“Hiçbir şey olmamışsa bile kesin bir şey olmuştur”

AKP’ye oy veren insanların küçümsendiği, aşağılandığı trend bizim neden sorgulamasına girmemizi engelliyor. Oy veren kesimleri sınıfsal olarak değerlendirme zahmetine katlanmıyoruz

“Hiçbir şey olmamışsa bile kesin bir şey olmuştur”

Meğerki AKP genel başkan yardımcısı Ali İhsan Yavuz o ünlü sözü söylerken bir bildiği varmış, her şeyi hesaplamışlar, planlamışlar ve yapmışlar. Yaptıklarının kazanmaları için eksik kalmış olabilmesinin mümkün olamayacağını düşünüyor. Çünkü yakalanmamışlar bundan eminler. Ne de olsa yakalansalar yaygara kopardı.

Birkaç gündür üzerimize düşen korku, umutsuzluk vs. hallerinden çıkarken “ne olduğunu” sorgulamaya başladık. Gene olanı biteni yaparlarken suçüstü yapamadık, yapamazdık da bize her şeyi düşündüklerini, hazırlandıklarını bilmem kaç tane görevli, yardımcı görevli hazırladıklarını sistemler kurduklarını falan filan söylediler.

Gezi yenilgisinden sonra çekildiğimiz kabuğun içindeki edilgenliğimiz, baskın hala. “Bir şeyler değişse de biz düşünmeye, yürümeye başlasak” ruh halindeyiz. Kadrolarımızı mücadeleye tutunmaları hususunda ikna çabalarımız yeterince başarılı olamıyor. Bir türlü ideolojik söylemi kuramadığımızdan politik hattın inşasında eksik kalıyoruz.

Bu seçim, önceki seçimlerde güvenilmezliği belirginleşmiş seçim kurullarının daha da güvenilmez şekilde kuruluşu “perşembenin gelişi çarşambadan bellidir” ata sözünü doğrulamıştır. Anayasaya aykırı adaylığa bile değinilmeyen Millet İttifakı seçim kampanyalarında milliyetçiliği artıran ve millete ulufe dağıtmanın ötesine geçmeyen yaklaşım neyse de TİP ve YSP’nin iddiasız, birbirini iğneleyen propagandası benim için anlaşılabilir değildi. Tıpkı HDP’nin kendi adına seçime girmeyişini anlayamadığım gibi üç hatta dört ayrı liste ile (aday gösterilen kişilerin “ben olmaz isem olmaz” demeyeceklerine inançla) seçime giren bir ittifak sandık kurullarında yerini almış olacaktı. Bağımsız adaylar sürecini organize edebilmiş siyasetin son gün son dakika nereye oy vereceğini işaret ettiğinde kitlesini kanalize edebileceğine güvenim tamdı. Kapatma davası sandık kurullarında HDP’lileri eksiltme manevrasıymış anladığımız. TİP’in kendine oy verecekleri HDP’ye oy vermeleri konusunda ikna edemeyeceği gerekçesine sığınması benim gibi pek çok kimseye inandırıcı gelmedi. TİP’in tercihini kabullenemeyen, alternatif üretemeyen HDP yönetimi de ikna edici olamadı. İnsanlara HDP’yi seçtikleri zaman nasıl bir kazanımları olabileceği hususu tüm seçim sürecince anlatılmadı. Anlatıldıysa da ben duymadım. TİP ise ülkenin geleceğinden daha çok kendini düşünüyor, izlenimini vermenin ötesinde bir yaklaşıma sahip olmadı. “Sosyalizm” söylemini kendi içeriğinden bağımsız, slogana dönüştürmüş olması gelecekte geri kalan devrimcilerin de mücadele eksenini halk kuyrukçuluğuna evirmesi riskini doğurabilecektir.

İki aydır muhalefeti ile iktidarı ile TV’leri kaplayan ülkenin gündeminden kopuk goygoyculuk yeni konuları ile devam edecektir. Mitinglerle -ki her birinde vitrin gösterisi ön plandaydı- birini izleyen, dinleyen bir kişi hepsini görmüş kabul edilebilir. Ülke sorunlarının ve çözüm yollarının tartışılmadığı süreç insanları apolitikleştirmektedir. Bu TV’lerin hepsi durmaksızın halkı kendi açısından tek tip düşünmeye zorlamaktadır. Zira kutuplaştırılmış, sahibinin sesi insan kümesi en kolay kontrol edilebilendir.

Millet İttifakı’nın Kandil’e dair savunma çizgisi aslında Cumhur’a pas halini almış ve her iki ittifakın ve hatta Ata İttifakı’nın da katılımıyla tek sesli söylem toplumu milliyetçileştiren bir trene bindirmiştir. Bu süreçte Türkiye solunun “ne oluyor?” sorusunu sorması gerekmez miydi? Son yıllarda İsrail, ABD yöntemleri ile yürütülen yargısız infazlara ses çıkartmamak, Şebnem Korur Fincancı dışında (HDP’den gelen tepkiler harici) kimsenin uygulanan yöntemlere dair söylem geliştirmemesi yapılanları da meşrulaştırmaktadır.

