“Ben anlamışım, o da bir şey mi?” diyor Ayşe, “Pirali Amcam Hacca gittiğinde bakmış cam bardak satılıyor. Görür görmez, ‘Uyy, bunlar bizim Osman’ın bardaklarıdır!’ demiş. O zaman ben de “Pirali Amca’nın Osman’ın bardaklarını tanıması bi şey mi? Sen asıl bi’ Hasan Basri Babalı’nın hikâyesini dinle, diyorum
“Şaban Oğlu Selim” kaç yaşındaydı acaba Beykoz’un moderen fabrikasında işe girdiğinde? Cumhuriyet’in “Hava ile Osman Kızı Ayşe” 19’undaydı. Ah Nâzım yazacaktı da okuyacaktık Ayşe’yi de… Aslında “Şaban Oğlu Selim” de, “Hava ile Osman Kızı Ayşe” de birdir. Siz Nâzım’ın şiirinde geçen her Selim’in yanına, Ayşe’yi de ekleyip okuyun hele bir. Sonra ben anlatayım Ayşe’nin cam gibi parlak, çelik gibi bükülmez, şiir gibi işçiliğini…
“Beykoz’un cam fabrikası
moderen fabrikadır.
Pencere camlarını biraz dalgalı çıkarır,
biraz çarpıksa da su bardakları,
kesme likör kadehleri harikadır…
Ustabaşı değildi Selim
büyük ustaların hünerini almıştı ama.
Onun elinden çıkan cama
gözlerin kapalı ayna dökebilirsin.
Selim daima
büyük bir sırrı çözmek
bir şeyler anlamak ister gibi bakar adama.
İnandıklarına katıksız inandı,
sevdiklerini hilesiz sevdi Selim.
severdi pencere camlarını,
severdi lamba şişelerini,
karafakileri sever,
likör kadehlerine düşmandı…”[1]
Paşabahçe Şişe Cam Fabrikası, Cumhuriyet’in ilk yatırımlarından. O bir Cumhuriyet fabrikası… Öyle olunca, afili bir ad alıp da tepeden bakacak hali yok bulunduğu semte… Semtin adını alacak… Paşabahçe Fabrikası olacak… Semtle birlikte gülecek, semtle birlikte ağlayacak, semtle birlikte mücadele edecek… Paşabahçe sadece çalışanlarının değil, işverenin hiç değil… Bütün bir semtin fabrikası olacak…
Ayşe, Boyahane’de işe başlıyor. Yıllar önce… Boyahane’ye eskiden Türk Teyzihanesi deniliyor, işçinin dilindeyse Türk Tezyinat… Orada incecik parmaklı kadınlar, gencecik kızlar çalışıyor. Ayşe, işi çabuk kavrıyor, bardakların ince bellerine ince parmaklarıyla alıp fırçayı eline, yaldız yapıyor… Ayşe diyor ki: “Koccaman bir fabrika. Sabah 6-2, bir de 2-10… iki vardiyamız var. Böyle büyük bir alan düşün. Her tarafında tezgâhlar var. Kartını basıp içeri giriyorsun. Postabaşı var, ustabaşı var, onlar bize görev veriyor. Sen bugün bardak yapacaksın, sen bugün bardak sileceksin, sen şuraya bakacaksın. Geçiyoruz tezgâhlarımızın başına… Ben işe girdiğim gün tanıştım Gülcan’la… sonra Necmiye’yle, Gülkız’la… Şefimiz müthiş bir şef… Avrupa’ya gidiyor geliyor, ne nasıl yapılıyor… her şeyi biliyor… yenilikleri de öğrenip bize aktarıyor… Önceleri bizden büyük abla işçilere biz bardak veriyorduk, sıralıyorduk, şu kadar şu kadar tavalar olurdu, bardakları onların içine yerleştiriyorduk. Yanında da fırın vardı. Fırına verirdik, fırında pişerdi, çıkardı, poşetlenirdi. Her servisin işi farklı. Bizim serviste boya yapardık biz. Mesela diğer servislerden birinde de kadınlar bardakların ağzını düzeltirlerdi.”
