17 Nisan, tam da baharın delişmen bir kaynaşmaya tutuştuğu zamanlardır. Sular yürümüş, hava ve güneş toprağı tavında döverek canına can katma eylemindedir. Anadolu toprağının değişik alanlarına kurulan Köy Enstitüleri de tıpkı bunun gibidir. Çaresiz ve yoksul, köyün gediğinden ötesini göremeyen insanlara ışık tutarak, onları kendi dertlerinin çaresi olma yönünde harekete geçirecektir
Köy Enstitüleri denilince, söz hep bir bilinçlenme ve aydınlanmanın kıyısında dolaşmaya başlar. Doğrudur da. Cumhuriyet’in kuruluşundan sonraya bakıldığında yolu, suyu, elektriği, okulu, öğretmeni, sağlık görevlisi olmayıp; cehalet ve hastalıkla boğuşan köyleri ayağa kaldırmak elzem hale gelmiştir. Ki bunu hayata geçirmek öyle kolay olacak bir şey değildir. Bunu gerçekleştirecek iktidar gücüne, işin üstesinden gelebilecek eğitimcilere ve fiziki bir alt yapıya ihtiyaç vardır. Bu nedenle o tarihlerde ülke nüfusunun yüzde seksenini oluşturan köylüyü eğitime katma mücadelesi ancak otuzlu yıllarda ufuktan doğmaya başlar ve kanunlaşması ise 17 Nisan 1940’ta gerçekleştir. Enstitüler açısından milat kabul edilen tarih budur.
Evet 17 Nisan, tam da baharın delişmen bir kaynaşmaya tutuştuğu zamanlardır. Sular yürümüş, hava ve güneş toprağı tavında döverek canına can katma eylemindedir. Anadolu toprağının değişik alanlarına kurulan Köy Enstitüleri de tıpkı bunun gibidir. Çaresiz ve yoksul, köyün gediğinden ötesini göremeyen insanlara ışık tutarak, onları kendi dertlerinin çaresi olma yönünde harekete geçirecektir. Çünkü bilgi insan için güneş kadar, hava, su kadar gerekli bir şeydir. Bilgisiz insan doğal yaşam döngüsünü sürdürmekten başka bir itkisi olmayan her hangi bir canlıdan farksız olurdu. Bilgi, çağın her döneminde tecrübe edilen bir birikim olarak insanın ışığı; insanı başka insanların, başka toplumların gelişme seviyesinde ortaklaşmaya iten bir güçtür.
Anadolu’nun kimi verimli, kimi kıraç arazileri üzerinde bir tohum gibi yeşeren Köy Enstitüleri de bilgiyi, onu öğretecek, uygulayacak öğretmen ve köylü çocuklarını bünyesinde barındıran bir ışık yuvası oldu. Bir kar makinesi gibi bir köy enstitüsünden bir başkasına ve daha diğerlerine yol açtı. Eğitimciler, aynı zamanda köylüyü kendi sınırları içine hapseden bağnazlıkla çatıştı. İmamı, ağası kimi zaman da muhtarıyla bir güç oluşturan bağnazlık, öğretmenin olduğu yerde köy insanının başını doğrultmasına, kendini ifade etmesine engel olamadı. Enstitülerin yasal düzenlemesini takip eden birkaç yıl içinde, köyün bilinmezlikleri arasında yitip giden çocukları görünür hale getiren 21 köy enstitüsü; on yıllık ömrünce eğitim-öğretim açısından öylesine verimli bir işleve sahip oldu ki Batı ülkelerindeki uzmanların da üzerinde konuştuğu, araştırmaya değer gördüğü bir model oldu.
Peki, ülkemiz tarihinde o yıllardan günümüze, enstitülerin etkisi ne düzeyde oldu? Enstitüde yetişen öğretmenler, köyde ve köy okullarında, aldıkları eğitim, planlı yönetim ve sosyal kültürü köylerde de hayata geçirmeleriyle köylünün ve köy çocuklarının hayata bakışında ileriye dönük olarak çok olumlu bir izlenim bıraktı. Enstitü çıkışlı öğretmenlerin köy çocukları arasında zeka kapasitesi iyi olan öğrencileri yönlendirmesi gelecek kuşakların önünü açtı. Köy çocuklarının hayalleri artık büyüyordu. Hiç kuşkusuz ki Köy Enstitüleri’nden yetişen öğretmenlerin (Enstitüler 17 bin 300 öğretmen yetiştirmişti) yetiştirdikleri ve öğretmen okulu çıkışlı daha genç öğretmenler de sonraki yılların örgütlenmeden, demokrasi ve devrimden yana olan kuşaklarına öğretmenlik yaptılar.
Enstitü çıkışlı öğretmenler, Demokrat Parti iktidarının enstitülü öğretmenlere karşı baskı ve tehditlerini boşa çıkarmak için dayanışma dernekleri kurarak direnmeyi sağladılar. 1961 Anayasası’nın sağladığı haklar çerçevesinde sendika hakkı için ilk harekete geçen kesim öğretmenlerdi. Türkiye Öğretmenler Sendikası’na (TÖS) üye öğretmenlerin il, ilçe ve bucaklarda açtığı beş yüze yakın TÖS şubesi, tıpkı enstitüler gibi köy, kasaba ve şehir insanının referans kaynağı niteliğindeydi. TÖS, köy, kasaba ya da şehirli, tüm toplumun bir anayasal düzene tabi olduğunu ve eğitim gibi temel birtakım haklarının olduğu bilincine erişmelerini sağlamak için yüz bin adet Anayasa kitapçığı bastırarak öğretmenler aracılığıyla özellikle köy ve kasaba gibi küçük yerleşim birimlerinde dağıtımını yaptırdı.