Bu seçimler önemliydi. AKP’yi yıkmanın bize kazandıracağı moral üstünlüğü peşi sıra özgüven ve sinerji ile yaratacağı mücadele hattını yeniden inşa edebilirdik.

Bu seçim Cumhur’un kazanması ile biterse inşaat sürecinde ne değişir? Bence değişmez. Hatta Millet’in kazanması moral üstünlüğü verirken hele bir bekle, onlara sans tanı vs. söylemleri ile bizleri esir alacaktı. Ülkenin içine girmiş olduğu krizden çıkma şansı var mı? İzlenecek politikalar yoksullaştırmanın önüne geçecek mi? Hayır, aksine kriz daha derinleşecek, yoksulluk daha da artacak. İnsanlar daha çok yoksunluk çekecek, objektif koşullar daha da olgunlaşacak. Egemenler toplumu, zapturapt altında tutmak için baskıları yoğunlaştıracak, konsolide edebilmek için savaşı kızıştıracak. Savaş politikaları sonuç olarak yoksulluğu artıracak, artan yoksulluk ise baskıyı artıracak, yani süreç girdiği kısır döngüyle devam edecek.

AKP’ye oy veren insanların küçümsendiği, aşağılandığı trend bizim neden sorgulamasına girmemizi engelliyor. Oy veren kesimleri sınıfsal olarak değerlendirme zahmetine katlanmıyoruz. Ben kendi açımdan bu konu hakkında yeterince bilgimin olmadığının farkındayım. Onların ortamından uzağım. Hasbelkader biriyle karşılaştığımda ise onu dinlemek yerine maalesef sorguluyorum. Ancak, birkaç kuruş ya da küçük çıkarlar için tercih yaptıklarını düşünmüyorum. Milliyetçi ya da muhafazakâr oldukları için duruş belirlediklerini de düşünmüyorum. Bir kısmı milliyetçi, bir kısmı da muhafazakâr. 14 Mayıs gecesi AKP önünde yığılan insanların birçoğu kıyafetleri ile seküler oldukları izlenimini verdi bana. Zaten milliyetçi saiklerle hareket etseler muhalefetin PKK söylemlerinden etkilenirdi. Erdoğan’ın milliyetçi söylemleri muhalefetin bir çizgide sıralanması için pekiştireç, belki de sosyalistlerin Kürt siyasi hareketleri ile bağ kurmasının önünde engel olarak kurulan duvardır…

AKP’nin emekçi kesimlerden ciddi miktarda oy alması bizi düşündürmelidir. Küçük burjuva ve lümpen proletaryadan aldığı oylar anlaşılabilir bir durum olsa da köylü, mavi ve beyaz yakalı işçilerden oy alması bizlerin sendikal mücadelede olamadığımız anlamına gelmektedir. Uzunca bir süredir sendika binalarımıza sığıştırdığımız mücadele anlayışını kırmamız gerekmektedir. (Zaten hareket halindeki sendikalarımız istisnaidir). Yeniden fiili meşru mücadele hattını örmeliyiz. Milyonlarca kayıt dışı emekçiyi örgütlemek öncelikli görev olmalı. Onları işyerlerinde örgütlememiz zordur, ama zaman rafa kaldırdığımız Toplumsal Hareket Sendikacılığını hatırlama zamanıdır. 90’lı yıllarda yarattığımız mücadele hattının başarısızlıkla sonuçlanmasından ders çıkaralım ve siyasi bir hareket olmadan yarattığımız her mücadele alanının sonunda bürokratik yapılara dönüşeceğini unutmayalım.

Bugünkü görevimiz, siyasi hareketi yaratmaktır. Aynı zamanda mücadele cephesini yaratmamız gerekmektedir. Cephe unsurları meclisten sokağa birbirlerini besleyen mücadele hattını örmeli, sendika ve demokratik kitle örgütlerinde birbirleriyle didişmeyi bir tarafa bırakarak mücadeleyi yaygınlaştırmalıdır.

Bu yazının son sözünü söyleyecek olan ise ben değilim.

doyumsuz günlere doğacak temmuz
doyumsuz günler görecek
hani şu hep andıkça sızlatan yüreğimizi
hani şu hep dalıp dalıp gittiğimiz andıkça
beklediğimiz beklediğimiz beklediğimiz
ve tam görecekken göçüp gittiğimiz günler gibi günler
ama mutlaka

                            Hasan Hüseyin Korkmazgil


Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.

Sendika.Org'u destekle

Okurlarından başka destekçisi yoktur