Komünizm korkusu, Cumhuriyetçi Parti senatörü McCharty (1947-1957) gibi yeteneksiz ve demagog bir taşra avukatı siyasetin merkezine taşıdı. Ardında değişmez FBI Başkanı Edgar Hoover’ın mevzilendiği McCharty, toplumu ve devleti komünizmden korumak adına, kurum ve kişilere iftira ve karalamalar yağdırarak cadı avı başlattı
Winston Churchill’in Mart 1946’daki Fulton konuşması kapitalist kamp ile sosyalist kamp arasındaki Soğuk Savaş’ın başlangıcı kabul edilir. Sosyalist ülkelere karşı emperyalist kampın estirdiği soğuk rüzgarlar, merkez ve uydu ülkelerin hem dış hem de iç siyasetlerini derinden etkiledi.
Aralarında ton farklılıkları olsa da W. Curchill, G. Truman, G. Orwell, J. McCharty tarihe Soğuk Savaş’ın sembol isimleri olarak geçtiler. Orwellizmin yumuşak antikomünizmi, sağ yelpazenin ucuna doğru gittikçe McChartizmdeki katılığına ulaşıyordu ki, ondan sonrası zaten faşizmin alanına giriyordu.
Orwelizmin Amerikan versiyonu: McChartizm
1947 yılında, 9 yıldır bu işle meşgul Amerikan Karşıtı Faaliyetleri İzleme Komitesi (HUAC) komünist olduğundan şüphelenilen kişilerin bir listesini yayınladı. Aynı yıl ABD Başkanı G. Truman, komünist olduklarından şüphelenilenlerin memuriyete alınmasını yasakladı. Ardından Kongre işçilerin ve sendikaların haklarını sınırlayan yeni bir yasa çıkardı. Amerikan Komünist Partisi ve diğer sol gruplar sıkı takibe alındı.
Doğu Avrupa’da halk demokrasilerinin kurulması, atom bombasını erken keşfeden Sovyetler Birliği’nin ABD’nin nükleer silah tekelini kırması, 1948’de Kore Demokratik Halk Cumhuriyeti’nin, 1949’da ise Çin Halk Cumhuriyeti’nin ilan edilmeleri ABD kamuoyundaki komünizm korkusunu histeriye çevirdi. Dış ve iç bütün sorunların kaynağını komünizmde arayan, her türlü solu ve sosyalist ülkelerle müzakereyi reddeden katı bir antikomünist akım olarak McChartizm, bu süreçte ortaya çıktı.
Komünizm korkusu, Cumhuriyetçi Parti senatörü McCharty (1947-1957) gibi yeteneksiz ve demagog bir taşra avukatı siyasetin merkezine taşıdı. Ardında değişmez FBI Başkanı Edgar Hoover’ın mevzilendiği McCharty, toplumu ve devleti komünizmden korumak adına, kurum ve kişilere iftira ve karalamalar yağdırarak cadı avı başlattı. Elinde 110’u komünist olarak tanımlanan 154 kişiden oluşan bir liste olduğunu, komünist parti üyelerinin Dışişleri Bakanlığı’na, hatta Pentagon ve CIA’ye bile sızdığını ileri sürecek kadar paranoyaktı. Kendi partisinde Rus casuslarının cirit attığını söylese buna inanmaya hazır bir kamuoyu oluşmuştu.
Kültür savaşının merkezinde yazarlar ve sanatçılar, daha çok da Hollywood çevresi vardı. Komünistleri, ilericileri, hatta liberalleri hedef alan bir yıldırma siyaseti başladı. Fanatizm rüzgarının etkisiyle ABD Komünist Partisi üyesi karı koca Julius ve Ethel Rosenbergler, 1950 yılında Rusya adına casusluk yaptıkları ve atom bombasıyla ilgili bilgileri verdikleri gerekçesiyle delilsiz ispatsız tutuklandılar, üç yıl sonra da idam edildiler.
HUAC’ın kara listesi komünistlerden şüpheli görülen bilim adamlarına, yönetmenlere, yazarlara, oyunculara kadar uzanmaktaydı. Kara listeye alınanlar arasında atom bombasının mucitlerinden Robert Oppenheimer, David Bohm gibi bilim adamları; Howard Fast, Arthur Miller, Dashiel Hammett, Lilian Hellmann Albert Maltz gibi yazarlar; Charlie Chaplin, Orson Welles, Edward G. Robinson, Jules Dassin gibi sinema dünyasının önde gelen şahsiyetleri bulunuyordu.
HUAC, ister yazar ister sanatçı kim olursa olsun, akrabaları ve komşuları dahil tek tek, ince ince sorgudan geçirdi. Sorgulanmak için, komünizme hoş gözle bakmak veya şüpheli olmak yetiyordu. Zanlılar sadece sorgulanmıyor, itirafçılığa zorlanıyor, hapse atılıyor, işten çıkarılıyor ve uzmanı oldukları alanda çalışmaları yasaklanıyordu. Vatan haini diye suçlanan kurbanlarından yüzlercesi atılan iftiralar nedeniyle ya bunalıma düşecek ya intihar edecek ya da Amerika’yı terk edecektir.
