamıyor” diyebilir. Ama diyalektik düşünen bir komünist, emekçi sınıflarla, ezilen halklarla, kadınlarla görünmez bağlara sahip, onların nabzını elinde tutabilen bir devrimci, alttan gelen homurtuları, dipten gelen dalgayı görür, hisseder ve politikalarını, hedeflerini ona göre belirler.
Erdoğan “zafer” mi kazandı? Sosyal reformist partiler kendi politik iflaslarını gizlemek için bu soruya birkaç kem küm ettikten sonra “evet” yanıtını veriyorlar. İşçilerin, emekçilerin, yoksulların, hatta deprem bölgesindeki halkın dinci faşist iktidarı ve onun başını desteklediğini ileri sürüyorlar. Oysa, işçi sınıfı ve emekçilerin, yoksulların, kadınların toplum yaşamında etkili, aktif olan güçlerinin dinci faşist iktidarın karşısında ve ayaklanmaya yatkın olduklarını en iyi bilen dinci faşist iktidar ve onun başıdır. Kitlelerde dinci faşist iktidara ve onun başına karşı birikmiş öfkenin büyüklüğü ve gücünün farkındalar. Baskı ve terörü artırma politikalarının arkasında işte bu gerçek olgu var.
“Millet İttifakı”nı destekleyerek burjuvaziyle işbirliği içine giren sosyal reformist partileri değil ama gerçek devrimci güçleri kastederek, sosyalistlerin isyan ve ayaklanmalara hazırlanmaları, emekçi sınıfları da buna hazırlamaları; onların önüne devrim ve iktidar hedefini koymaları gerektiğini düşünüyoruz.
Devrimci komünistlerin görevi, reformlar için değil, devrim ve iktidar için mücadele etmektir. Biz reformları ancak devrim mücadelesinin yan ürünleri olarak; en somut haliyle söylersek, bir ayaklanma, bir isyan, iktidarı ele geçirme girişimleri karşısında bu girişimleri geri çektirmek üzere burjuvazinin vereceği tavizler olarak kabul ederiz; ama bunu büyük alacağımızın ilk taksiti olarak kabul edip, hareketi sonuna kadar götürmeye çalışırız.
Bu anlamda mücadelemiz “elbette bir iktidar mücadelesidir.” Biz, hareketi yarı yolda kesmek anlamına gelen “hükümet değişikliği” ile yetinemeyiz. Mücadelemiz, “faşizmin bütün kurumsal yapısıyla yıkılmasını hedefleyen” bir iktidar, bir devrim mücadelesidir. Bütün iktidar ele geçirilmeden elde edilebilecek her şey, gerçekte hiçbir şeydir. Biz bunu bütün devrim tarihinden, bütün ayaklanmalar tarihinden ve son olarak Sri Lanka, İran ayaklanmalarından; nihayetinde Haziran Halk Ayaklanması’ndan, Kobane Serhıldanlarından şaşmaz bir yasa kesinliği ile bir kez daha öğrendik.
Biz buna hazırlanmalıyız, Türkiye ve Kürdistan emekçi sınıflarının önüne bu hedefleri koymalıyız. Çünkü ancak bu büyük hedefler uğruna harekete geçildiğinde sayıları milyonlarla ölçülen geniş kitlelerin devrimci enerjisi açığa çıkarılabilir. Çünkü devrimin toplumsal güçleri ancak bu hedefler için ölümüne bir savaşın içine girerler.
“Sosyalist hareketin krizini aşmak için ne yapmalı; kimle yapmalı, nasıl bir kadro ve kitle politikasıyla yapmalı? Nasıl yapmalı; hangi söylem, araç ve yöntemlerle yapmalı? “Sol birlik” ve “ittifak” meselesine nasıl yaklaşılmalı?”
“Sosyalist hareket”ten kastınız, burjuvazinin bir kesimiyle işbirliği yapan, “Millet İttifakı” ve Kemal Kılıçdaroğlu’nu destekleyen sosyal reformist partiler ve onlarla birlikte hareket edenler ise, -ki biz böyle anlıyoruz- sorunuz doğru ve yerindedir. Bunun dışında devrimci komünist güçler, MBP, bu süreçten politikaların doğruluğu yaşamın kendisi tarafından kanıtlandığı için güçlenerek çıktılar. Onlar için bir “kriz”den söz etmek mümkün değil, doğru da değil.