Ayşe daha 14’ünde tek başına yedi kardeşine bakmış bir yandan okuluna gidip… Evi yönetmiş… Tezgâh başındaki arkadaşlarını da çekip çeviriyor. Bardakları yaldızlarken biri geliyor yanına, “Seni temsilci yapacağız” diyor kulağına eğilip. Ayşe biliyor Beşikdüzü’nden… babasından… Sendika nedir, temsilci nedir? Ayşe temsilcilik yapmasın da kim yapsın? “Tabii olurum” diyor, daha 19’unda… Öyle yarım ağızla değil… Canla başla… Paşabahçe’nin ilk kadın temsilcisidir o artık. “Yemek sorumlusu” olur, iki kişiyle birlikte. “Kadın örgütlenmesi” de Ayşe’den sorulur… Beykoz’da kapısını çalmadığı, ziyaret etmediği, dil dökmediği, güç vermediği ev yoktur… Gümüşsuyu , Soğuksu, Çiğdem, Tepeüstü… Fabrikada olsun, sendikada olsun, mahallede olsun her yerdedir Ayşe, her toplantıda, her eylemde… 8 Mart mı geliyor? Ayşe toplar kadınları etrafına… Almış getirmiştir unları… “Şimdi” der, “hamur yapalım…” Renkli boya da masadadır. “Onu da ekleyelim…” Kadınlar hep birlikte yoğururlar hamuru… “Bir şey daha koyardık da, neydi acaba?” der Ayşe… Ne mi yaparlar? Mini minicik karanfiller yaparlar… Cam işçisi bütün kadınlar yakalarına taksınlar diye her 8 Mart’ta Dünya Kadınlar Günü’nde…
Bir tek hamurdan mı yaparlar karanfilleri? Bir gece yine toplamış bütün kadınları yamacına… Göstermiş nasıl yapılır kâğıttan karanfiller? Camdan bardaklar, camdan tabaklar yapan kadınlar mı yapamayacak kâğıttan renkli renkli karanfilleri? Bütün fabrikanın bahçesine serperler sonra karanfilleri… Gece vardiyası işçileri ayrı şaşırır, gündüz vardiyası işçileri ayrı… Çiçek gibi bir yaşam için çiçek gibi bir fabrika yaratırlar. Bir erkek işçinin belki de hiç aklına gelmeyecek biçimde…
*
Boyahane hem tiner hem yaldız boyası kokuyor… Ama ne koku… Alışsalar da… hatta çalışırken onlar kokunun farkına varmasalar bile… baştan ayağa üstlerine siniyor bu ağır koku… Her gün bir kâse yoğurt veriyor fabrika, boyahanede çalışan kadın işçilere… zehirlenmesinler diye… O kokuyla fabrikadan çıkıp bir yere gitmek mümkün değil… Evle fabrika arası yürüye yürüye en az 35-40 dakika… Mesai sonrası Ayşe’nin de diğer kadın işçilerin de yaptıkları ilk iş eve gidip kendilerini duşa atmak… yıkanmak… Duş almazsan koku gitmiyor… Oysa, fabrikadan çıkar çıkmaz başlamalı kadınları örgütlemek için ev ziyaretleri… sendikada toplantı üstüne toplantı yapılmalı işçi hakları için… Eve yürü, banyo yap, tekrar sendikaya yürü… Yok mudur bunun bir çözümü? Ayşe kolları sıvar… Fabrikada banyo olmalıdır. İşini bitiren sırayla duşa girecek, sonra çıkacaktır fabrikadan. Kişisel dolaplar da olmalı ki havluları içinde olsun… Banyoyu da dolapları da kabul ettiren Ayşe’nin öncülüğündeki kadınlardır… Artık hepsi tinerle karışmış yaldız kokusunu fabrikada duşta bırakıp mesailerini mis gibi tamamlayacaktır.
Terzi Osman’ın kızı Ayşe, Beykoz’da hangi fabrika greve çıkıyorsa, grev önlüklerini de dikendir… 1980, Ayşe’nin Paşabahçe’de 6. yılıdır. Bir yıldır da çok aktif bir temsilcidir. Toplu sözleşme taslakları hazırlanır. Hasan Basri Babalı Kristal-İş Genel Başkanı… Şirin Beceren, Kristal-İş Paşabahçe Şube Başkanı’dır. Paşabahçe Cam Fabrikası’nda Kristal-İş’te uzman olduğu yıllarda birlikte çalıştığı Babalı için, Can Şafak şöyle yazacaktır: “Kürsüye çıktığında salon yıkılırdı sevgiden. Öldüğünde yalnızdı.”[2]
