Bir kurtuluş felsefesi etrafında buluşulamıyorsa, bir araya gelmekten korkuluyorsa, hala Akşener’den, devletin milliyetçi ve ırkçı anlayışından bir beklenti varsa bu, solun veya ana muhalefetin önemli bir vizyon sorunu olduğunun, siyaset kurucu bir rol oynayamadığının da bir tezahürüdür. Erdoğan seçim malzemesi yapacak diye bir araya gelinemiyorsa ifade ettiğimiz bu kurtuluş felsefesinin oturmadığı, şimdilik iktidarı değiştirmek üzerine kurulduğu anlamına geliyor
Politikanın yerel olduğu kadar küresel bir boyutu vardır. Politika üretebilmek günümüz küresel kapitalist dünyada büyük önem taşıyor. Siyasetin iktidarsız hale geldiği, gelecek kaygısının bireysel ve toplumsal alanda derinleştiği ve ayrıca kurtuluş felsefelerine olan inancın zedelendiği bir süreçte döneme uygun politika belirleme ve bunu işlevsel kılma hayati bir önem taşımaktadır.
Ancak varolan kısır, güvensiz ve bir gelecek vaadetmeyen siyasete karşı alternatif bir siyasetin örgütlendirilememesi, sol hareketlerin etkili gelecek tasarımlarının olmaması veya bunu işlevselleştirememeleri, bunu sunamamaları gibi nedenler tıkanmış ve işlevsizleşen siyasete yönelik mücadeleyi sekteye uğratmış ve bu durum çoğu hareketin kısa ömürlü olmasına da yol açmıştır. Bütün dikkatleri veya eylemleri iktidara olan eleştiri üzerine kurgulamak veya böyle bir görüntü ortaya koymak sol siyaset için önemli bir engeldir. Sol veya muhalif siyaset bir gelecek projesini, bir kurtuluş felsefesini tam olarak kurgulayamama veya bunu organize edememe problemini aşmış değil. Sanki iktidarın hata yapması için bekleyen ve onun hatalarına, krizlerine odaklanan bir anlayışla hareket ediliyor.
Sol hareketler ve aynı zamanda muhalif partiler oyundalar ama oyunu kendileri kurmuyor. Daha çok Erdoğan iktidarının kurduğu oyunun ve çizdiği sınırların dahilinde hareket ediyorlar. Oyun kurucu, siyaset üretici bir rol oynadıkları ve bunu topluma taşıdıkları pek söylenemez. Oysa içinde bulunulan tüm yönleriyle tıkanmış ve çökmüş olan sisteme karşı büyük bir toplumsal muhalefet var, halkın büyük bir kopuşu ve tepkiselliği var. Ancak siyasi aktörler beklenilen liderliği ortaya koyamıyorlar. Kısa vadeli iktidar hesapları daha görünür olduğu için partiler, liderler birbirlerine hala mesafeli yaklaşım içindeler.
Korona sürecindeki salgın hastalıklar devletin ve varolan siyasetin kapasitesini felç etmişti, muhalefet ve özellikle sol da çaresiz olduğunu ve güven oluşturucu bir politikadan yoksun olduğunu biliyordu ve elindeki tek seçenek yine iktidar eleştirisine sarılmak oldu. Gelecek kaygısı, ekonomik, ekolojik sorunlar, farklı kültürlerin bir arada yaşama sorunları salgın hastalıklar kısacası insanın ufkunu karartan ve geleceğe dair önemli kaygıların olduğu bu tabloya dair solun kapsamlı bir kurtuluş paradigması henüz yok. Sadece ortaya çıkan tabloda bazı asgari müştereklerde uzlaştıkları söylenebilir. Oysa böyle bir toplumsal tabloda sol, eylem olarak ve paradigma olarak çok güçlü bir alternatifi örgütleyebilmeliydi.
