“Mavi yakalılar elbette ki var. Ancak işçilik giderlerinin en ucuz olduğu bölgelere konuşlandırıldılar. Böylece kent merkezlerinde görünürlükleri ortadan kaldırıldı. Hak arayışları da medyayı elinde tutan kapitalist sistem tarafından pek gösterilemez oldular. Sanki işçiler varmış da, sorunları yokmuş algısı toplumda yaygınlaştı. Bunun yerine son yirmi yıldır, kapitalist sistem, kurduğu şaşalı mekânlarda, hizmet sektörü adı altında iş ve sağlık güvencesi olmayan işçi sınıfı içinde, yeni bir işçi sınıfı yarattı”
Değerli yazar Tekgül Arı’nın geçtiğimiz aralık ayında Notabene yayınlarından bir romanı çıktı. Kitabın adı ilginçti: OffGünü. Şimdiye çok da ele alınmayan bir konuyu, AVM emekçilerini anlatıyordu. Bana göre, romanı okuyan her okur AVM’leri artık bildiğimiz görkemli yerler olmaktan öte emekçilerin, alın terlerinin çiğnendiği, sömürüldüğü birer sömürü yeri olarak da görmeye başlayacaktır. Tekgül Arı’yla Off Günü romanı üzerine söyleşmeden önce Sendika.Org okurlarına yazarı ve özellikle eserlerini kısaca tanıtmak istiyorum.
Ankara doğumlu olan ve halen Ankara’da yaşayan yazar, işletme ve felsefe eğitimi almıştır. Bir öykü kitabı ve üç romanı olan yazarın eserlerine, tarihsel olarak baktığımızda neredeyse son otuz, kırk yıllık bir dönemi ele aldığını görürüz. Bu dönemlerde kırsaldan kentlere yönelik nüfus hareketleri, kentlerin hızlı ve kontrolsüz büyümesi önce süpermarketleri, daha sonra ise büyük alışveriş merkezlerini (AVM) ortaya çıkardı. Bu gelişmeler ister istemez yaşam biçimlerimizi değiştirdi. Değişen yaşam biçimlerimize ayna tutan, onu yansıtan sanat ve edebiyatta bu değişimlerden etkilendi. Yazar, “Bedenim Tetikte” adıyla yayımlanan ilk kitabındaki öykülerinde 80’li ve 90’lı yılların yaşam tarzı ve olaylarına götürür bizleri. Bunlar, yazıldığı döneme göre oldukça cesur öyküler. Özellikle, “Matiz ve Tüylerim Özgür” öykülerinde bunu daha belirgin görüyoruz. Yazar, çocuk ve kadın tacizlerinde suskun kalındığını sorgularken, aile içi şiddet gören kadın ve çocukların yalnız bırakılmasının çığlığını da duyuruyor. Bugünkü kadın hareketlerine bakınca sanki bu öykülerin çığlıkları boşa çıkmamış gibi görünüyor. “Aşk Susmadan Git” romanı da 28 Şubat süreci, Tekel Direnişi, Uludere Katliamı gibi tarihsel olguları da içine alarak, etnik kimliğinden dolayı ayrımcılığa uğrayan bir kadının nasıl kandırıldığı hikâyesini, usta bir biçimde anlatır. “Nişa Kaybolmaya Hazır Değilim” romanı da kentsel dönüşüme uğrayan bir mahallede geçer. İmkânsız gibi görünen, ötekinin ötekisi olan bir Çingene kadını Nişa ve tıp öğrencisi Defne’nin dostluklarını verir. Romanı sanki yıkılacak son mahalle hissiyle okudum. Yazarın edebi dilinin özgün ve akıcı, eserlerinde yarattığı mekânların da oldukça gerçekçi ve güçlü olduğunu da belirtmeliyim.