Sorgulamalar sırasında iki zıt tavrın ortaya çıktığı görüldü: Bir kısmı itirafçılığı seçip nedamet getirerek arkadaşlarını ele verme yolunu seçti. İstanbul’da doğmuş Kayseri kökenli bir Rum ailenin çocuğu olan Elia Kazan, bunlardan biriydi. Sekiz arkadaşının ismini verdiği için ödüllendirildi.
Bilim adamı David Bohm ve Alvah Cecil Bessie, Lester Cole, Dashiel Hammett[1], John Garfield, Paul Robeson gibi birçok yazar ve sanatçı ise ifade vermeyi, kendilerini ve başkalarını suçlamayı reddederek hapsi boylamayı veya işinden olmayı göze alarak onurlu bir tutum takındılar.
“Hollywood 10’ları” diye anılan onurlu yazar ve yönetmenler grubundaki Ring Lardner Jr, komisyonun sorularını cevaplamayı reddettiği için hapse atıldı. Hollywood’da Marksist olduğunu hiç kimseden saklamayan Ring Lardner, komisyonda Senatör Joe McCarthy’nin “Komünist Partisi’ne üye oldunuz mu?” sorusuna, “Sizin sorularınızı istediğiniz gibi yanıtlayabilirim ama sabah olunca da kendimden nefret ederdim” diye cevap verdi.
On parmağında on marifet
Galli madencilere şarkı söyleyen Paul Robeson
“Hollywood 10’ları”ndan Paul Leroy Robeson’un (1898-1976) adı, Orwell’in ihbar listesinde “fazla beyaz karşıtı” diye geçiyordu. Robeson, MI5 muhbirinin tam zıddı, on parmağında on marifet olan dört dörtlük komünist bir aydındı. ABD’nin ilk siyahi avukatı, atlet, bas-bariton ses sanatçısı, oyuncu, yazar, birçok dili konuşabilen politik militan… Paragraflara sığmayacak kadar dolu bir yaşamı vardı.
Köle kökenli yoksul bir ailenin çocuğu olarak dünyaya geldi. Amerikan siyahi topluluğunun çok sevilen önderleri arasındaydı. Yoksulluğa ve kapitalist sömürüye, ırkçılığa ve faşizme, sömürgeciliğe ve emperyalizme karşı mücadelenin önde gelen aktivistlerindendi.
Aralık 1934’te ünlü sinema yönetmeni Sergei Eisenstein’ın daveti üzerine ziyaret ettiği Sovyetler Birliği’nde sosyalizmden çok etkilendi. Siyahlara karşı kin veya ırkçı düşmanlık bir tarafa, insan muamelesi ve saygı görmekten son derece memnun kaldı.
Robeson’un, Amerikalı zencilerin, insanlık onuruna yakışır bir düzen kuran Sovyetler Birliği’ne karşı, kendini ezenler adına savaşmaması gerektiğini belirten demeci, basın tarafından çarpıtıldı ve bir numaralı halk düşmanı ilan edildi. İdam edilmesi için çağrılar yapıldı. Muhafazakarlardan bazı siyahilere ve yakın çevresine kadar birçok kesimden eleştiri aldı.
Sıkı bir antifaşist olarak 1938’de Uluslararası Tugaylar’a ve Cumhuriyet’e destek için İspanya’ya gitti, hastanedeki yaralı askerlere ve cephede savaşanlara şarkı söyledi. İngiltere’de Hindistan’da, Afrika’da ve Çin’de bağımsızlıkları için mücadele eden halkları destekledi. Rusya saldırıya uğradığında, siyahileri faşist saldırganlara tavır almaya çağırdı. Her nereye gitse FBI, CIA, MI6 ve yerel gizli servisler tarafından izleniyordu.
Kara listeye alınarak pasaportu iptal edildi. Gelirleri düşünce çalışamaz ve seyahat yapamaz hale getirildi. Buna rağmen davasını sekteye uğratmadı; ırk ayrımcılığına, savaşa, mahkemelerdeki adaletsizliğe, polis vahşetine ve faşizan uygulamalara karşı mücadelesini sürdürdü.
25 Temmuz 1946’da Georgia’da dört Afrikalı Amerikalının linç edilmesi üzerine, Başkan Truman’la görüşerek linç etmeyi sona erdirmek için bir yasa çıkarmazsa “Zenciler kendilerini savunacak” diyerek Truman’ı uyardı.