Köy enstitülü öğretmenler yaratıcı bir eğitim ortamında yeteneklerinin önü açılarak yetişmişti. Bu yüzden aralarında sanatçı niteliğindeki yazar, şair, ressam ve fotoğrafçılar, öğretmenlik mesleği dışında aydınlanmaya başka açıdan da omuz vermeyi sürdürdüler. Öğretmenler arasında kitaplı yazar şairler (İlk akla gelenler Mehmet Başaran, Abdullah Özkucur, Talip Apaydın, Mahmut Makal, Fakir Baykurt, Dursun Akçam, Ümit Kaftancıoğlu, Yusuf Ziya Bahadınlı, Kemal Kırlangıç, Adnan Binyazar, Ali Yüce, Sami Gürel, Mehmet Cimi…) dışında dergi ve kitap yayıncılığı yapan çok idealist öğretmenler de oldu. Ülkemizde geç gelişme gösteren çocuk edebiyatının önemli simaları arasında enstitü geleneğinden gelen öğretmenlerin rolü küçümsenmeyecek boyuttadır.
1990’lı yılların sonu itibarıyla kaybettiğimiz her köy enstitülü öğretmenle, söz konusu tarihin bir sayfasını açılmamak üzere kapanışını yaşamaya başladık. Ama devrimci bir ruhla oluşturulmuş geleneklerin kökünü kurutmak hiç kolay olmaz. Enstitülerin kurulduğu binaların bakımsız bırakılarak harabeye çevrilmesi gerçeği değiştirmez. Köy Enstitülerinin ışığı da öyle önüne düşen bulutun gölgesiyle kararacak cılız bir enerji değildir. Köy Enstitüleri yetiştirdiği öğrencileri öyle büyülemişti ki, o koşullarda kendilerine rüya gibi gelen ortama ait anılarını yazmadan edemediler. Bugün elimizde yani belleğimizin dayandığı belgeliklerde çok sayıda köy enstitülü öğretmenin anı kitabı var ki, söz konusu kitaplar bir kişinin basit hayat hikayesinden öte enstitülerinin yaratıcı eğitim ve kültür ortamının, kişinin kendisini nasıl değiştirip dönüştürdüğünün somut birer ifadesi niteliğini taşır.
12 Eylül faşizmiyle temelleri atılan ve AKP eliyle inşa ettirilen siyasal İslam modelinin yansıdığı ilk alanlardan biri eğitim ve okullar oldu. Ve biz eğitimin böylesine dincilikle kuşatılmasına karşılık köy enstitüsünün yaratıcı bilimsel metodundan daha çok söz etmeye, daha çok gündeme getirmeye başladık. Bir bakıma tarihimizdeki Köy Enstitüleri bizim gericiliğe, laik ve demokratik olmayan eğitim uygulamalarına karşı anlayış olarak rol modelimiz olmaya devam etti. Ve “Enstitülerin ışığı hiç bitmeyecek” derken, temelsiz bir söz öbeğine mi tutunmuş oluyorduk? Belki de Cumhuriyet tarihinde üzerine çamur atılamayacak bir uygulama varsa o da enstitülerdi. Enstitülerin ışığı bitmediği için 21 yıllık AKP gericiliği ve faşizmine, 21 Anadolu ışığının sonraki kuşaklara aktararak sürdürdüğü güç ile direndik. Söz konusu olan inanç ve çabanın yeterli olup olmadığını 14 Mayıs’taki seçim sonucuyla da anlamış olacağız. Olmadı; karanlığa karşı set oluşturmak açısından akılcı, laik, katılımcı demokratik değerlere daha sıkı sarılacağızdır.
Köy Enstitüleri’nin ışığı bakımından en önemlisi de profesyonel ya da amatörce uğraş içinde olmuş öğretmenlerin enstitü anıları dışında, enstitülerle ilgili çok sayıda kitaba sahip oluşumuzdur. Enstitülü öğretmenler özgürlük, hak ve örgütlenme bilinci yüksek unsurlardı. Yetiştirdikleri kuşaklara da bu bilinci vermişlerdi. TÖS’ten sonra TÖB-DER, cuntacıların TÖB-DER’i kapatmasından sonra Eğit-Der ve Eğit-Der’in öncülüğünde kuruluş çalışmaları yapılan bugünkü Eğitim Sen, Eğitim-İş… Ayrıca Köy Enstitüleri ya da Köy Öğretmen Okullarında yetişen öğretmenlerin çocukları da aynı bilinç ve donanımla bugün onlarca şubesiyle faaliyetini sürdüren Yeni Kuşak Köy Enstitülüler Derneği’nin (YKKED) kurucusu oldular. Aynı anlayışla Ankara’da faaliyet sürdüren Köy Enstitüleri ve Çağdaş Eğitim Vakfı da enstitüler ve enstitülere dayalı akademik, sosyal araştırmaların önemli bir arşivi ve merkezi niteliğindedir. Günümüzde enstitüler ile ilgili olarak kişisel anılar dahil yayınlanmış 500’den fazla kitap vardır. Bu devasa bir mirastır ve enstitüler dışında hiçbir kuruluş böyle bir yansımaya sahip olmamıştır. Özel dergiler ile dergi ve gazetelerde yer alan makaleleri de ayrıca hesaba katmak gerek.
Köy Enstitüleri ile ilgili yapıt koleksiyonun sayısı ve çeşidi nasıl zengin bir miras üzerinde yer aldığımızın bir göstergesidir. Bugün eli kalem tutan bizler de enstitülerin mirası üzerine araştırarak, yazarak geleneğin etkisini canlı kılacağız. Biz düğmeye dokundukça o ışık yanmaya devam edecektir.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.