Üniversitelerin sessizliği

Üniversitelerin veya akademik kesimin sorumluluklarına ve konumlarına dair iyi bir eleştiri ve özeleştiri yapmaları önemlidir. Ölüm sessizliğine karşı üniversitelerin daha görünür olması ve “sorgulamayı bırakmış olan aklı” tekrar sorgu alanına çıkarmaları gerekir

Üniversitelerin sessizliği

Türkiye’de üniversiteler toplumsal gelişme ve aydınlanmaya, daha demokratik ve yaşanabilir bir ülke için hiçbir zaman öncülük etmedi. Tarihsel olarak inşa edilen ve ulusal bir eğilim olarak yansıyan tutucu zihinsel kalıpların kırılmasına pek etki ettiği söylenemez. “Zihinsel putların” kırılmasına öncülük edecek bir anlayışa veya bakış açısına sahip olmayan üniversite camiası (elbette az da olsa çok değerli akademisyenler var ama çok azlar) toplumsal, siyasal, ekolojik krizlerde, yaşanan kırılmalarda tam bir sessizliğe bürünüyorlar.

Kendilerini toplumdan uzak tutan, üniversite duvarları arasına kendilerini hapseden, “objektif olmaya çalışma” gerekçesine sığınıp tutum belirleyemeyen, hatta anlamlı ve tutarlı bir görüşü bile olmayan üniversitelerin eleştiriye tabi tutulması gerekiyor. Ağırlıklı olarak siyasal otoritelerin veya iktidarın hegemonik politikalarına angaje olan veya bu sınırlara bağlı hareket eden bu “aydınlar” bilimsel bilgi üretme, eleştirel bir yaklaşım ortaya koyma veya toplumsal ön yargıları, zihinsel putları yıkma misyon ve anlayışına sahip değiller.

Küresel salgın döneminde, ülkeyi yıkıma götüren deprem felaketlerinde, yok edilen adalet, hukuk süreçlerinde bu kesimlerden herhangi bir akademik tepki verilmediği gibi toplumsal sorunlara duyarlı bir fail olarak da ortaya çıkmadılar. İşlemeyen veya farklı kesimlere göre farklı işleyen yasalara karşı, farklı kimliklerin bir arada yaşama sorunlarına, ekolojik felaketlere karşı bu çevreler herhangi bir konsensüs etrafında veya sorumluluk sahibi olarak ortaya çıkmadılar. Yani inisiyatifsiz bir üniversiteler tablosu var karşımızda. Bilimi, hakkaniyeti, ahlaki sorumluluğu ölçü olarak almayan veya aldığını düşünenler, içinde bulundukları korku kültürünün (iktidarın, üniversite yönetimin) onları ne kadar vasat bir duruma düşürdüğünün veya onları nasıl belli siyasal anlayışlara bağlı birer not alma memuruna dönüştürdüğünün de pek farkında değiller.

Her şeye karşı sessiz olmak, tutum belirleyememek bilimsellik değildir. Özgürlüğün olmadığı, bilimin üretilmediği, siyasal iktidarın sözünün daha çok geçtiği kısacası bir dogmatik zihniyetin hakim olduğu bu kurumlarda yaşanan sessizliği objektiflik veya bilimsellik olarak ifade etmek mümkün mü? Çoğunlukla içeriği anlamsız, şişirilmiş kavramlarla yazılmış ve kimsenin anlamadığı yazılar yazdıklarında keyiflenen bu akademisyenlerin ve bunların hizalandığı iktidar siyasetinin hakim olduğu üniversiteler gençlerin aydınlanması önünde de engel oluşturuyorlar. Özgürlüğün olmadığı yerde, kendilerini baskılar nedeniyle tam olarak ifade edemeyen gençlerin olduğu bu mekanlarda “objektiflik” ve “bilimsellik” sadece yazılarda kalır.

Zamanında Castoriadis şöyle diyordu: “Bazı yazarlar başka yazarlar okusun diye yazı yazarlar.” Amaçları bilimsel üretim veya yeni ufuklar açmak değil, statü derdine düşen ve bu amaç doğrultusunda birbirlerine göndermeler yaparak yazılar yazan yazarlar veya akademisyenler ancak zihinsel putları daha sağlam hale getirebilirler.

