Millet İttifakı, büyümenin azaldığı ancak artı değer oranının neredeyse geometrik olarak arttığı yeni kapitalist birikim modeli koşullarında, sermayedarın kârına hiç dokunmadan halka olsa olsa “ilerlemecilik” vaat edilebilir
Kasım-Aralık 2022 sayısında New Left Review dergisinde yayınlanan Dylan Riley ve Robert Brenner’in “Amerikan siyaseti üzerine yedi tez” başlıklı makalesi geçen hafta Türkçe’ye çevrildi. Değişen kapitalist birikim modeli ve sınıflar arası ilişkilerin ABD’de siyasete nasıl yansıdığını ve onu nasıl dönüştürdüğünü inceleyen yazı Türkiye için de üzerine düşünebileceğimiz bir çerçeve ve kavramlar öneriyor.
Makale ABD’de seçmenlerin sınıfsal tabanı, eğitim durumu ve parti tercihleriyle kapitalizmin yeni birikim modeli arasındaki ilişkiye dair dikkate değer tespitler içeriyor. Benim ise bu yeni model ve siyaset arasındaki ilişkide dikkat çekmek istediğim iki nokta var.
İlk olarak, kapitalizmin yeni evresine damgasını vuran olgu düşük ya da negatif büyümedir. Ekonomik kalkınmaya ve büyümeye dayanan birikim modelleri, büyümenin olumlu sonuçlarının yukarıdan aşağıya bütün sınıflara yansıtılmasıyla bir “sınıflar arası uzlaşma” yaratmıştı. Siyasi partiler de büyüme koşullarında istihdam ve gelir artışı vaat ederek toplumun çoğunluğunu oluşturan işçi sınıfının rızasını ve seçimlerde de oylarını aldılar. Kronik durgunluk döneminde ise siyasi partilerin (ne kadar adaletsiz de olsa) dağıtmayı vaat edecekleri yeni bir ekonomik kaynak üretilmiyor. Bu nedenle de sınıf uzlaşısının maddi koşulları ortadan kalkmış durumda. Hal böyle olunca siyasi partiler üretime dayanan yeni ekonomi politikaları değil, olsa olsa mali paketler öneriyorlar ve olsa olsa mali paketlerinde farklılaşıyorlar.
Büyüme olmaksızın ve kapitalizmin dinamizmini yitirdiği koşullarda siyasi partilerin seslenebilecekleri bir merkez de kalmadı. Seçimleri kazandıran şey de halkın çoğunluğunun maddi çıkarlarına yönelik politikalar üretmek değil, kime oy vereceğini hali hazırda bilen seçmenleri harekete geçirmek, katılım oranlarını arttırmak ve kararsızları kendi tarafına çekmek. Bunu destekler şekilde seçim kampanyaları da artık sokaktan ziyade sosyal medyada yürütülüyor.
İkinci önemli olgu, siyasi zorun sermaye birikimine yeniden dâhil olmuş olması. Riley ve Brenner’in “siyasi kapitalizm” olarak adlandırdıkları yeni birikim modelinde getiri oranının belirleyicisi piyasaya içkin unsurlar değil, siyasi güçtür. Devlet ihalelerini almak, özel vergi aflarından yararlanmak, köprü ve havaalanlarına verilen devlet garantileri ya da en kaba olarak, üstü örtülen yolsuzluklar gibi “siyasi vurgunlar”, bu yeni birikim modelinin en önemli mekanizmaları.
Siyasi zor ile artı değere el konulması aslında kapitalizme aykırı. Ellen Meiksins Wood’un birçok eserinde detaylıca dile getirdiği üzere siyasi zor ile artı değere el koyulması feodalizmin ayırt edici özelliğidir. Feodal lortların uyguladığı zor ve tehdit nedeniyle fazladan çalışan toprak kölesi durumundaki köylünün, çalıştığının bir kısmını vassala aktarması feodal sınıf ilişkilerinde görülür. Kapitalizmde ise siyasi iktidar sahiplerinin doğrudan uyguladığı zor geri çekilir ve işçi, sadece ekonomik zorla baş başa kalır. Piyasa, siyasi zordan azade bir alandır. İşçiler, kendi hür iradeleriyle (!) emek güçlerini satarlar ve karşılığında ücretlerini alırlar. Bu nedenle en bilineni Hayek olan liberal iktisatçılar tarafından piyasa “gönüllülük, özgürlük, rıza” alanı olarak kurgulanmaktadır.
Siyasi kapitalizm, artı değere siyasi el koyma yöntemini canlandırdığı ölçüde toplumu da yeniden bir köle toplumuna çeviriyor. 18.yy kapitalizmi liberal hakların maddi temeliydi, 20.yy kapitalizmi ise sosyal ve ekonomik hakların. Bunların aksine 21.yy’ın siyasi kapitalizmi tüm bu hakları siyasi zor kullanarak baskılayan bir model. Başka bir değişle, siyasi kapitalizm olabildiğince gayri-liberal. Sırtını siyasi zora dayadığı için de bir o kadar asalak.
Son olarak yazarlar, ABD örneğinde Biden’ın yeni kapitalist birikim modeli nedeniyle sınırlılıklarını belirtip, Trump’la karşılaştırıldığında “ilerlemeci” olarak addedilebileceğini belirtiyorlar. Buna göre Biden’ın iktidarı profesyonellere saygılı, işçi sınıfının eğitimli kesiminin daha yüksek ücret aldığı, liyakate dayalı olarak toplumun çeşitli kesimlerinden işe alınmış bir elitin yönetimindeki piyasa ekonomisidir. Bu modelde “adalet” ve “hukuk” demek, devlet bürokrasisinde çeşitlilik, eşitlikçilik ve kapsayıcılık demektir.
İster istemez aklımıza Millet ittifakı geliyor. Büyümenin azaldığı ancak artı değer oranının neredeyse geometrik olarak arttığı koşullarda, sermayedarın kârına hiç dokunmadan halka olsa olsa “ilerlemecilik” vaat edilebilir. İlerlemecilik, günümüzde devlet bürokrasisinin partizanlığı düşünüldüğünde azımsanacak bir durum değil. Ancak şu an devlet ihalelerini alan 5’li çetenin 8’li çeteye, 9’lu çeteye doğru genişletilmesi anlamına geldiği müddetçe de halkı kölelikten kurtarmıyor.
Kaynak: Artı Gerçek
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.