Sadece ücretlerin yükseltilmesini değil, pek çok sosyal, demokratik hak da talep eder işçiler. Yüzde 55-60 zam, 6 ikramiye, çalışma sürelerinin indirilmesi, 2 gün haftalık izin, sendikal izin… 1 Mayıs’ın tatil olması… Bunların hiçbirini vermeye yanaşmayacaktır cam patronları… Ama, nasıl ki ‘71 grevinde Kristal-İş ile Hürcam-İş “Güç ve Eylem Birliği” yapmıştır, bu grevde de aynısını yapacaklardır. Birbirlerine rakip iki sendikanın güçlerini birleştirmesiyle sömürüye, cam patronlarına karşı tek yürektir cam işçileri… Asarlar üstünde “Yaşasın Güç ve Eylem Birliği… Kristal-İş, Hürcam-İş” yazılı bez afişleri ve 27 Mayıs 1980’da greve başlarlar… Hemen öncesinde makineleri temizlemeyi ihmal etmezler… 2-10 yani 14.00-22.00 vardiyası içeri girmez. Yücel Yetişen şalteri indirir… Üstünde grev gözcüsü gömleğiyle önde Hasan Basri Babalı… 06.00-14.00 vardiyasının işçileri, hep birlikte… çıkarlar dışarı… Sıkıyönetim olduğu için davul zurna yasaktır… Davulsuz zurnasız başlar grev. Çadırlar kurulur. Yemekten yine Ayşe sorumlu. Gülkız’la ve kız kardeşleriyle birlikte dört kadın yapıyor yemekleri. Bir yandan da işçilerin eşleri, anneleri, teyzeleri, bütün semt, yemekler, börekler, çörekler yapıp getiriyorlar… Büyük bir masa var… Yemeklerin biri geliyor diğeri gidiyor… Beykoz Deri Kundura, Tekel, ama en çok Maden-İş dayanışmaya geliyor… Maden-İş’in de grevi var o zaman. Ayşeler pazardan gidip alışveriş yaparken, Pazarcılar Derneği Başkanı diyor, “Gelmeyin siz, biz akşam pazar kalkınca getiririz size…” Akşamına çuval çuval sebzeler, meyveler getiriyor pazarcılar fabrikaya… Bir kuruş para almadan. Kadınlar bilir heba etmemeyi… ne yapacaklarını… Hemen turşusu yapılacaklardan kavanoz kavanoz turşu kuruyorlar… Bir vakitler ellerinden çıkmış cam kavanozlar ışıl ışıl parlıyor…
12 Eylül sabahı Ayşe Gülkız’la birlikte grev çadırına giderken evlerden bir pencere açılır; “Darbe olmuş Ayşe” der; “Grev bitmiş… Götürmüşler grev nöbetçilerini…” Oradan bakınca 7. Kapı’daki nöbetçiler gözüküyor aslında. Bakar Ayşe. Kimse yoktur. Doğruca eve dönüp televizyonu açarlar. Kenan Evren konuşmakta. Gülkız karpuz ekmek almaya bakkala giderken sendikaya bi’ bakar, sendikasının tabelası yok… İndirmişler aşağıya… Çiğnenmiş tabela… Grev çadırlarına bakar… Orada da yıkmışlar her yeri… Çiçekleri bile atmışlar… Cız etmiş Gülkız’ın içi… Ayşe merakta: Gülkız der ki, ne sendika kalmış, ne grev çadırı… Ayşe’yi bir telaş alır… Evde ne kadar dergi varsa yakarlar bahçede… İşçilerin işbaşı yapması için TRT’den duyurular yapılmakta, Ayşe kara kara düşünmekte işe gitmesinin mi, gitmemesinin mi doğru olacağını… Şirin Beceren’e sormaya gider… Açar pencereyi Şirin’in eşi… Ayşe ile konuşurlarken bir işçi gelir, demez mi Basri Babalı, Şirin Beceren, İbrahim Eren, Ayşe Yanık… -yedi kişinin adını sayar- aranıyorlarmış… Ayşe Yanık da mı? Ayşe vurur kendini Beykoz’un en tepelerine… Belki de söyleşi için birlikte gittiğimiz, kollarımızı havaya kaldırsak bulutlara dokunacağımız o büyülü yere… Gitmez evine…
1980 cam grevini 12 Eylül kırar. Bu grevin kırıcısıdır 12 Eylül. Can da camdır. Kırıp geçer yönetime el koyan faşist cunta… Cam işçilerinin istediği hakların lafının edilmesi bile yasaktır artık. Şirin Beceren içeri alınır… İşçiler işe başlarken Hasan Basri Babalı, İbrahim Eren bir süre gizlenirler. Ayşe öğrenir nerede olduklarını. Bulur onları ve sorar; işe başlayalım mı? Grev komitesinde yer alan herkesin işe başlamasını ister Babalı. Onlar da geçer tezgâhlarının başına… Çiçeksiz cam içlerinden kapkaranlık gözükür gökyüzü… Şaban Oğlu Selim görseydi 12 Eylül’ü, karafakileri daha da sever, likör kadehlerine daha da düşman olurdu.
