SSCB’nin burnunun dibinde olmasının ve kadim “Rus düşmanlığı”nın beslediği “yerli ve milli” antikomünizm, Batı’dan esen Soğuk Savaş ve McChartizm rüzgarlarıyla katmerlenerek dış ve iç ilişkilere yön veren sistematik devlet politikası olarak yerleşiklik kazandı
Soğuk Savaş stratejisinin ideolojik silahı antikomünizm, Türkiye’nin dış ve iç siyasetine yansımakta gecikmedi. Stalin’in toprak talebinde bulunduğu ve işgale maruz kalabileceği bahanesiyle Amerikan uyduluğuna geçildi. SSCB’nin Ulusal Kurtuluş Savaşı ve cumhuriyetin kuruluşu sırasındaki karşılıksız askeri, mali, diplomatik ve ekonomik yardımları çabuk unutulmuştu.
Nankör ve köle ruhlu Türk yönetici sınıfı, savaş yıllarında Alman faşizmine yakın duruyordu. Siyasi söylevlerde, köşe yazılarında, meclis tartışmalarında egemen olan Nazi söylemiydi. Almanya’nın Sovyetler Birliği’ni mağlup edeceğine inanılıyordu, tersi olunca “tarafsızlık maskesi çıkarıldı ve Amerikan emperyalizminin başını çektiği “Hür Dünya” makyajlı antikomünist kampın paralı askerliğine geçildi.
Aslında Türkiye antikomünizmle ABD dolayımıyla tanışıyor değildi. 20’lerin ve 15’ler’in katliyle, art arda gelen TKP tutuklamalarıyla karnesi zaten zayıftı. Savaş patlak verir vermez ilerici fikirleriyle bilinen kişiler ve daha önce hüküm giymiş komünistler Anadolu içlerine sürgüne gönderildiler. Bunlar arasında Mehmet Bozışık, Abidin ve Arif Dino, Abidin Nesimi, Kerim Sadi gibi isimler vardı. Reşat Fuat Baraner, Hasan İzzettin Dinamo gibi TKP’liler ise askere alınmışlardı. Pertev Nail Boratav, Muvaffak Şeref, karıkoca Serteller, sonrasında Nazım Hikmet’ler ülkeyi terk etmek zorunda kaldılar.
İnönü iktidarı ve Nazi özentili Turancı çevreler el ele vererek Aralık 1945 tarihli Tan Matbaası baskınını ve Dil Tarih ve Coğrafya Fakültesi’nin sosyalist hocalarını tasfiye girişimini tezgahladılar. Antikomünizm mevzubahis olunca, CHP, DP ve ırkçı-Turancı faşistler aralarındaki rekabeti bırakıyor, anında ortak bir cephede kenetleniyorlardı.
Buna karşın ABD, Türkiye gibi önemli bir ileri karakol adayını kendi iradesine bırakmayacak kadar temkinliydi. Truman Doktrini, iç savaş yaşayan Yunanistan ile Sovyetler Birliği sınırına bitişik Türkiye’de olası bir devrimi ve aleyhine gelişmeleri önlemeyi amaçlıyordu. 1950’de iktidara gelen Adnan Menderes Hükümeti, tek parti iktidarından devraldığı Marshall Planı ve Truman Doktrini çerçevesindeki adımları daha ileriye taşıdı. Önce 1950 yılında ABD komutası altında Kore’de savaşmak üzere 4.500 kişilik asker gönderme kararı çıkardı, iki yıl sonra da NATO üyesi oldu.[1]
SSCB’nin burnunun dibinde olmasının ve kadim “Rus düşmanlığı”nın beslediği “yerli ve milli” antikomünizm, Batı’dan esen Soğuk Savaş ve McChartizm rüzgarlarıyla katmerlenerek dış ve iç ilişkilere yön veren sistematik devlet politikası olarak yerleşiklik kazandı.
McChartizmde sorgulanmak için şüphe yeterliydi, Türk versiyonundaysa buna bile gerek yoktu, iş başında kendi tezgahladığı provakasyonları solun üzerine yıkacak kadar gözü kara bir hükümet vardı. 6-7 Eylül Olayları esnasında (1955) gözaltına alınan 30’un üzerinde isim arasında Aziz Nesin, Kemal Tahir (sonradan sapıttı), Hasan İzzettin Dinamo gibi sosyalist aydınlar da vardı. Hürriyet ve Milliyet gibi gazeteler perde arkasında hükümetin olduğunu çok iyi bilmelerine rağmen, olayları komünistlerin üzerine yıktılar. Yassıada yargılamaları sırasında organizatörünün Başbakan Menderes ve yardımcısı Fatin Rüştü Zorlu olduğu açığa çıktı.
