Bugün gençlik, afet bölgelerinde edindiği politik-pratik yetkinlikle kendisini yeniden örgütlediği ölçüde yeniden inşa tartışmalarında üniversitenin rolü en somut halini alacaktır. Afet bölgelerinde bölge gençliğinin taleplerinin örgütlenmesi, böyle bir dönemde hareket etmek isteyen her bir üniversitelinin özneleşebileceği alanlar yaratmak gençlik mücadelesi için ikili bir beslenme imkanı yaratacaktır
“…oysa dalları kırmayılan ölür mü sonsuz ağaç
hayatı pekiştiren kökümüz var
dünyayı emeğe kazandırmak için
hayata ve ölüme sonsuz bir anlam veren
kanağacına sözümüz mü var…”
21. yüzyılın ilk çeyreğinde kapitalist sistemin yüzlerce yıllık sömürüsünün getirileri, ardı arkası kesilmeyen felaketlerle sonuçlanıyor. Bu felaketlerin her birisi katliam niteliği taşırken bir süre sonra alışılmış ya da unutulmuş olaylara dönüşüyor. 6 Şubat depremlerinin ardından neoliberal faşizmin en çıplak halini gördüğümüz, yaşadığımız bir süreç içerisindeyiz. Depremler, on bir kentle sınırlı kalmayan bir yıkım tablosuyla sonuçlandı. Devlet algısının yerle bir olduğu süreç boyunca gelişen toplumsal öfke, beraberinde bir toplumsal seferberlik hali yarattı. Devletin olmadığı yerde devrimcilerin, sivil toplum kuruluşlarının ve halkın olması, 6 Şubat sonrasını devrimci hareketi hem yeni bir sınanma haliyle hem de yeni olanaklarla karşılaştırdı. Devrimcilerin afet bölgelerinde aldığı inisiyatifle, devrimci hareket için yeni bir kurucu dönemin kapıları aralandı. Halkın öz gücüyle alternatifler geliştirerek hayatta kalma biçimleri, yeni bir kurucu dönemin deneyimlerini içerisinde barındırıyor. Ancak neoliberal çağın getirdiği normalleştirme kültüründen nasibini alan devrimci hareket, bu sürecin gerçekliği olan öfkenin dışavurumunu örgütlemekte ve kitlesel bir harekete dönüştürmekte var olan dinamiği değerlendiremedi.
Faşizmin yeni bir biçimi olarak başkanlık rejiminin kurumsallaşma sürecinde kitlesel mücadele alanlarının terk edilmesi, siyaseti egemen kanattan belirlenen bir düzleme sıkıştırmaya devam ediyor. Bu durumun açığa çıkardığı “Zaman bu zaman değil” söylemlerinin devrimci harekette karakteristik bir hal alması deprem sürecinde de etkisini gösteriyor. Sandık siyasetinin son on yıla şekil vermesiyle; seçimlere ‘kader anı’ yaklaşımları ve Türkiye halklarına çözüm adresi olarak parlamentoyu göstermek siyaset sahnesinin daralmasıyla sonuçlandı. 2015’ten bu yana her seçim sonrasında devrimci hareket bu daralmayla yeni bir tasfiye sürecine mahkûm kalırken siyasette devrimci alternatif oluşturma fikri ötelenen programlara dönüştü. Önümüzdeki 14 Mayıs seçimleri de, toplumsal muhalefet için yeniden gündem olmaya başladığı an depremle açığa çıkan öfke seçim gündemiyle gölgelendi.