Bir gece fabrikada bir hareket… Sendika karşıtları işverenle bir olup, sendikaya aidat kesilmesin diye imza toplamaya başlarlar. Postabaşı, şefler, mühendisler imza veriyor. Ne işi var gece vardiyasında şeflerin, mühendislerin? Ayşe, tezgâhta bardak yapıyor. 2-10 vardiyasında… Yanına biri geliyor, biri gidiyor: “Ayşe, imza toplanıyor. İmza toplatma!” Grev komitesinde, sendika komitesinde olanlar bile geliyor. “Kendileri hepsi toplatmış imzayı, bana geliyorlar Ayşe sen imzayı toplatma diyorlar. Ben de aldım imza kâğıtlarını, koydum koynuma. Şirin Beceren’e sordum: Ne yapacağız? ‘Yarın yırtar atarız ya da yakarız’ dedi bana. Yarın oldu. Gittim fabrikaya. Kartımı kaldırmışlar. Koşa koşa sendikaya gittim. Fabrikayla sendikanın arası çok yok. İbrahim Eren’le, bir Mehmet Hoca vardı, eğitimcimiz… Dedim böyle böyle. İbrahim Eren, ‘seni işten atmışlar ki, kartını kaldırmışlar’ dedi.
*
Elbet burada bitmiyor Ayşe’nin hikâyesi. Diyor ki, “Vallahi ben çok güçlü kadınım. Hiç güçsüz olmadım.” Ayşe ne çalışmayı ne mücadeleyi bırakıyor… Sonra kendisi üretmeye başlıyor, pazarlara gidiyor, tezgâh açıyor… Oradan oraya toplantılara katılıyor… Ayşe Beykoz’da işçinin dostu… Hâlâ yazıyor fabrika yıllarından hatırladığı ne varsa… İşçi sınıfına notlar niyetine… Çaylarımızı yudumlamak için bardaklarımıza uzanıyoruz. Ayşe, “Bak bu bardaklar Paşabahçe değil!” diyor. “Nerden anlıyorsun?” diyorum. Benim de soruma bakın. İnsan canını tanımaz mı? Cam da candır. “Ben anlamışım, o da bir şey mi?” diyor Ayşe, “Pirali Amcam Hacca gittiğinde bakmış cam bardak satılıyor. Görür görmez, ‘Uyy, bunlar bizim Osman’ın bardaklarıdır!’ demiş. O zaman ben de “Pirali Amca’nın Osman’ın bardaklarını tanıması bi şey mi? Sen asıl bi’ Hasan Basri Babalı’nın hikâyesini dinle, diyorum. Babalı, sendika başkanı olmadan önce Paşabahçe Şişe Cam Fabrikası’nda kalite kontrol işçisiymiş. Ambardaki binlerce cam ürününü tek tek bilirmiş… nerde ne var… hepsini bilirmiş… Bir gün işveren vekili gelmiş… yanında da birkaç müşteri… Bir bardak arıyorlar… Numarasını biliyorlar ama bardağı bilmiyorlar… Ona soruyorlar, buna soruyorlar, yok, bulamıyor kimse. Babalı da oralarda. Ona soruyorlar bu defa; ‘şu numaralı bardak…’ Okuyorlar kod numarasını… bir harf, rakamlar, arkasında belki 8-10 tane harf… Babalı ambara giriyor, eliyle koymuş gibi bardağı alıp getiriyor. Herkes şaşırmış. İşveren Vekili demiş, ‘bu adam deli midir nedir?’ Hasan Basri, güle güle anlatmış bunu Can Şafak’a. Biz de gülüyoruz Ayşe’yle… Altında Paşabahçe yazsa da Selim’in, Osman’ın, Ayşe’nin, Necmiye’nin, Yücel’in, Hasan Basri’nin, daha nice cam işçisinin ismini taşıyor benim camdan, candan bardaklarım…
Ayşe’den ayrılıp artık fabrika düdükleri çalmayan Beykoz’dan otobüsle Üsküdar’a giderken solda Paşabahçe fabrikasını görüyorum. Hoyratça terk edilmiş… Bir tek camı kalmamış… Bacalarından duman yükselmiyor… Kimsiz kimsesiz… Cansız camsız… Ayşe’nin anlattıkları geliyor aklıma… Camlarını takıyorum fabrikanın… Cam içlerine çiçekleri yerleştiriyorum… Her tezgâhın başına da canları… Hasan Basri Babalı’yı alkışlayan işçilerin arasına ben de karışıyorum… O da ne? Kâğıttan renk renk karanfiller görüyorum. Gökyüzünden renk renk karanfiller yağıyor Paşabahçe’nin bahçesine…
Dipnotlar:
[1] Nâzım Hikmet, Bütün Şiirleri, YKY, Dört Hapishaneden- Çankırı, Şaban Oğlu Selim, S: 695
[2] Can Şafak, “Hasan Basri Babalı’yı tanır mıydınız?” Sendika.Org, 23 Temmuz 2012.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.