“Yalnızca seçimleri değil, onunla birlikte son süreci değerlendirecek olursak şunu söyleyebiliriz: Bağımsız ve kendi içinde güç birliği halinde olmayan sosyalist hareket etkisiz kalmaya mahkumdur. Yenilgi, sosyalist hareketin bağımsız ve birleşik bir güç olamamasının sonucudur”
Sosyalist hareket, özeleştiri ve yeniden inşa dosyası kapsamında sıradaki söyleşimiz Odak Dergisi’nden Doğan Baran ile.
Baran yenilginin asıl olarak seçimin AKP ve Erdoğan tarafından kazanılmasından değil sosyalistlerin bağımsız bir siyasal hatta birleşik bir mücadele örememesinden kaynaklandığını ifade ediyor. Deprem sonrasında ortaya çıkan seferberlik sürecinin bu hattın inşası için uygun bir zemin sunduğunu ifade eden Baran, solda yaygınlaşan grupçu yaklaşımın birleşik mücadelenin önünde engel olduğunu belirtti.
Sosyalist hareket açısından yenilgiyi nasıl tanımlamalı, nerede aramalı? Neyin özeleştirisi verilmeli, nasıl bir özeleştiri süreci yaşanmalı?
Aslında ne AKP kazandı diye yenilmiş haldeyiz ne de CHP’nin öncülük ettiği Millet İttifakı mağlup olmasaydı kazanacaktık. Muhalefet NATO’cuların peşine takıldığı için seçimlerin sonucunda ağır bir yenilgi yaşadı. Sosyalistlerin inanılmaz bir hata yaparak Kılıçdaroğlu’nun adaylığında birleşmeleri yenilginin sonuçlarını doğal olarak ağırlaştırdı.
Seçimler öncesinde muhalif kamuoyu ve ilerici aydınlar anlaşılması zor bir şekilde maniple edildi. Biz bu manipülasyonun hazırlanması ve yürürlüğe konulmasında NATO’cu uluslararası güçlerin katılımı olduğunu düşündük ve düşünüyoruz. “Erdoğan tekrar kazanırsa mahvolacağız” algısı çok güçlü bir şartlandırmaydı. “Ya Kılıçdaroğlu’nu desteklersin ya da AKP’den yanasın” psikolojisi bu şartlandırmanın ürünüydü. Muhalefet Erdoğan’dan yalnızca sandık yoluyla kurtulabileceğine inandırıldı. Seçimler “uçurumdan önceki son çıkış” gibi gösterildi. Kılıçdaroğlu da “son umut” olarak ileri sürüldü. Böylelikle muhalefete Erdoğan’ın seçimlerle kesin bir şekilde postalanacağı düşüncesi empoze edildi. Sonuçta Erdoğan’ın kazandığı açıklanınca halkta “mahvolduk”, “uçurumdan aşağıya yuvarlandık”, “hiç umut kalmadı” havası oluştu.
Buna, ne yazık ki solun büyük bir kesimi de ortak oldu. “Bir oy Kılıçdaroğlu’na, bir oy bizim partimize” propagandası bunun sonucudur. “Bir oy bize, bir oy da Erdoğan gitsin diye” ifadesi de aynıdır. Eğer sosyalist hareket bağımsız tutumla ve kendi içinde birleşik bir güç olarak davranabilmiş olsaydı hem böyle bir umutsuzluk yaşanmazdı hem de sosyalistlerin halkın gözünde inandırıcılığı artardı.