Tekgül Arı, hem eserleriyle hem yaşam biçimiyle toplumsal sorunlarla ilgili her taşın altına elini koymuş görünüyor. 2007 yılında Maden Mühendisleri Odasının ilk Madenci Öyküleri yarışmasını düzenlenmesine önayak olmuş ve Madenci Edebiyatı’na; Çığlık, Korkunun Tırnakları, Yanık Rüzgârın Sesini Duydum adında üç kitap kazandırmış. Hastaları toplumla, toplumu hastalarla barıştırmak için AŞDER’de şizofrenlerle yazın atölyesi çalışmalarını sekiz yıl yürütmüş. Ayrıca Ankara ve İzmir’de iki onkoloji hastanesinde, kanser hastaları için başlattığı “Gülümsüyoruz” etkinliği kapsamında iki yıl öykü ve müzik etkinlikleri düzenlemiş. 2016 yılı ekim ayında üç günlük, “Mazı Köyü Kadınları Tekgül Arı ile öykülerini yazıyor” etkinliğini gerçekleştirmiş. Kadın çalışmalarına yönelik olarak “Zamansız Düşler Zamansız Kadınlar” Fanzini’ni hazırlamış. Yeni Adana Gazetesi’nde bir dönem “Düşler Düşünceler” köşesinde yazmış.
Hâlâ birçok gazete ve edebiyat dergilerinde, dönem dönem edebiyat inceleme ve eleştiri yazıları yazmayı sürdüren ve son büyük depremde olduğu gibi önemli toplumsal olaylarda hemen harekete geçen yazarımızla Off Günü romanı üzerine kısaca söyleşelim istedim.
Adnan Özveri: Bazen öyle sözcükler vardır ki, onu kullandığınızda sanki birden bir sıçrayışla farklı bir dile, farklı bir algıya ya da farklı bir düşünüş biçimine geçmiş gibi oluyorsunuz. Bu kitabın adı da Off Günü. Evet, tatil günü, izin günü, değil de neden Off Günü?
Tekgül Arı: Çoklu bir anlam vermek istedim. Perakende sektöründe, özellikle yabancı şirketlerde çalışan arkadaşlar izin gününe, ‘off’um” ya da “offgünü’m” diyorlardı. Bu söz benimde ilgimi çekmişti. Ayrıca yoğun emek isteyen sektörde, çalışan işçileri canından bezdirip ‘of’lattığı gerçeğini de yakından biliyordum. Bir de of, on düğmeleri var birçok teknolojik alette. İşin özü Off Günü, ülkemizdeki çoklu anlamıyla kapitalist sistemin, işçi sömürüsünü daha geniş anlamda yansıtıyor diye düşünüyorum.
Off Günü romanı AVM emekçilerini anlatan ilk roman olarak da değerlendiriliyor. Ne dersin?
AVM’leri anlatan öyküler yayımlandı ama Off Günü bu konuyu işleyen ilk roman mı, kesin olarak bilmiyorum. Ancak bu meseleye dikkat çeken yazarlardan biri olduğumu rahatça söyleyebilirim. 2014 yılı haziran ayında Yeni Adana Gazetesi’nde, “Cicili Bicili İçleri Tüketilmiş AVM İşçileri” diye uzun bir yazı yazmıştım. Daha sonra bir edebiyat dergisinde, “İnce Topuklar” diye yazdığım bir öykü yayımlanmıştı.
Birbirinden ayrı konularla kurduğunuz birçok eserinizde aslında hep aynı tutarlı çizgiyi görüyoruz: Emekçiler, dar gelirliler, kent yoksulları, ayrımcılığa uğrayanlar, kadınlar ve çocuklar… Bir yazar olarak derdiniz daha çok toplumsal sorunlarla ilgili. Neden?