Yasal bir kuruluş olan Türk Barışseverler Cemiyeti kurucuları (B. Boran ve A. Cemgil) TBMM’ye telgraf çekerek Kore’den Türk askerinin geri çekilmesini istedikleri ve protesto bildirisi dağıttıkları gerekçesiyle yargılandılar. Bildiriyi basan matbaanın sahibi bile tutuklandı. Aziz Nesin’in çıkardığı dergilerin yayıncıları gözaltına alındı. Barışseverlere verilen cezaları kınayan 17 mizah dergisi kapatıldı. Hükümet Diyanet’i devreye sokarak Kore Savaşı’na kutsal bir örtü örtmeye bile kalktı.
Savaş ertesi Türkiye’de ne etkili bir komünist partisi ne de güçlü bir işçi sınıfı hareketi vardı. Buna rağmen ABD telkiniyle, tehlike kapıdaymış gibi önlemler alınacak, adım adım Türkiye’nin hemen her yerinde Amerikan ve NATO üsleri kurulacaktır. NATO’ya üye olunur olunmaz, pakt organizasyonuna bağlı özel harple (devrimci isyanları gayrimeşru yöntemlerle bastırma amaçlı) görevli gizli bir kontrgerilla kuruluşu olan Seferberlik Tetkik Kurulu (Gladyo’nun Türkiye kolu) oluşturuldu. Özel olarak seçilmiş subaylar (Alparslan Türkeş), gazeteciler (Altemur Kılıç), üst düzey bürokratlar, emniyet ve istihbarat görevlileri, sendikacılar ABD’deki komünizmle mücadele eğitimi veren kurumlarda peyderpey eğitildiler. Nazım Hikmet’ten Deniz Gezmiş’lere uzanan gelenek “vatan hainleri”, Amerikancılar da “vatanseverle” oluyorlardı.
Türk Ceza Kanunu’nun Mussolini anayasasından alınmış 141/142.maddeleri uyarınca komünizm propagandası yapmak, bu amaçla cemiyetler kurmak zaten yasaktı. Bu maddelerle Nazım Hikmet’ten Orhan Kemal ve Aziz Nesin’e kadar onlarca sosyalist hapse atıldı. Bulgaristan sınırından dışarı çıkmak isteyen yetenekli yazar Sabahattin Ali (1907-1948), sopayla kafasına defalarca vurularak muhtemelen MİT bağlantılı bir faşist tarafından katledildi. 1946 ve 1949 yıllarında bu maddelerde ceza artırımı yoluna gidildi. Bunlar yetmezmiş gibi, antikomünist/milliyetçi propaganda ve eylemler yapmakla görevli Türk Milliyetçiler Derneği (TMD), ülkenin dört bir köşesine yayılacak Komünizmle Mücadele Dernekleri (KMD) ve Milli Türk Talebe Birliği (MTTB) gibi faşist örgütlenmeler devreye sokuldu. Komünizmle mücadele adına kültür cephesinde birçok dergi, telif veya çeviri kitap yayımlandı. Başı ırkçı-Turancı faşistler çekiyordu ama konu antikomünizm olunca, milliyetçisi, liberali, muhafazakârı, İslamcısı antikomünist orkestrada yerlerini almakta gecikmiyorlardı.
Sürekli takip altındaki TKP üyelerinin sayısı parmakla sayılacak kadar az olduğu halde her taşın altında komünist aranıyor; Hasan Ali Yücel, İsmail Hakkı Tonguç gibi sol kanat CHP’lilere ve Köy Enstitüleri’ne komünist damgası yapıştırılıyordu. Devleti yönetenler, kültür alanındaki ırkçı faşistlerse saymakla bitmezdi. N. Atsız ve kardeşi N. Sancar, A. Diper, Z. Fahri Fındıkoğlu, N. F. Kısakürek, İ. Darendelioğlu, G. Evliyaoğlu komünizm tehlikesine dair onlarca kitap ve makale yazıyor, dergiler çıkarıyor, seminerler veriyorlardı. Bizzat Adnan Menderes’ten maddi destek alan İslamcı faşist Necip Fazıl’ın Büyük Doğu dergisi antikomünizm fabrikası gibi çalışıyordu. Bütün gerici gazetelerin baş köşelerine tescilli devrim ve sosyalizm düşmanları yerleştirilmişti.