Kılıçdaroğlu’nu desteklemek, ona oy istemek devrimcilerin anti-emperyalist kodlarına tersti. On yıllardır sağa kayan, AKP’den kurtulmanın tek yolunu ona benzemeye çalışmakta ve ayrıca ondan daha NATO’cu olmakta gören bir CHP’den söz ediyoruz. Kılıçdaroğlu her seferinde açık bir şekilde, Erdoğan’dan daha fazla NATO’cu olduğunu, Batı’ya ondan daha bağlı kalacağını kanıtlamaya gayret ediyor. Bunlar bizim öznel görüşlerimiz değil, kendi açıklamalarıdır. Ayrıca özelleştirmeler, laiklik, işçi hakları gibi meselelerde halkta umut yaratacak şeyler de söylemiyorlar. Bunları ifade edince “Ama AKP çok büyük bir tehlike” deniliyor. AKP’nin ne olduğunu biz de biliyoruz. Ancak, AKP ile “Erdoğansız ve daha NATO’cu bir AKP” yaklaşımıyla değil, sosyalist bir yaklaşımla ve sol potansiyeli genişletebilecek bir yöntemle mücadele edilebilir. Bu mücadelenin öncülüğünü ise NATO’culardan bağımsız ve kendi içinde eşgüdüm sağlamış bir sol yapabilir.
Aksi taktirde işte şimdiki gibi, direnme azminin yaralanacağı bir sonuç doğar. Bu söylemi geliştiren, yani “Bir oy bize, bir oy da AKP’nin karşısındaki adaya” diyen dostlarımız ne kadar iyi niyetli davranmış olurlarsa olsunlar, ne yazık ki “son çıkışı da kaçırdık”, “uçuruma yuvarlandık”, “hiç umut kalmadı” psikolojisinin gelişmesinde pay sahibi oldular.
Birleşilmesi gereken yerlerde değil, gerekmeyen yerlerde birleşiyoruz. Bir örnek verelim: Deprem felaketinin hemen ardından bütün sosyalist örgütler ve örgütsüz sosyalistlerin büyük bir çaba içerisinde olduğunu görebildik. “Asrın felaketi” diye tanımlanan durum 17 Ağustos 1999 Gölcük deprem felaketinden 23 yıl sonra yaşanmıştı. Depremzedelere canla başla fakat birbirinden kopuk çabalarla yardım etmeye çalışan sosyalist örgütler bir yandan da aradan on yıllar geçtiği halde AKP’nin depremlerin felakete dönüşmesine karşı bir önlem almadığını anlatıyorlardı. Oysa dönüp kendimize de sormamız gerekiyordu: Sosyalist hareket 1999 depremi sonrasında halkla birleşerek hükümetlere hangi önlemleri kabul ettirebilmişti? Üstelik 6 Şubat gibi büyük bir felakette dahi birlik şeklinde davranamıyorsak, “Benim bayrağım, benim önlüğüm, benim ismim gözüksün”; “Benim propagandam yapılsın” mantığıyla hareket ediyorsak burada düşünmeliyiz! Fedakarlıklarımızı, gruplarla sınırlı değil, solun ve halkın birliği çerçevesinde değerlendirseydik hem yaşanan sürece daha iyi müdahale edebilirdik hem de daha da önemlisi, devleti yaşanabilecek potansiyel felaketlere karşı önlem alması için zorlayabilirdik. Sosyalist hareket, yani bizler, asrın felaketini asrın kitle seferberliğine, asrın dayanışmasına dönüştürebilirdik ve bunu yapmalıydık. Çünkü halk olağanüstü duyarlılık ve dayanışma ortaya koymuştu. Böylesine elverişli koşullarda ve bu denli yaşamsal bir konuda kendi içinde ve halk inisiyatifleriyle birleşerek yetkilileri zorlayan bir solun başarı şansı mı yüksekti, yoksa Kılıçdaroğlu’nun adaylığında birleşmiş solun başarı şansı mı? Bize ilginç gelen solun genelinin bunu aklından dahi geçirmemesidir.
Asıl çabalamamız, asıl birlik yapmamız gereken yerde değil, bize çok uzak bir yerde yani “Kılıçdaroğlu’nun arkasında birlik oluşturmada” bir araya gelebiliyoruz. Hatta genelde CHP ve HDP gibi güçlerin çevresinde birleşmek daha pratik ve kolayımıza geliyor. Yenilgi asıl olarak buradadır.