Bir yazar olarak yaşadığım toplumun sorunlarından muaf değilim. Toplumun meseleleri benim de meselem. Yazarken beni derinden etkileyip yazdıran mesele üzerine hem derinden düşünüp hem de bir çıkış yolu arıyorum. Ayrıca hem geçmiş hem de şimdiki dönemin tarihsel olgularını da es geçmeyip kendimce karşılaştırmaya çalışıyorum. Mesela Marx’ın son evre işçi sınıfının yönetimi ele geçirmesi hayali henüz gerçekleşemedi. Bunun neticesinde çok uzağa da gitmeden, son yirmi yıla bile baktığımızda kapitalist sistem, kâr marjını önceki yıllarla karşılaştırılmayacak ölçüde yükselttiği gerçeğini görüyoruz. Bu durum ekonomik olarak eşitsizliği artırırken toplumsal istikrarsızlığın da en büyük kaynağı. Bir dönem mavi yakalılar hak arayışlarıyla gündemdeydi. Şimdilerde mavi yakalılar ortalarda görünmüyor bile.
Fabrikalar ve mavi yakalılar hâlâ var. Hak arayışlarını da sürdürüyorlar. Bu yargıya nasıl vardın?
Mavi yakalılar elbette ki var. İşim gereği de yıllarca fabrikalara gidip iş ve işleyişini yakından gördüm. Ancak işçilik giderlerinin en ucuz olduğu bölgelere konuşlandırıldılar. Böylece kent merkezlerinde görünürlükleri ortadan kaldırıldı. Hak arayışları da medyayı elinde tutan kapitalist sistem tarafından pek gösterilemez oldular. Sanki işçiler varmış da, sorunları yokmuş algısı toplumda yaygınlaştı. Bunun yerine son yirmi yıldır, kapitalist sistem, kurduğu şaşalı mekânlarda, hizmet sektörü adı altında iş ve sağlık güvencesi olmayan işçi sınıfı içinde, yeni bir işçi sınıfı yarattı.
Hizmet sektöründe çalışan bu emekçileri toplum, işçi olarak görmüyor. Işıltılı AVM’lerin ışıltılı bir parçasıymış algısıyla baktıkları için olabilir mi?
Haklısın. Kurulan bu alanda aldatıcı bir mekân ve zaman görüntüsü var. Mekân olarak eskiden kahvehaneler, parklar, cadde üstü mağazalar gibi çeşitli kamusal alanlar vardı. Bu alanda bireyler toplumsal ilişkiler kurarak kendilerini ifade edebiliyorlardı. Ancak kapitalist sistem bu duruma da el attı. Kamusal alanın çöküşünü hızlandırdı. Bizler mahremiyet alanına yani evlerimize çekildik. Toplumla iletişim kuramayınca bize dayatılan reklamlar ve geniş ağa sahip sosyal medya aracılığıyla, tüketime yönelik yeni bir kendilik bilinci oluşturduk. Bu verili bilinçle birbirinden kopuk bireylerin göz zevklerine uygun dizayn edilmiş, tüketime yönelik büyük ışıltılı alanlar kuruldu. Her şeyi içinde barındıran ancak bireylerin iletişimine izin vermeyen mekânlarda çalışan işçiler de, tüketicilerin göz zevkini bozmayacak bir ürün gibi yer aldılar. İşçiler çalıştıkları bu alanlarda satışı maksimum seviyeye çıkarmak için bir ürün inceliğinde çalışmak zorunda bırakıldılar.
Romanda satış danışmanlarının, sürekli gülümsüyor olmalarının nedeni ürün inceliğinde olmaları mı?
Evet. Çünkü bir ürün inceliğinde, sesiz ama gülümsüyor olmalı çalışanlar. Her türlü müşteri hakaretine bile gülümsemeli. Bir ürünü yere düşüren müşteri onu kaldırma zahmetine girmez, çünkü onu yapacak hizmetkarları yani satış danışmanları var. Bir satış danışmanı ürünün üzerine basan müşteriye sesini çıkaramaz, gider onu oradan alır. Üstelik içi öfkeyle kabarırken müşteriye gülümser. Bu durum da kapitalist sistemin çalışanlara bas bas bağırarak öğrettiği “Müşteri Haklıdır,” ilkesinden kaynaklanıyor. Çok müşteri çok satış ve kâr demektir. Sürekli yükseltilen satış hedefiyle işçilerin payına düşen de ancak çeyrek ekmek arası kadar bir gelir oluyor.