Soğuk Savaş ve McChartizm döneminin en önemli yönlerinden birisi de ülkeye Amerikan kültürünün egemen olmaya başlamasıdır. Truman Doktrini çerçevesinde imzalanan anlaşmaya, teknik ve maddi yardım karşılığında ABD lehine yayın yapılması şartı da konmuştu.
N. Fazıl gibi bağnaz antikomünistlerin etki alanı sınırlıydı. Onu tamamlayan İnönü’nün damadı Metin Toker, gazeteci Bülent Ecevit gibi farklı tonda olanlar da vardı. Türk gericiliği G. Orwell çapında ve esnekliğinde birini yetiştiremeyince, her alanda yapageldiği gibi, açığını tercüme eserlerle kapatma yoluna gitti. Bunlardan biri Menderes’in Maarif Vekaleti’nin Halide Edip Adıvar çevirisiyle (1954) yayınladığı Hayvan Çiftliği’dir. Komünizmi, “eve gelen erkeği kapısında bir şapka gördüğünde eşinin başkasıyla birlikte olduğunu anlayıp, onları rahatsız etmezmiş” gibi yalanlarla tarif etmek, belki “cahil halk” ya da cami cemaati için yeterliydi, ama entelektüel kesimi ikna etmeye yetmiyordu. Kolay okunurluğu, hicvi, masalcı roman tarzı ile tutucu Türk entelektüelleri için biçilmiş kaftandı.
1951-1954 yılları arasında Amerika Birleşik Devletleri’nde McCarthy liderliğinde Amerikalı komünistleri, ilerici aydınları, sanatçıları, bilim adamlarını sorgulayarak itirafçı yaratma sürecinin yerli yapımı 200 civarındaki kişiyi kapsayan 1951 TKP Tevkifatı’dır. Gerçi tevkifatlar yeni bir şey değildi, ama bu defaki hem çok geniş tutulmuş hem de öldürücü bir darbe olarak tasarlanmıştı. 1951 Tevkifatı’ndan sonra TKP, artık sadece yurt dışında bir mülteci grubu olarak var olacak, Türkiye’de kalan nispeten diri Reşat Fuat, Mihri Belli, Şevki Akşit gibi TKP’liler partiyi yeniden inşa etmeye yanaşmayacaklardı.
1951 Tevkifatı, “yerli ve milli” antikomünizm ile ABD patentli McChartizmin evliliğinin bir sonucuydu. Faşizmi bol demokrasisi kıt Türkiye’deki tevkifatların ABD’dekilerden bir farkı vardı: Komünist Masası’ndan polisler ve askeri uzmanlar tarafından yürütülen sorgulamalar yoğun ve uzun süreli işkence altında yapılıyor, gözaltına alınanlar Sansaryan Hanı’nın üst katındaki 1×2 metrelik tabutluklar tabir edilen hücrelerde tutuluyor, işkence yaptıran sorgu hâkimi aynı zamanda mahkemede savcılık yapıyordu.
TKP davasının diğer bir özelliği de pişmanlık belirtenlere ceza indirimi getirilerek itirafçılığın önünün açılmasıydı. İstanbul ve Ankara il sekreterleri Tevfik Dilmen ve Ömer Lütfi Tuncay’ın itirafçılığı seçmeleri örgütün deşifre edilmesinde önemli bir rol oynadı. Pişmanlık maddesinden (141/7) yararlanan, film eleştirmeni ve çevirmen Nijat Özön, tiyatro oyuncusu ve yazar Aclan Sayılgan gibi tövbekârlar çıktı. Siyasi şubenin hizmetine giren Aclan Sayılgan, TKP hakkında belgelere de yer veren önemli bilgiler verdi. Otobiyografik İnkâr Fırtınası, Komüna ve Türkiye’de Sol Hareketler gibi 10’u aşkın antikomünist kitap yazdı.
Konuyu dağıtmamak için, 1927 TKP Tevkifatı’nda pişmanlığı seçerek Kemalizme biat eden Genel Sekreter Vedat Nedim Tör’e, 1971 ve özellikle 12 Eylül 1980 dönemi itirafçılarına girmeyeceğim. 12 Eylül dönemindekiler itirafçılığı McChartizm ve 1951 döneminde yapılanlardan daha ileri bir boyuta taşıyarak işi polisle birlikte operasyonlara ve işkence seanslarına katılmaya kadar vardırdılar.