Özeleştiriyi bu konuda vermeliyiz. Yalnızca seçimleri değil, onunla birlikte son süreci değerlendirecek olursak şunu söyleyebiliriz: Bağımsız ve kendi içinde güç birliği halinde olmayan sosyalist hareket etkisiz kalmaya mahkumdur. Yenilgi, sosyalist hareketin bağımsız ve birleşik bir güç olamamasının sonucudur.
Seçimin politik toplumsal sonuçlarından hareket edersek, politik rejimden hangi saldırı hamlelerini beklemeliyiz? Sosyalist hareket hangi çatışmalara hazırlanmalı?
Erdoğan’ın her şeye rağmen aldığı sonuç “Pirus Zaferi” olarak değerlendirildi ki bu büyük oranda haklı bir tespittir. Büyük ölçüde yasa dışı ve her şeyden önce adaletsiz seçim sürecinin sonuçlarına rağmen toplumun en azından yarısı AKP’ye “dur” dedi.
AKP’yi dinci-gerici faşist bir hükümet olarak biliyoruz. Din propagandası ve dinci dayanışma yardımıyla kitlelerde rıza yaratarak emek, doğa ve yaşam düşmanı neo-liberal politikalarını işletiyorlar. Şimdi AKP Türkiye’de iktidarını daha da pekiştirmeye çalışacaktır. Tarikatların aşırı inisiyatif kazanması ve çeteleşme sebebiyle devlete biraz çekidüzen verebilmek için belli bir düzeyde restorasyona da gidebilirler. Türkiye’de, dünyanın bugünkü koşullarında bir şeriat yönetiminin kurulması olanakları zayıftır. Çünkü dincilik bilindiği üzere Suriye, Mısır, Tunus gibi ülkelerde yenildi. Orta Doğu’da dinciliğin arkasında duran Suudiler ve Körfez ülkeleri geri çekildiler. Hatta Suudi Arabistan İran ile barıştı. ABD, Ilımlı İslam projesinin arkasında durmuyor. Türkiye’nin Suriye’de Esat ile anlaşması zorunluluğu artıyor ve ülkemiz nüfusunun yüzde 60’ından fazlası da aslında dinciliğe karşıdır. Ama yine de AKP dinciliği yükseltme eğiliminde olacaktır.
Peş peşe zamlar, emekçi halkın sırtına yüklenen vergiler gördüğümüz şeyler. İşçi sınıfının ve emekçi halkın ekonomik ve sosyal hakları, patronlardan yana daha çok törpülenmeye çalışılacaktır. Tekelci sermayenin partisi AKP’nin özellikle Batılı güçler ile ilişkilerin iyileştirilmesi için politik alanda bazı yumuşama adımları atması yanında patronların çıkarları uğruna demokratik güçlere ve halka karşı baskıları artırması hesaba katılmalıdır. Öte yandan ise Türkiye, direnenler ülkesidir. Önümüzdeki süreçte işçi, öğrenci ve kadın gençliğin demokratik haklar ve özgürlükler için mücadelesi, emekçi mücadelesi, Kürt halkının ve ezilen milliyetlerin ulusal baskıya karşı mücadelesi ve Alevilerin laiklik mücadelesi büyük bir potansiyel olmaya devam edecektir. Türkiye’de anti-emperyalist, yurtsever damar güçlüdür. Solun bu alanlarda yoğunlaşması gerekiyor.
Sosyalist hareketin krizini aşmak için ne yapmalı; kimle yapmalı, nasıl bir kadro ve kitle politikasıyla yapmalı? Nasıl yapmalı; hangi söylem, araç ve yöntemlerle yapmalı? “Sol birlik” ve “ittifak” meselesine nasıl yaklaşılmalı?