Bu durum işçilik değil bir nevi kölelik sistemine dönüşmüş ve müşteriler de bu sömürüye hizmet ediyor, diyebilir miyiz?
Elbirliğiyle sömürü düzenine katkı sağlıyoruz. Off Günü bu olguyu özellikle vurguluyor. Dikkatini çekmiş olmasına da sevindim.
Çalışanlar bu sömürü karşısında neden bir sendikaya üye olmaktan kaçınıyorlar?
Nedeni oldukça açık. Patronlar sendikaya üye olmuş biriyle çalışmak istemiyor. Çünkü, çalışanları istediği zaman işten çıkarması zorlaşacak. Ayrıca çalışanların her türlü hak arayışı maliyeti artıracaktır. Normalde sekiz saat çalışması gereken işçilerin on saatin üzerinde çalıştıklarına şahitlik ettim. Birçok işveren fazla mesai hakkını bile ödemekten kaçınıyor. Bu ücret hakkı saatlik izinlerle geçiştiriliyor. Geçmişte mevsimlik satış indirim kampanyaları olurdu, şimdi neredeyse haftalık yürütülüyor indirim kampanyaları. İşçiler öğlen yemek, çay saatlerini doğru düzgün kullanamıyorlar. Tuvalet ihtiyaçlarını bile gideremiyorlar. Oysa bir sendikaya üye olsalar bu haklarını kullanabilirlerdi. Dediğim gibi patronlar sendikalarla uğraşmak istemiyorlar. İşçilik maliyetini minimum düzeyde tutmaya çalışıyorlar. Ayrıca işe giriş ve çıkışı fazla olan sektörde tazminat yükümlülüğünü de bu yolla minimuma indirgiyorlar.
Off Günü’nde romanın başkarakteri Güneş, bölge müdürü Hakkı Beyle konuşurken iç sesiyle şöyle söylüyor; “Biz hep bir kenara teyellenerek yaşamaya çalışıyoruz. Bizim gibilerin hayatı söküle söküle küçülme eğrisinin aşağısına inip eksi bakiyelerle sonlanıyor. Patronlar asgari ücretimize bile göz dikmiş. Elimizde avucumuzda ne varsa alıyor. Bu yüzden, onlar için yükselen gelir eğrileri çiziliyor.” Bence bu düşünce romanı ve AVM’lerdeki sömürüyü büyük ölçüde özetliyor. “Eksi bakiyelerde ve kenarlara teyellenerek yaşayan” kent emekçilerinin romanını yazarken, sende kısa bir süre bir mağazada çalışmışsın. Bu roman çalışmadan yazılamaz mıydı?
Bir yazar, eserini gözlemleyerek yazabilir. Ben on yıldır bu meselenin içindeyim. AVM çalışanlarının sömürüsü beni rahatsız etmişti. Neredeyse beş yılda tamamladım romanı. Yazmak bana yetmedi, işi deneyimleyerek bir parçası olmak istedim. Böyle bir imkânı bulunca bir mağazada kısa bir süre çalıştım. Bu durum yazdığım metne yeni bir gözle bakmamı sağladı. Romanda, aşırı uzun çalışma saatleri, her şeyin önüne geçen satış kaygısı; “Hızlı hareket et ve bir şeyleri kır” cümleleriyle özetlenen ve oturacak bir iskemle olmadan, sürekli ayakta sunulan hizmet, kameralarla çalışanların her anının kontrolü; sendikasız, toplu pazarlıksız patronun iki dudağı arasındaki ücretler, sıfır iş güvenliği… Bütün bu olumsuz çalışma koşullarında dikkatimi çeken önemli bir konu da çalışanlar arasında sürekli bir çekişme, bir didişme, bir yarış var. Bu yarışı alttan alta kışkırtan üst düzey bir yönetici… Bu, sermayenin öteden beri uygulaya geldiği böl ve yönet taktiği midir, ne derseniz?