Devrimci bir dönemde izlenen burjuvaziyle, burjuva sınıfın bir kesimiyle işbirliği politikası pek çabuk iflas etti ve bu politik iflas hepsini bir kriz içine yuvarladı. Buna, Kürt halkının omuzlarına basarak da olsa “biz dört vekil çıkardık” diye sevinen parti de dahil. Dört vekil değil, parlamentoda yüz dört vekil olsa, bunun proletarya ile burjuvazi arasındaki sınıf savaşında beş paralık bir değeri olmayacağını her aklı başında, düşünmeyi bilen insan kabul eder.
Sosyal reformist partiler ve onlarla birlikte yürüyenler “sol birlik”, “ittifak”, “güç birliği” vb. “birlik” politikaları yürütemezler, böyle birlikler kuramazlar. Biz bunu Emek ve Özgürlük İttifakı ile “Sosyalist Güç Birliği” kurulduğu zaman, yani seçimlerden çok önce ortaya koymuştuk. Emek ve Özgürlük İttifakı’nın halini biliyoruz. “Mahalleye” mahcup olmamak için ittirerek yürütülen tren vagonu gibidir. Sosyalist Güç Birliği’nden söz etmeye bile gerek yok. En ufak bir “ortak eylem” yapmayı dahi başaramadılar. Yaşamın, sosyal reformist partiler arasındaki bu girişimleri düşündüğümüzden çok daha hızlı dağıttığını kabul ediyoruz; bu kadar hızlı olacağını biz de tahmin etmemiştik!
Haliyle, “Krizi aşmak için ne yapmalı” sorusunun muhatabı kriz içindeki bu parti ve güçlerdir. Ama krizi aşmanın arayışı içindekilere kolaylık olsun diye şunu söyleyebiliriz: Sınıf işbirliği, burjuvaziyle uzlaşma politikalarıyla, düzen içi çözüm öneren bakış açısıyla krizden çıkamazlar. Çünkü onların krizinin temelinde işte bu politika ve bakış açıları var. Onların krizinin temelinde adına hareket ettikleri işçi sınıfını, yoksul kitleleri bu düzeni yıkmaya çağırmak yerine parlamentoya umut bağlamaya çağıran siyaset var.
Sosyal reformist partilerin krizi, birbirleriyle ilişkilerinden, birbirlerine “kazık atma” çabasından çıkmış değil. Görünüş böyle olsa bile bu doğru değil. Krizin temelinde bir sınıf adına, işçi sınıfı adına, yoksul emekçi halklar adına yola çıkıp burjuva sınıfın bir kesiminin çıkarlarını savunma noktasına savrulan politikalar var. Krizi aşmak isteyen krizin nedenlerini doğru teşhis etmek zorunda.
Devrimci hareketin güç birliği imkanları hiç mi yok? Elbette var; hem de hiç olmadığı kadar var. Bunun için şu gerçeğin bilince çıkarılması ve kabul edilmesi gerekir: Devrimci güçleri birleştirecek olan şey, devrim ve iktidar hedefidir. Bu hedefi en öne çıkaran, yarının, bilinmez bir geleceğin değil, günün pratik politikası haline getiren bakış açısıdır. “Bize devrim gerek”. Başka bir ifadeyle söylersek, “Tek yol birleşik devrim”dir. Tek çözüm, bütün iktidarın ele geçirilmesidir. Bunun dışındaki, bunu arka plana atan her yaklaşım, her türlü iradeden bağımsız, düzen içi olmak zorundadır. Özellikle devrimci dönemlerde, ki Türkiye ve Kürdistan şimdi tam da böyle bir dönemden geçiyor, düzen içi çözüm, uzlaşma, sınıf işbirliği öngören politika üzerine kurulu hiç bir ittifakın yaşama şansı yoktur.
Devrimci güçler, iktidarın bir devrimle ele geçirilmesini en başa alan bir ittifakta bir araya gelebilirler ve gelmeliler. Başka bir ifadeyle, devrimci güçler bir devrim programı etrafında bir araya gelebilirler ve ancak böyle bir temel üzerinde yükselen bir “birlik” kalıcı olma şansına sahip olabilir.