Türkiye cesaretli, yiğit, fedakâr devrimciler ülkesidir. Solun aslında muazzam bir potansiyeli bulunuyor. Halk, ezilenler için samimiyetle ve kararlılıkla mücadele eden insanlar gördüğünde onları bağrına basmaktan çekinmeyeceğini defalarca ortaya koymuştur. Peki neden bu potansiyelle buluşarak güçlü bir muhalefet öremiyoruz? Asıl kendimize sormamız gereken soru budur.
Öncelikle sosyalist hareket olarak liberal istilaya karşı mücadele etmemiz gerekiyor. Sosyalist hareket on yıllardır liberalizmin istilasına uğramış bulunuyor. Liberalleşen sol, devrimci örgütlere yönelmeyip çeşitli şekillerde örgütsüzlüğü seçiyor ve hatta emperyalizm tarafından fonlanan hareketlere yöneliyor. Liberalleşmenin sakatladığı sosyalist hareketler örgütlenemiyor, işçi sınıfı ve emekçi halka gidemiyor. Bir kısım sol ise kendisi dışındaki güçlere bel bağlıyor. Bu kendine güvensizlik zaman içinde kronikleşmiş durumda. Bu da solun neden deprem dayanışması yerine Kılıçdaroğlu projesinde kolayca birleştiğini gösterir. Öte yandan mesela Kürt hareketinin yörüngesinde giden örgütler artık o yörüngeye göre şekillenmiş durumdalar. Bu sorun solu hem anti-emperyalist gelenekten hem de Türkiye gerçekliğinden uzaklaştırmakta ve Türkiye’nin faşizme teslim edilmesine katkıda bulunmaktadır. Kendi tarihimize ve toplumumuza yabancılaşma olarak tanımlıyoruz biz bunu.
Solda liberalizm kadar ortak bir yabancı yan da grupçuluktur. Grupçuluk devrimci hareketi, sınıf hareketini ve halk hareketini grup hareketine indirgemektedir. Grupçuluk neticesinde sosyalist örgütlerin çabası, genelde, yukarıda bahsettiğimiz o büyük potansiyelin açığa çıkarılmasına ve daha da genişletilmesine değil, her bir grubun mevcut potansiyelden kendi payını artırmasına yoğunlaşmaktadır. Grupçuluk bu bakımdan, burjuva toplumdaki bireycilikle benzer yanlar taşımaktadır. Kapitalizmde, özel sermayede gördüğümüz bu tutum, sosyalizmin özüne ters düşer. Kaldı ki, burjuva ekonomisinde dahi devlet, sermayeyi bir ölçüde düzenler, dengeler ve mesela sistemin daha iyi sürdürülmesine dönük altyapı yatırımları geliştirir. Sosyalist hareket ise ortak geleceğimize dönük hiçbir çaba içerisinde değildir. Bu bakımdan çaresiz duruma düşmektedir.
Türkiye solu grupçu körlük nedeniyle asrın deprem felaketi karşısında bile bir koordinasyon kuramayacak duruma düştü. Bu yüzden depremzedelerle dayanışma çabaları, depremlerin felakete dönüşmesini engelleyecek bir gücü bu kez de yaratamadı. Solda birlikler grupçuluk yüzünden daha baştan dağılmaya mahkummuş gibi kuruluyor. Devrimci gruplar sanki ancak birbirine karşı grupçuluk yaparak var olmak zorundalarmış gibi davranıyorlar. Her türlü baskı ve işkenceyi, hatta ölümü göze alıyoruz; hapisler yatıyoruz yani devrimciliğe cesaretimiz var ama grupçuluğumuzu sorgulamaya ve aşmaya cesaretimiz yok. Bu anlayışın, sanki kaderimizmiş gibi ele alınmasına itiraz etmemiz gerektiğini düşünüyoruz. Grupçuluk anti-emperyalist çizgide ve mücadeleci birçok devrimci örgütün devrimci harekete faydalı olamayışına yol açıyor. İşte Türkiye solunun geneli başta liberalizm ve grupçuluk yüzünden egemen güçlerin çizdikleri dar alana mahkûm durumdadır.