14 Mayıs seçimleri de çeyrek asırlık AKP’ye karşı bütün birikmişliğin patlama noktası olarak vurgulanırken bu ambiyansın sosyalist harekete çıkardığı görevler, toplumsal muhalafetin içerisinde eriyor. Sistem neoliberal politikaların tıkanmasıyla yeni bir sermaye birikim modeli üretememenin krizi içerisindeyken sosyalist hareket sınıf temelli taleplerden uzaklaştıkça geriye uzun vadeli büyük hasarlar kalıyor. Gerçekçi yaklaşmakta fayda var, solun sandıkta işaret ettiği nokta yeni bir neoliberal iktidara kefil olmasıyla değil mevcut iktidar karşıtlığıyla açıklanabilir ancak sınıfın çelişkilerini bir iktidar değişikliğiyle giderme algısını yaratmak kabul edilemez. Yani bugün yabancı karşılanan sokağı işaret etme noktasında özel sektör öğretmenlerinin, enerji, maden, inşaat işçilerinin sınıfa dayattığı mücadele hattı seçim sonrasına ötelenemez. Elbette bu durum; AKP’nin devletin tüm aygıtlarına palazlandığı, faşizmini kurumsallaştırdığı gerçeğini göz ardı etmek anlamına gelmiyor. Aksine faşizme karşı mücadeleyi bugünün çatışma düzlemleri içerisinde devrimci hareketin öncülük esasıyla barikata taşıması gerekiyor. Seçime bir hafta kala gerçekleşen saldırılardan, Kürt hareketine yönelik operasyonlardan, Soylu’nun, gerici tarikatların açıklamalarından da net olarak gördüğümüz mevcut iktidar bir değişim durumunda da şiddet aygıtlarını en etkili biçimde kullanmaya devam edecek. Hâl böyleyken devlet şiddetini etkisizleştirebilecek kitlesel karşı koyuşları sandıkta hesaplaşmak üzerinden kurgulamak toplumsal potansiyelin bastırılmasına sebep oluyor. Defne dallarında somutlaşan öfkeyi yasın değil, faşizme karşı mücadelenin sembolü haline getirebilmek için ihtiyacımız olanı Samandağlı kadınlar kanıtlıyor.
Öyle ya da böyle, seçim sonuçlarının değiştiremeyeceği bir gerçeklik olarak memleketi yeniden inşa edecek sol-sosyalist bir program en acil ihtiyaç olarak önümüzde duruyor. Rejim krizi seçim sonrasında bir iktidar değişikliğiyle giderilebilecek bir durumda değilken doğrudan sağın temsilciliğine bürünmüş bir programa sahip Millet İttifakı, neoliberalizmin yeni temsilciliğinden başka bir aday olma durumunda olamaz. Bu sıkışmışlığın ötesinde, halkın öz örgütlülüğünü inşa edecek kalıcı modeller oluşturmak için yeterince elverişli bir dönemin içerisindeyiz. Bu programın kurucu unsurlarından birisi olarak gençliği öncü kılmak, yalnızca toplumsal duyarlılığa sahip dinamik bir kesim olmasından kaynaklı değil, sistemin 21. yüzyılda neoliberalizmin açığa çıkardığı tahribatı onaracak gerçekliği üniversitenin barındırmasından geçiyor.
Siyasal iktidar, tehdit unsuru olarak gördüğü tüm kesimleri bastırma hamlelerinin ilkini üniversitelerden yükselecek bir dalganın önünü kesebilmek için online eğitim kararıyla gerçekleştirdi. Pandemide de güncel olarak deprem sürecinin hemen ardından alınan kararla da deneyimlediğimiz üzere, üniversiteler ‘ekran üniversiteleri’ modeliyle tamamen işlevsiz hale getirilirken dört yıllık eğitiminin neredeyse tamamını ekrandan geçirmek zorunda kalan bir kuşak açığa çıkıyor. Depremin en can yakıcı noktası, bilimi tamamen ayaklar altına alan neoliberal politikalarken online eğitim yalnızca üniversitelilerin değil, bütün toplumsal yaşamın alabileceği en ağır tahribat biçimi olarak karşımıza çıkıyor. Bugün üniversitelileri etkin bir çözüm gücü olarak politikleştirecek ve yeni bir siyasal kimlik kazandıracak uçlar tam da burada açığa çıkıyor. Mekânsal olarak üniversitenin kullanılamaması her ne kadar kalıcı hasarlar bıraksa da üniversitelilerin çağı hızlı kavrayabilme özelliği bu durumu tersine döndürmemiz için yeterli potansiyeli içerisinde barındırıyor.
