Direnişin çetin mücadelesinden kaçıp giden Ali Rıza, korkaklığın incelikli bir temsili olarak betimleniyor. Ardından bir masaj salonunda Leyla ile tanışıyoruz. Bel ve sırt ağrılarını tedavi ettirmek üzere masaja gelen Leyla, ataerkil düzende kadınların sesinin duyulduğu daha demokratik bir yaklaşım adına tüm eril kavramları alt üst etme iradesini temsil ediyor
Geçtiğimiz yıl Cannes Film Festivali’nin ana yarışmasında seçilen ve festivalden FIPRESCI Ödülü’yle dönen Leyla’nın Kardeşleri, büyük, sürükleyici, karakter odaklı bir aile dramı sunuyor. Saeed Roustayi, yoksulluktan kurtulmaya çalışan beş kardeşi konu alarak etkileyici bir dramla Cannes’daki ilk çıkışını yapıyor. Yolsuzluk ve ekonomik çekişmelerin gölgelediği bir toplumda, ayakta kalmaya çalışan bir aileyi ustalıkla işliyor ve çok katmanlı yapısı ile övgüyü hak ediyor.
Yönetmen, anlatıyı daha ilgi çekici, daha az hantal veya genel olarak sindirilmesi daha kolay hale getirmeye hizmet ediyor olsa da, melodramik mecazlardan titizlikle kaçınarak, hareketli bir belgesel enerjisiyle sahneler oluşturuyor. Bir Rus romanının anlatım yoğunluğu ve bir psikoloji ders kitabının yakıcı kişilerarası kavrayışlarıyla, Saeed Roustayi’nin yaklaşık üç saatlik şaşırtıcı aile destanı, yaşamı ayakta tutan “çağdaş Tahran’ın” sallantılı sütunlarını kırıyor, yok ediyor. Film, bu “parlak” topluluğun nüanslarını en iyi şekilde yakalamak için telaşsız bir hassasiyetle çekilmiş gibi. Yine de buradaki asıl gösterge, duygusal ve anlatısal mükemmelliğe ayarlanmış destansı konuşmaların ve paradoksal tartışmaların kıvrımlı ve canlı bir özeti olan senaryosu.
19. yüzyılın bin sayfalık Rus romanları gibi, Leyla’nın Kardeşleri de dünyadaki tüm trajedileri ve vahşeti tek bir ailenin hayatları üzerinden anlatıyor. Ataerkilliğin ve yerleşik geleneğin içini boşaltıyor ve insanların varoluşsal bir merhem olarak gördükleri inançlara neden körü körüne sarıldıklarını gösteriyor. Baş karakter Leyla ve filmin adında geçen dört erkek kardeşinin yanı sıra, babası, annesi, aile aşiretini oluşturan bir sürü uzak kuzen ve arka planda İran’ın tamamı var.
Film kalabalık bir sahneyle açılıyor. Geçen yıl ölen aile reisinin yerine kimin geçeceğini kararlaştırmak adına bir araya gelinmiş bir törende tanışıyoruz baba İsmail ile. Onu küçük düşüren ve taciz eden akranları ve yaşlıları tarafından saygı görme konusunda yakıcı arzuyla dolu, geleneklere sıkı sıkıya bağlı, patriyarkal düzenin iki yüzlü saygısına teşne bir karakter. Süklüm büklüm duruşuyla adeta kayboluyor boğucu kalabalığın içinde. Roustayi, daha ilk sahneden İsmail’in hayatı boyunca saygı görmediğini izleyiciye hissettirmeyi başarıyor.
Metal fabrikasından maaşlarını alamayan işçilerin eylemleri sırasında karşımıza çıkıyor Ali Rıza. İşçi arkadaşları polis kuvveti ile mücadele ederken, Ali Rıza bir otobüse atlayıp kaçmayı tercih ediyor. Direnişin çetin mücadelesinden kaçıp giden Ali Rıza, korkaklığın incelikli bir temsili olarak betimleniyor. Ardından bir masaj salonunda Leyla ile tanışıyoruz. Bel ve sırt ağrılarını tedavi ettirmek üzere masaja gelen Leyla, ataerkil düzende kadınların sesinin duyulduğu daha demokratik bir yaklaşım adına tüm eril kavramları alt üst etme iradesini temsil ediyor. Sıkıştığı masaj masası ise yoksulluğun ve hapsolduğu dünyasının özenli bir resmi adeta.
Bir diğer kardeş Parviz, Tahran’ın gözde bir alışveriş merkezinde tuvalet bekçiliği yapıyor. 4 çocuğuna bakmakla yükümlü Parviz, tuvalete gelen insanlardan 3kuruş fazla alabilmek için elinden geleni ardına koymuyor. Manouchehr ise kurtuluşu dolandırıcılıkta arıyor. Öteki kardeş Ferhad odağına bedenine çevirmiş, kas dolu vücuduyla övünen, sürekli Amerikan güreşleri izleyerek gelecekten umut devşirmeye çalışan sığ bir karakter.
Kaybeden takımın kahramanlığını üstleniyor Leyla. Kardeşlerini bu sıkışmışlığın içerisinden kurtarmak istiyor. İran’ın gerici zihniyetinden, baş aşağı olmuş ekonomisinden bir çıkış yolu bulmaya çalışıyor. Öfke dolu Leyla, en başta değişmeyen düzene sonra babasına; itibar görebilmek için çocukları pahasına yalanlar söyleyen babasına.
Film, yoksullukla, mevcut düzenle olan kavgayı önümüze getiriyor fakat çıkar ilişkilerinin, yolsuzluğun hükmünü sürdüğü ailede herkesin kavgası birbiriyle ve kendisiyle. Korkaklık ve tutuculuk asıl meseleye gölge düşürüyorken, karakterler güncel İran toplumuna dair çok şey söylüyor.
Roustayi, yoksulları karşı karşıya getiren, gösteriş ve statüyle anlamları yok etmeye çalışan, çıkar ilişkilerinin domine ettiği mevcut rejimin dirençli varlığını var gücüyle haykırıyor. İran’ın politik ve ekonomik çöküşünü 16o dakika boyunca ustalıkla ele alıyor.
Leyla’nın Kardeşleri, yoksulluğun ve sınıfın derin analizini şu cümleyle özetliyor:
-Tüm zenginlerin birbirini tanıdığını biliyor muydun?
-Nasıl?
-Çünkü sayıları az. İş yerinden biliyorum. Yoksullarsa birbirlerini tanımıyorlar ama kılıklarından ayırt ediyorlar.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.