Erdoğan ve Bahçeli’nin skandallarıyla gündeme gelen, tehdit, küfür ve hakaretler üzerinden yön verdikleri bu siyasete karşı toplumda oluşan güçlü bir yeni siyaset arayışı var. Ancak buna rağmen sol kendi paradigmalarıyla gündeme gelmiyor. İyi Parti az oyu olmasına, milliyetçi ve ötekileştirici bir parti olmasına rağmen siyaseti dizayn etmeye çalışıyor ve kimi zaman da başarılı oluyor. Ancak sol, iktidarın kriz zamanlarında, siyasi çalkantılarında ancak daha görünür ve konuşulur olabiliyor. Sol (HDP, TİP, Sol Parti gibi), seçim öncesi görüldüğü gibi siyaset kurucu aktörler olarak değil, daha çok oy eksenli olarak dikkate alınıyor. Oysa oy eksenli değil, geniş halk kesimleri tarafından kabul gören, güven aşılayan, sorunlara çözüm üreten somut bir reçeteye, geleceğin inşasına dair bir paradigmaya ihtiyaç var. Bu yönüyle öne çıkmalı ve dikkate alınmalıdır.
Ekonomik ve siyasal krizler toplumun üzerinde kendisini en ağır haliyle hissettiriyor. İktidardan umut beklentisinin azaldığı da ve güçlü bir alternatife ihtiyaç olduğu da gözlenen bir olgudur. Dolayısıyla da varolan ekonomik, siyasal politikalardan memnun olmayanlar her geçen gün artıyor. Türkiye’de gezi protestolarıyla doruğa çıkan gelişmeler iktidar eksenli siyasete duyulan memnuniyetsizliğin en açık göstergesiydi. Korona virüsü salgınına karşı devletin olumsuz karar ve politikaları, devletin daha önce yaşanan Van, Elazığ depremlerindeki tutumu, özellikle yaşanan ekonomik sorunlar, yoksullaşma, enflasyonun yükselmesi ve ekonomik çöküntünün olması gibi birçok etmen var/dı ama muhalefet ve özellikle sol kesim bu tabloyu lehine çeviremedi. Çünkü sol somut bir gelecek projesinden yoksundu. En iyi biz muhalefet ederiz görüntüsü bu kesimler içerisinde daha çok ön plana çıkıyor. Ama yereli örgütleme ve bu doğrultuda paradigmayı içselleştirme çok zayıf kalıyor. Sempati var ama somut reçeteye dair, kapsamlı bir yeniden inşa siyasetine dair görüntü çok zayıf kalıyor.
Şimdi ise bir doğal afet olan ama siyasetin yaklaşımı, yönetişimi ve ilişkilenme biçiminin büyük bir felakete dönüştürdüğü depremde binlerce insanımız hayatını kaybetti ve bir bölge çökmüş durumda. Solun da zamanında yeterince müdahale edemediği bu skandallar siyaseti ülkeyi karanlığa çevirdi. Tayyipokratik yönetim siyasetsiz, iktidarsız ve öngörüsüzdür. Ülkeyi talan eden bir anlayıştır. Bu bilinen bir durumdur. Ancak solun veya muhalefetin programsızlığı ve dogmatik yaklaşımları da eleştiriye tabi tutulmalıdır. En büyük hırsızlığın, talanın yaşanmasına ve ülke olarak enkaz altında kalmamıza rağmen hala eleştiriden ve gündelik protestolardan (bunlar olmalı tabi) başka bir gelecek tasarımı ve bunu aktaracak kadrolar yoksa o zaman skandallar siyasetiyle yaşamaya devam edeceğiz demektir. Bu kadar yıkıma rağmen hala iktidarın değişmeme ihtimali kendisini ciddi bir şekilde hissettiriyorsa burada sorgulanması gereken solun veya muhalefetin siyasal anlayışı ve geleceğe dair paradigmalarıdır. Olumlu bir değişimi yaratacak potansiyeli topluma yansıtamamalarıdır.
