Kübalıların belki de tek avantajları tepelerinde Demokles’in kılıcının sallandığı ve onunla rekabet etme olanaklarının olmadığı bir durumda halka olabildiğince iyi yaşam koşulları sağlamak, karşı karşıya oldukları sorunları halkla kitle örgütleri yoluyla tartışmak ve halkı kararlara ortak etmek gibi bir yola başvurmaları olmuş
Sendika.Org’da bir süredir Latin Amerika’da son yıllarda yükselen ‘pembe dalga’ ile iktidara gelen sol partiler/koalisyonlara dair üç makale çevirisi yayımlandı: René Rojas’ın “Şili’deki anayasa oylaması 21. yüzyıl solunun azarlanmasıydı, kulak verecek miyiz?”, Andre Pagliari’nin “Lula ile arada kalmak”, Aviva Chmosky’nin “İki Kolombiya” başlıklı makaleleriydi. Dördüncü çeviri ise yine aynı zaman sürecinde Küba’daki gelişmeleri bir tarihsel arka planla beraber anlatan Daniel Finn’in Antoni Kapcia ile yaptığı söyleşi: “Devrimcilerden sonra Küba”. Dört yazı da Catalyst’in 2021 Sonbahar sayısından alındı.
‘Pembe dalga’ hak arayıcılığı, farklı kimlikler, çevre duyarlılığı, geçmişte gerillacılıktan komünist parti üyeliğine kadar çeşitli sol örgütlere mensup olanların oluşturduğu bir sol koalisyonla iktidara gelenler. Ama dikkat edilirse, ülkeler farklı siyasal-tarihsel süreçlerden geçmiş olsalar da iktidarlarının temel sorunu aynı: ABD emperyalizminin kıskacı ve dizgini olmayan neoliberal yayılmacılık ile halkın refahını arttırmak arasındaki çıkmazdan çıkar yol aramak. Kapitalist sınıfın çıkarlarına radikal bir şekilde dokunmadan kendilerini iktidara taşıyan yoksullar için daha fazla demokrasi ve refahın önünü açmak.
Bu çeviri diğerlerinden farklı. Küba’da 26 Temmuz Hareketi’nin önderliğini yaptığı silahlı mücadele ile iktidara gelenlerin kurdukları iktidarın politikalarına, liderlerine ve 1990’da Sovyetler Birliği ve Doğu Avrupa’daki ‘komünist’ blokun dağılmasıyla girdikleri yeni durumla nasıl baş ettiklerine dair bir söyleşi. Şüphesiz en başından beri, şimdi de ve gelecekte de Küba’nın var olma savaşını etkileyecek en önemli faktör ABD ambargosu ve bu ambargonun nasıl evrileceği.
Ancak, söyleşide bahsedilen ve hikayesi anlatılan bir başka önemli şey var: Sovyetler Birliği ve Doğu Bloku dağılırken Küba’nın nasıl ayakta kalabildiği. Yani siyasal iktidarının emperyalizmin çıkarları doğrultusunda yeniden kurulmadığı. Söyleşi bize Küba’nın en başından beri çok önemli bir avantajının olduğunu gösteriyor. O da Küba liderliğinin bütün kritik anlarda halkı mobilize edebilmesi ve sürece dahil edebilmesi. Bu onu bütün Doğu Bloku ülkelerinden ayıran en önemli özelliği.
‘Sosyalist ülkeler’ kısa bir zamanda ve dikkate değer bir halk mücadelesi, itirazı olmadan yıkıldılar. Tam tersine atomize olmuş olan halk yığınları bu dağılma sırasında ve sonrasında liberal demokrasinin ‘Doğulu versiyonuna teslim olmuş durumdalar. Yıkılan temsili kurumların hiçbirinin yerini alabilecek, böyle bir demokratik zihniyeti, demokrasi mücadelesi deneyimi, kabiliyeti olan hiçbir taban örgütlenmesi yoktu. Büyük acılara mal olan vahşi bir neoliberal saldırıya uğradıklarında (‘şok terapisi’ denilen) uzun yıllar şiddetle ve tepeden yönetilmiş bu toplumlarda ayakta kalabilen kurumlar vaktiyle statükoyu sürdürebilmenin en etkin aracı olanlardı. Bunların iç ve dış güvenliği sağlayan, silahlı, en derin ilişki örüntülerini düzenleyen ve sürdüren kurumlar olduğu ve çöküş anındaki kaos ve boşlukta bu kurumların başında olanların hakimiyeti ele geçirdikleri kolaylıkla anlaşılabilir.
Kübalıların belki de tek avantajları tepelerinde Demokles’in kılıcının sallandığı ve onunla rekabet etme olanaklarının olmadığı bir durumda halka olabildiğince iyi yaşam koşulları sağlamak, karşı karşıya oldukları sorunları halkla kitle örgütleri yoluyla tartışmak ve halkı kararlara ortak etmek gibi bir yola başvurmaları olmuş. Şüphesiz Küba’nın sosyalist bir ülke olduğunu söylemiyorum. Kendileri de söylemiyorlar, hem de ta başından beri bu konuda hep tartışmışlar. Küba yoksul, izole edilmiş, ekonomisinin gelir ve refah sağlayan en önemli sektörünün turizm olduğu bir ülke. Ancak, yanı başındaki deve, ABD emperyalizmine teslim olmadan, kendi kaderini kendisi tayin etmek isteyen onurlu bir ülke ve halk.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.