Mohammed artık yok. O kıyamet gecesinde tüm ailesini kaybettikten sonra oda üzerine göçen bir moloz yığınının altında kaldı
Hatay’da dinlediğim hikâyelerden en etkileyici olanlardan biri Mohammed’in ki…
Mohammed dediğime bakmayın.
İsmini bilmiyor kimse. Ama bir çok insandan dinledim onu.
Ve isimsiz, kimsesiz kalmasın istedim…
Mohammed dedim adına.
Mohammed Suriye Savaşı’ndan kaçıp Türkiye’ye sığınan ailelerden birinin çocuğu.
17 yaşında.
Belgesiz olduğu için okuyamadı.
O da küçük yaşta çalışmaya başladı. Deprem öncesinde görenler 7-8 yaşlarından itibaren çalıştığını, saygısı, bitmek bilmez enerjisi ve sanırım mülteci olmanın getirdiği çekingen ve mahcup tavırları ile hatırlıyor onu.
Bir bakkalın, berberin, demircinin yanında çırak; bir kebapçı da garson olarak çalıştığını görenler var.
Arapça’nın yanında çocuk yaşta gelmenin ve çalışmak zorunda kalmanın doğal bir sonucu olarak Türkçe’yi de çok iyi konuşuyor.
Bu hâliyle ortalama bir Hataylıdan farkı yok. Kimse sormasa nereden geldiğini söylemiyor. Memleket insanının en çok kullandığı tanışma sorusu ‘Nerelisin’i sevmiyor muhtemelen.
Anlatanlardan çoğu ailesi ile Halep’ten geldiğini söylediğini ifade ediyor.
Belki hayal meyal hatırlıyor geldiği günleri. Bombalar altında yıkılan kentin üzerinde tüten dumanları ve savaş uçaklarının hiç bitmeyen sesleri rüyalarına giriyordu belki de…
Mohammed artık yok. O kıyamet gecesinde tüm ailesini kaybettikten sonra oda üzerine göçen bir moloz yığınının altında kaldı.
O gece, yani yerin altının üstüne geldiği o kıyamet gününde kendisini sokağa atan insanlar şok içinde bağrışırken, elindeki demir parçasıyla bir enkazın üzerinde çalışırken gördüler onu.
Deli gibi yağan yağmurun altında ve karanlıkta inip kalkan ince kolları bir gölge gibiydi.
Gün doğdugunda tanıdılar o kolların sahibini.
Demiri sıkmaktan morarmıştı elleri.
Taşları çekip enkazın içine doğru yol açmaya çalışırken parçalanan avuçlarından kan damlıyordu.
Bir abla ‘onu öyle canhıraş uğraşırken görenler bir anda çıktılar şok halinden. Ve onlarda yardıma koştular. Her yerden yardım çığlıkları geliyordu. Bir enkazın üzerinde duran bez parçasını yırtıp elini sardım. Teşekkür etti.’ diye anlatıyor.
Mohammed üç kardeşini ve annesini ölü olarak çıkardı enkazdan.
Kendi elleriyle…
Kan içindeki morarmış elleriyle…
Ölülerini yan yana dizdikten sonra bir bez parçasıyla kapattı üstlerini. Ve sonra hiç durmadan, soluk almadan ses gelen diğer enkazların başına koştu.
Onlarca insanın onun sayesinde kurtulduğu anlatılıyor.
Bir enkazın başında ağlayan bir kız çocuğu ve ablasının yanına gidip soğuktan titreyen çocuğa güneşte üzerinde kuruyan montunu verdikten sonra enkaza dalıp annelerini çıkardığını anlatıyor bir abi. Onun bu durumdan dinlemeden çalışan hâlini gören kadınlar zorla oturuyorlar bir ara.
Durmadan ‘ben kalkmayım yeter bu kadar’ diyor mahcup bir edayla.
‘Biraz uyu dinlen oğlum. Allah senden razı olsun. Çalışırsın yine’ diye bırakmıyorlar. En son ‘Babam Halep’te bombalarla öldü, kardeşlerim ve annem burda. Kalkayım belki birini çıkarırım, ailesine kavuştururum’ diyince kimse bir şey diyemiyor.
Depremin üçüncü gününde yine bir enkaz başında çalışıyor Mohammed.
İçeriden bir çocuk sesi geldiği söyleniyor. Arapça bir sesleniş.
Belki kardeşinin belki de kendi sesinin yankısını duyuyor o seslenişte Mohammed.
Ve yine durmadan dinlenmeden çalışarak bir boşluk açıyor enkazda.
İçine giriyor ve küçük çocuğu sağ olarak çıkarıp veriyor dışarıda bekleyenlere. Sonra tekrar giriyor içeri.
İçeride Kalan bir ölüyü çıkarmak için tekrar girdiğini söylüyor bazıları. Bazıları ise niye tekrar girdiğine bir anlam veremediklerini… Sonuçta o içerideyken açılan boşluğa doğru çöküyor enkaz.
Ve Mohammed altında kalıyor enkazın…
Belki gerçekten ölüyü çıkarmak belki de çıkardığı çocuğun yerine geçip ölmek için girdi kendi mezarına.
Bir mülteci, bir çocuk ve kimsesiz olarak yaşamak istemedi.
Bilmiyorum.
Ama ‘yağmacı Suriyeli’ masallarının arasında kaybolan Mohammedlerin hikâyesi bir insanlık trajedisi ve dersi olarak duruyor orada.
Sizde bilin istedim.
Ölüler diyarında erken büyümüş bilge bir çocuk Mohammed.
Kendi acılarını başkalarının sevinçleri için merhem yapacak kadar derin ve bencillikten uzak…
Yanlış zamanda, yanlış yerde doğdu belki de.
Belki de insanlığımıza bir ders olarak yaşadı ve öldü…
Bilin istedim…
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.