Yeni kapitalizm kültürü, öncelikle çalışanların işyerine bağlılığını ortadan kaldırdı. Bu durum çalışanların yönlerini kaybetmesiyle birlikte bir yabancılaşmaya neden oldu. Bu durum aslında çalışanların birbiriyle olan iletişimini engelledi. Yarış atı gibi satış, daha çok satış, diye gece gündüz koşturulan çalışanların bir araya gelip sağlıklı iletişim kurması mümkün mü? Satışı yüksek olanlar, günün ve ayın elemanı oluyor. Primleri de buna göre hesaplanıyor. Böyle bir durumun yarattığı haksızlık çalışanları hâliyle sürekli bir çatışmaya itiyor. Kapitalist sistem her zaman çatışmadan beslenir. Üst yönetim de satış için çatışmayı tetikliyor. Kendisine itaat edenleri ve etmeyenleri de bit gibi iki tırnak arasında eziyor.
Bölge müdürü Hakkı Bey’in yaptığı da bu aslında.
Hakkı Bey de yerini korumaya çalışıyor. Sonuçta o da en alt basamaktan üste çıkabilmiş biri. Yerini korumak hırsıyla, çalışanların fikirlerini çalıp kendi fikri olarak patrona sunabiliyor. Sesini çıkaran işçiye de mobbing uyguluyor. Kendine yakın tutup vaatte bulunduğu işçilerle birlikte gitmesi gereken işçiye kumpas bile kurabiliyor. Çünkü bölge müdürü hem kendinin hem de patronun çıkarını korumaya koşullanmış. Tazminat ödeme gibi bir maliyeti önlemek amacıyla, doğrudan işçiyi atmak yerine birtakım oyunlara başvurarak o da yerini sağlamlaştırıyor. O da sistemi sorgulamak yerine hizmet ediyor.
İşçiler bu kötülük hallerine işsiz kalmak korkusuyla mı katlanıyorlar?
Haklısın. Ülkemizde en büyük sorun işsizlik. Kapitalist sistem de bunu çok iyi değerlendiriyor.
Son olarak bir ay önce on bir ilimizde meydana gelen depremlerin acısı üzerimizden hiç eksilmeden tüterken, romanda başkarakter Güneş’in, 99 Marmara Depremi enkazından halasıyla birlikte çıkmasına denk gelmesi de şaşırtıcı. Güneş’in yaşama tutunurken işyerinde kendini enkaz altında hissetmesini de önemli buldum. Deprem bölgesine senin dayanışma için gittiğini de biliyorum.
Kendimce depremzedelerin yanlarında olmak istedim. Marmara depreminden çok etkilenmiştim. Bu konuyu yazmak gibi bir düşüncem de yoktu. Ancak kurmacanın içinde deprem olgusu belirince ben de kalemi rahat bıraktım. Keşke 99 Marmara Depremi ikazını yöneticiler dikkate alıp sağlam binalar yapsaydı, bugün elli bine yakın insanımız hayatta olacaktı. Çok üzgünüm. Sanki bu konuyu daha çok dillendirmediğim için kendimi de suçluyorum. Sağlam binalar yapılmayana kadar öyle sanıyorum ki yasımız hiç bitmeyecek.
Tekgül Arı çok teşekkür ediyorum. Off Günü romanı daha çok konuşulacak bir kitap. Biz sendika.org için yaptığımız söyleşimizi burada sonlandırıp okurların da yeni soruları çoğaltmasına izin verelim.
Sevgili Adnan Özveri, böyle içten bir söyleşi için sana ve Sendika.Org okurlarına çok teşekkür ediyorum.
[pdf-embedder url=”https://sendika.org/wp-content/uploads/2023/03/OFF-GUNU_KAPAK.pdf” title=”OFF GUNU_KAPAK”]