12 Mart yıllarında illegal örgütlenme ve çalışma üzerine yararlanabileceğimiz kaynaklar yoktu. Komintern belgelerinden yararlanma imkânı olan TKP’nin bu konudaki karnesi çok zayıftır. İster istemez TKP döneği Aclan Sayılgan’ın kitaplarından ve Irkçılık-Turancılık Davası sanıklarından Fethi Tevetoğlu’nun MİT kaynaklarını kullanarak yazdığı Türkiye’de Sosyalist ve Komünist Faaliyetler’nden yararlanıyorduk. Zira, yalan ve iftira dışında, polis arşivlerinden alınmış gerçek belge ve bilgilere de yer veriyorlardı.
DP iktidarı komünizmle mücadelenin en etkili silahlarından biri olarak dini etkin şekilde kullandı. Cumhurbaşkanı Celal Bayar olsun, Başbakan Adnan Menderes olsun normalde dindar insanlar değildi. ABD, 1970’lerin sonunda Yeşil Kuşak projesini devreye soktuğunda, İslamcı parti, dernek, cemaat ve dinsel içerikli yayınlardan yararlandı. Diğer bir antikomünizm silahı da her daim faaliyet halindeki ırkçılıkla sentezlenmiş şoven milliyetçilikti.
1960 sonrasında antikomünist yayınlar hız kazandı. Bunlar arasında CIA adına kültürel çalışma yürüten A. Gide, L. Fisher, İ. Silone, S. Spender, R. Wright’in komünizmi lanetleyen nedamet anlatıları derleyen R. Grosman’ın Aldatan Put adlı kitabı da vardı. Bu kitap, 1973 yılında Türkçeye çevrildi. Hafızam beni yanıltmıyorsa, biz genç devrimcileri caydırmak için, İnönü’nün damadı Metin Toker yönetiminde TRT’de parça parça okundu.
1984 ve Hayvanlar Çiftliği daha sonraki yıllarda Türk sol yayınevleri ve çevirmenleri tarafından arka arkaya yayınlanmaya başladı. CIA’dan yardım almaları gerekmiyordu, zira kendileri satışından yeterli kazanç elde edebiliyorlardı.
NATO’nun kültürel-psikolojik savaş muadili olarak kurulan Kültürel Özgürlük Derneği’nin CIA bağlantısı açığa çıktıktan sonra, adı 1967’de Uluslararası Kültürel Özgürlük Derneği (IACF) olarak değiştirildi. Foyası açığa çıktığı için de Mayıs 1978’de feshedildi. Ama tamamen nokta da konmadı. Orta Avrupa’daki, özellikler Doğu Avrupa ülkelerindeki entelektüelleri yönlendirmek için kurulan Kültürel Özgürlük Kongresi’nin üyesi Avrupa Entelektüel Karşılıklı Yardım Fonu olarak devam etti.
“Dört kıtadaki onlarca ülkede CIA adına beşinci kol faaliyetlerini yürüten Kültürel Özgürlük Kongresi CCF’nin adı 1967’de Uluslararası Kültürel Özgürlük Derneği (IACF) olarak değiştirildi ve Ford Vakfı’ndan sağlanan fonla varlığını sürdürdü. Ardından IACF’ye bağlı ‘Avrupa Entelektüel Karşılıklı Yardım Fonu’ kuruldu. Ve bu fon örgütü de 1991 yılında CIA’nın desteklediği finans spekülatörü George Soros tarafından kurulan Açık Toplum Vakıfları ile birleştirildi.”[2]
Ayrıca, Soros Vakfı kadar olmasa da, George Orwell tarzı roman yazarlığını ve muhabirliği ödüllendirmek, antikomünizm ihracatını canlı tutmak üzere Orwell Vakfı kuruldu. Avrupa ve ABD’de ardında finans kapital devleri ve istihbarat servisleri bulunan böyle birçok vakıf halen faal.
Sonuç olarak Soğuk Savaş bitti, ama komünizm ve devrim tehlikesine karşı ideolojik savaş devam ediyor.
[1] Amerikan çıkarları uğruna Kore’ye gönderilen askerlerin 712’si öldürüldü, 175’i kayboldu, 234’ü esir alındı.
[2] Bercan Tutar, “CIA’nın devşirdiği ”Dünyaca ünlü yazarlar ve finanse ettiği edebi dergiler”, https://www.lacivertdergi.com/ 31.5.2021.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.