Anti-emperyalist çizgideki solun kendi içerisinde, bağımsız bir birlik sağlaması bizce bu sürecin en önemli görevidir. Örgütümüzün dar çıkarlarını, sosyalizmin ve devrimci hareketin genel çıkarlarının önüne çıkarırsak belki grup olarak gelişme şansımız artabilir fakat sosyalist hareket olarak yenilgilere mahkumuz.
Şimdi önümüzde yerel seçimler var. Bu süreçte yolsuzluklara, işçi düşmanlığına karşı mücadele, solun ortaklaşa ele alması gereken acil sorunlardandır. “Ben” değil, “biz ne kazanabiliriz” görüşüyle hareket edebilirsek, solun önümüzdeki süreçte güçlenmesi olanakları artacaktır. Solun bütününü değil, yalnız kendimizi gözetirsek yazık ederiz. Kendi içinde güçlerini birleştiren anti-emperyalist sol başta emekçiler olmak üzere Kürt hareketi, sol Kemalistler, Alevi hareketi gibi bütün demokratik güçlerle sağlıklı bağlar kurabilir, ittifaklar yapabilir.
Farklı örgütlere bölünmüş olmamız, ayrı dünyalarda yaşadığımız anlamına gelmez. Sol ancak güçlerini birlikte koordine edebilir, her bir grubun bütünün bir parçası olduğu gerçekliğine uygun olarak düşünüp davranabilir ise bu yolla kalıcı güç ve eylem birliği ve ortak bir hukuk yaratabilir. Halkın devrimci potansiyeli de bu yolla açığa çıkarılabilir. Paydayı büyütmek, ortak devrimci değerlerimizi geliştirmek hepimizin birinci görevidir. Bunun için birlikte öğrenme ve mücadele pratiklerine ihtiyaç var. Bu görev bütün devrimci örgütlerin ve tek tek devrimcilerin önünde duruyor. Hiçbir devrimci bu konuda örgütü yüzünden gerekeni yapamadığını ileri süremez. Devrimci disiplin parçayı değil bütünü, kendi grubunu değil devrimci hareketi esas almayı gerektirir. Bu anlamda yakın düşünen devrimci gruplar ve kişiler zaman geçirmeksizin bir araya gelmeli, hem örgütlü hem de örgütsüz solu değiştirmeye çalışmalıdırlar.
Burada solun eleştirisini yaparken kendi propagandamızı yapmış duruma düşmek istemeyiz. Odak Dergisi’nin sözcülüğünü yaptığı hareketimiz, deprem dayanışmasında da başkaca pratiklerde de bir şeyler yapmaya çalıştı ve çalışıyor fakat özellikle liberalizm yüzünden, ne yazık ki Türkiye soluna birlik doğrultusunda yardım edebilecek güç ve etki seviyesine gelmeyi başaramadı. Örgütlenmeyi başaramadığımız için genelde söz düzeyinde kaldık. Bilindiği gibi, pratikle buluşmayan söz giderek etkisiz kalmaya ve sönmeye mahkumdur. Her şeye rağmen bu konuda iddiamızı koruma azmimizi ifade ediyoruz. Anti-emperyalist sol güçlerin birlikte düşünme ve mücadele yoluyla liberalizmden ve grupçuluktan arınma doğrultusundaki çabalarında yer almayı istiyoruz. Sosyalist örgütlerin görüşlerini aldığınız bu inisiyatif için sizi tebrik ediyor bu inisiyatifin solda birlikte öğrenme ve mücadele pratiklerine yardımcı olmasını diliyoruz. Türkiye solunu ve halkı yenilgilere mahkum olmaktan çıkarabiliriz ve çıkarmalıyız.