1949’da Paris Barış Kongresi’nda, Amerika’nın zenginliğinin Avrupa’dan gelen beyaz işçilerin ve milyonlarca siyahın sırtından sağlandığını unutmadıklarını, kendilerini başkalarına karşı savaşmaya zorlanmalarını reddettiklerini söyledi. Sovyetler Birliğine savaş açılmasına, emperyalist Almanya’nın elinden tutulup ayağa kaldırılmasına, Yunanistan’da faşizmi kurmak isteyenlere net bir tavır aldı ve Sovyet Rusya ile tüm uluslar arasında barışı ve dostluğu desteklediğini söyledi.
Birçok sorgudan geçtikten sonra Amerika Birleşik Devletleri Senatosu Yargı Komitesi’ne çağrılarak Komünist Parti ile olan ilişkisi soruldu. Cevap vermeyi reddetti ve şunları söyledi: “En parlak ve seçkin Amerikalılardan bazıları bu soruyu cevaplamadıkları için hapse girmek üzereler ve gerekirse ben de onlara katılırım.”
Kararlı tutum ve eylemlerinden dolayı yurtdışına çıkışı yasaklandı. 1949 yılında şarkıcılığa veda konseri sırasında, sürekli takibi altında olduğu Ku Klux Klan tarafından linç edilmekten son anda kurtuldu. ABD gizli servisi elemanının “Bu adam ABD’yi değil, Sovyetleri seviyor. Ne yapacağınızı biliyorsunuz” kışkırtması üzerine taş yağmuruna tutuldu. Polis seyretti.
HUAC’ın önüne çıkarıldı ve Komünist Parti üyelerini teşhis etmesi ve kendi üyeliğini kabul etmesi istendi. Robeson, komiteye kendisinin bir avukat, Komünist Parti’nin ise yasal bir parti olduğunu hatırlattı. İfadesini, “Siz beyler, Uzaylılar ve Fitne Yasalarına aitsiniz ve siz vatansever olmayanlarsınız ve Amerikalı olmayanlarsınız ve kendinizden utanmalısınız” diye bitirdi. Sonraki yıllarda sorgulanmayı reddetmesinin daha doğru olacağını söyledi.
22 Kasım 1950’de Dünya Barış Konseyi’nin Uluslararası Barış Ödülü’nü Julius Fučík, Pablo Picasso, Pablo Neruda, Wanda Jakubowska ve Nazım Hikmet’le paylaştı. 1952 yılında da Stalin barış ödülünü kazandı.
Tüm baskı ve tehditlere karşı ölünceye dek direnen Robeson, Orwellistlerin karşı kutbundaki Fuçik’lerin, Nazımların[2] yolunu izledi. Bütün baskılara, CIA tarafından gizlice uygulanan ilaçlarla depresyona sokulmasına rağmen komünist ve enternasyonalist tutumundan taviz vermedi.
Bunlar fayda etmeyince başarıları, mücadelesi ve eserleri Amerikan kamuoyundan gizlenmeye, ismi hafızalardan silinmeye çalışıldı.
Sürecek.
[1] 1934’ten sonra daha çok siyasetle ilgilenmeye başlayan Hammett, insan hakları savunuculuğu yaptı ve gönüllü olarak II. Dünya Savaşı’na katıldı. Başkanı olduğu Medeni Haklar Kongresi’ne bağışta bulunanların adlarını açıklamayı reddettiği için 1951 yılında hapse girdi ve 6 ay süreyle hapis yattı. McCarthy döneminin Cadı Avı uygulamaları sırasında Komünist Parti’ye üye olduğu gerekçesi ile Amerika’ya Karşı Faaliyetler Komitesi’nce 26 Mart 1953 tarihinde sorguya çekildi. Komiteyle işbirliğini reddederek kara listeye alındı.
[2] Nazım Hikmet, ‘inci dişli zenci kardeşim’ dediği Robeson için aşağıdaki şiiri yazdı:
Bize türkülerimizi söyletmiyorlar Robson
İnci dişli, zenci kardeşim
Kartal kanatlı kanaryam
Türkülerimizi söyletmiyorlar bize
Korkuyorlar Robson, şafaktan korkuyorlar,
Görmekten, duymaktan, dokunmaktan korkuyorlar
Yağmurda çırılçıplak yıkanır gibi ağlamaktan
Sımsıkı bir ayvayı dişler gibi gülmekten korkuyorlar
Sevmekten korkuyorlar, bizim Ferhat gibi sevmekten
Sizin de bir Ferhatınız vardır elbet Robson, adı ne
Tohumdan ve topraktan korkuyorlar
Akan sudan ve hatırlamaktan korkuyorlar
Ne iskonto, ne komisyon, ne veda isteyen bir dost eli
Sıcak bir kuş gibi, gelip konmamış ki avuçlarının içine
Ümitten korkuyorlar Robson, ümitten korkuyorlar ümitten
Korkuyorlar kartal kanatlı kanaryam
Türkülerimizden korkuyorlar.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.