Siyasal iktidarın hegemonik anlayışına yaslanan ağırlıklı üniversite çevreleri tam bir özgürlük yanılsamasının içindedirler. Zygmunt Bauman’ın belirttiği gibi “totaliter rejimlerin entelektüellere ve sanatçılara sunabileceği tek özgürlük, dinleme, not alma ve itaat etme özgürlüğüdür. İtaat et ya da yok ol; gerçekliği yaratma ve neyin temsil edilecek kadar gerçek olduğuna karar verme hakkı, sadece yöneticilere ait bir ayrıcalık olarak kalacaktı.”

Bu kadar üniversitenin olmasına rağmen, bu akademisyen kapasitesine rağmen hala bir toplumsal eleştiri, akli sorgulama ve aydınlanma kırıntıları ortaya çıkmıyorsa bunun sebeplerinden bir tanesi de belki de en önemli sebeplerinden birisi de üniversitelerin içinde bulunduğu bu vasat durumdur.

Üniversitelerde kaliteli olan ve akademisyenliğin birikim ve tutum olarak içeriğini dolduran akademisyenlerin büyük bir kısmı da KHK adı altında üniversitelerden atıldı. Geriye kalanlar ya ölüm sessizliğine gömüldü ya da iktidarın belirlediği siyasal ve “akademik” sınırlarını koruma muhafızlığına soyundular. Bu yüzden de iktidarın onlara verdiği özgürlük; dinleme, not etme ve itaat etmedir.

Deprem felaketiyle ülke enkaz altında kalmış, hukuk askıya alınmış ve yaşanan toplumsal çıkmaz ve bunalıma karşı sosyo-kültürel, psikolojik, çevresel, sosyolojik yaklaşıma dair bir emare görünmüyor. Böyle bir durumda bir araya gelme, koordine olma ve yaşanan bu travmalara karşı bir yol haritası sunma, öncülük etme -profesörler, doçentler, akademisyenler- üniversite olarak fikir beyan etme, ülkenin gidişatına dair insanları “aydınlatma” gibi bir eylemsellik planı veya doğru yol ve yöntemler sunmaya dair bir çalışma hiç mi olmaz? Dersler askıya alınıp uzaktan eğitim kararı verildiğinde de aynı sessizlik sürdü. Ayrıca yükselen ırkçılığa karşı herhangi bir duruş sergilenmedi veya bu konuda aydınlatıcı girişim ve duyarlılık örneği ortaya konulmadı. Görevleri sadece öğrencilere bilgi aktarımı olmasa gerek. Entelektüel olarak bir statüye dahillerse o zaman özellikle sosyal bilimlerin “sadece olanı olduğu gibi ele alıyoruz”, bilimsel bir tutum içindeyiz”, “objektif kalıyoruz” gibi yaklaşımlar üzerinden belli bir tutum sergilememeleri tuhaftır, kendini kandırmadır. Sadece bu gerekçelere sığınan ve belli bir entelektüel kapasiteye sahip olamayanlar bu durumda sadece isim olarak akademisyendir.

Topluma dahil olmak, insanların arasına girmek ve çözümler için siyasete veya iktidara basınç uygulamak “bilimselliği” yok etmez, tam tersine cesareti artırır ve zihinsel putlara karşı da bir adım atılmış olur. Çünkü entelektüel aynı zamanda toplumun dogmatik kalıplarına karşı savaşan ve iktidara karşı konumlanan bir felsefeye de sahiptir.

Edward Said’in belirttiği gibi, entelektüel, “diyalektik bakımdan muhalif olması itibariyle toplumda var olan her türlü yozlaşmayı, çekişmeyi ve tahakkümü ifşa edip aydınlığa kavuşturan, hem topluma dayatılmış suskunluğa hem de göze görünmeyen gücün normalleştirilmiş sükûnetine mümkün olan, her yer ve zamanda meydan okuyup bu eğilimleri kırmaya çalışmakla sorumlu olan kişidir.”

Üniversitelerin veya akademik kesimin sorumluluklarına ve konumlarına dair iyi bir eleştiri ve özeleştiri yapmaları önemlidir. Ölüm sessizliğine karşı üniversitelerin daha görünür olması ve “sorgulamayı bırakmış olan aklı” tekrar sorgu alanına çıkarmaları gerekir.

Kısacası olaya “objektif bakmak” demek toplumsal, siyasal, kültürel ve ekolojik krizlere ve sorunlara karşı bir eylem felsefesine sahip olmamayı gerektirmez.


Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.

Sendika.Org'u destekle

Okurlarından başka destekçisi yoktur