Bugün bir doğal afetin bu denli yıkıma sebep olması, bilimin yok sayılıp sermaye ihtiyaçları doğrultusunda bilgi üretimini sağlayan egemen politikalarla doğrudan ilişkili gelişiyor. Bilim ve iktidar ilişkisini yer bilimcilerin araştırmalarının değil, inşaat şirketlerinin ihtiyaçlarının karşılandığı üniversite programlarında görüyoruz. Hâl böyleyken bilimsel üretimin yeri olan üniversitelerin bugün yeniden inşası, bilimle bu çağın toplumsal ihtiyaçları doğrultusunda bağ kurarak neoliberal üniversite öğretilerini terk etmekten geçiyor. Bu durum; bilim ve egemenlerin çatışmasını örgütleyecek, üniversiteyi politik bilim hareketinin en ileri yanlarıyla donatacak bir mücadele sürecinden geçiyor. Bilimin halk yararına üretilmediği üniversite kalıbı, COVID-19 küresel salgınının üstüne yaşanan depremle gençlikte karşılık bulamaz hale gelmiştir. Üniversiteli kimliğinin ileri yanlarının hatırlanmasına sebep olan deprem süreci, güncel deneyimlerle yeni bir üniversiteli kuşak tartışmasını beraberinde getirmiştir. Bu gerçekliğe dayanarak gençliğin yalnızca militan güç olmasının ötesinde, çağın bütün yozluklarıyla uzlaşmayacak mücadele hattı neoliberal iktidarların tamamı için kabus olacaktır.
Bastığımız zemin, üniversite mücadelesinin hangi koşullarda yeniden filizleneceğini göstermiştir. Üniversitelilerin geleceksizlik ve güvencesizlik kıskacında gittikçe derinleşen öfkesi depremle beraber başka bir tepkiselliğe dönüşmüştür. Bu tepkiselliği politik bilim hareketinin alan çalışmalarıyla kayyum rektörle, online eğitimle, hırsız müteahhitle hesaplaşacak direniş mevzilerine taşımak üniversite mücadelesini savunmacı bir hattan hak alıcı bir noktaya sıçratacaktır. Bu sıçrama noktasının esas hedefiyse neoliberalizmin yarattığı yıkımın gençlik olmadan kaldırılamayacağı gerçekliğini üniversitenin en net hedefi haline getirmektir. Bu bilinçle hareket eden bir gençlik kuşağı, üniversiteyi afet bölgelerine taşıyarak yaşamı örgütlerken gençlik hareketinin ülke genelindeki siyasal gündeme yön verecek pratiklerini de gösterecektir.
Bugün gençlik, afet bölgelerinde edindiği politik-pratik yetkinlikle kendisini yeniden örgütlediği ölçüde yeniden inşa tartışmalarında üniversitenin rolü en somut halini alacaktır. Afet bölgelerinde bölge gençliğinin taleplerinin örgütlenmesi, böyle bir dönemde hareket etmek isteyen her bir üniversitelinin özneleşebileceği alanlar yaratmak gençlik mücadelesi için ikili bir beslenme imkanı yaratacaktır. Gençlik için saha deneyiminin en kıymetli yanıysa neoliberalizmin dayattığı bireycilik ve rekabet kültürüyle yüzleşen bir kadro kuşağının açığa çıkması olacaktır. Gençlik mücadelesini bugün en temelden inşa edebilmek için kadroların kendilerini bu yüzleşmenin ardından yıkıp yeniden örgütlemesi gerekmektedir.
Bilimin; iktidarla, sermayeyle ve mevcut düzenle çatışmasını neoliberalizmin yıkımına dönüştürecek hamleler yeni bir gençlik kuşağının ellerinde gelişecektir. Sağlık, mühendislik, kültür sanat gibi alan faaliyetleri içerisinde özneleşecek her bir üniversiteli, gençlik hareketinin yeni alan çalışmalarını ve bununla beraber yeni dönem mücadele hattını oluşturacaktır. Yapmamız gereken, üniversiteyi bir mekanla sınırlı tutmayarak gençliğin politik atılganlığıyla üniversiteyi dört bir yana yayabilmektir. Kampüslerin tekrar aktif hale geleceği zamanı beklemeden üniversitenin mevcut çelişkilerini örgütlemek, bugünün üniversite fikrini yayarak üniversitelileri taraflaştırmak asli sorumluluğumuzdur. Üniversiteler, sarayın kontrolünde gittikçe yoğun saldırılara maruz kalsa da olası bir iktidar değişikliğinde kısmi özgürleşme imkanına sahip olsa da sistemin devamlılığı için zorunlu kurum olmaya devam edecek. Dolayısıyla saldırılar biçim değiştirse de gençliğin kurucu olma sorumluluğu baki kalacaktır. Anlık değişimler içerisinde hedeflerin, programların eridiği bir süreci devrimci birikim sağlayarak ilerletebilmek gençliğin iradi duruşuna bağlıdır.
Kaynak: Devrimci Gençlik
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.