Bir kurtuluş felsefesi etrafında buluşulamıyorsa, bir araya gelmekten korkuluyorsa, hala Akşener’den, devletin milliyetçi ve ırkçı anlayışından bir beklenti varsa bu, solun veya ana muhalefetin önemli bir vizyon sorunu olduğunun, siyaset kurucu bir rol oynayamadığının da bir tezahürüdür. Erdoğan seçim malzemesi yapacak diye bir araya gelinemiyorsa ifade ettiğimiz bu kurtuluş felsefesinin oturmadığı, şimdilik iktidarı değiştirmek üzerine kurulduğu anlamına geliyor. Bu yüzden de muhalefet hala kendi başına bir gündem belirleme ve bunu Türkiye gündemine taşıma kapasitesinden yoksundur. Asıl amaçlanan daha çok öncelikle bir iktidar değişimi olarak topluma yansıyor. Oysa devletin milliyetçi, ırkçı ve ötekileştirici anlayışının değişimini, farklılıklarımızla birlikte ve anayasal haklar çerçevesinde bir arada yaşamaya yönelik bir yaklaşımı esas alan bir anlayışın hakim olacağı bir programın yansıması daha önceliklidir. Değişimden kastedilen, iktidar değişimini aşan ortak bir kurtuluş felsefesinin üretimi ve bunun yaşam bulmasına yönelik siyasi değişimdir.
Tayyipokratik yönetimin belirlemiş olduğu siyasi çizgide kalmak değil, tam aksine muhalefet ya da sol gündem belirleyip Türkiye’ye hakim olan bu kısır ve çözümsüz, hukuka ve yasalara tabi olmayan siyasete karşı bir siyaset üretebilmelidir. Hala milliyetçi, ırkçı bir partiden ve temsil ettiği bu anlayıştan umut beklenmesi veya hala böyle bir partinin büyük bir muhalefete ayar vermeye çalışması muhalefetin hala cesur bir siyaset üretemediğini, kendisine tam güvenemediğini ve genel olarak hala kendi kurtuluş paradigmasına güvenemediğini gösteriyor. Yansıyan tabloya bakıldığında halkın veya toplumun tereddüdünden ziyade muhalefetin büyük bir tereddüt yaşadığı ve bu yaklaşımıyla umutsuzluk oluşturduğu görülüyor.
Başta HDP olmak üzere oluşturulan Emek ve Özgürlük İttifakı artık Tayyipokratik yönetimin skandallar siyasetine ciddi bir muhalefet ve gelecek tasarımıyla kendilerini gündeme taşımalıdır. İçinde bulunduğumuz korku toplumunda korku siyaseti yaparak çözüm ortaya konulamaz ve bu gidişatla ancak bu kısır siyasete angaje olmaya devam edilir.
Tayyipokratik yönetimin hep canlı tuttuğu “devletin bekası” (aslında koltuğun bekası) korkusu muhalefetin de eğilimini ve tutumunu belirleyen bir korku kültürüne dönüşmüş. Dolayısıyla iktidar olma hırsı genel bir paradigma değişiminden daha çok yansıyor. HDP ve bileşenleriyle ve diğer muhalif sol gruplarla görünmekten korkan bir muhalefetin Türkiye’deki kısır siyasete müdahale şansı yoktur. Sadece iktidar olabilirler ama bir kurtuluş reçetesi sunamazlar.
Önce iktidar olalım ondan sonra her şey düzelecek anlayışı ne yazık ki bir süre sonra tıkanmaya ve yozlaşma başlar. Tayyipokratik yönetimdeki gibi korku ve koltuk siyaseti belirleyici olmaya başlar. Bu anlamda ya sol kendi kurtuluş felsefesi doğrultusunda toplumu örgütleyecek veya Millet İttifakı, HDP ve Sol partileri de alıp Türkiye için ortak bir gelecek kurgulayacaklar. Bir araya bile gelmekten korkuluyorsa milliyetçi, ırkçı anlayışın aşılmadığı, Erdoğanın ve Bahçelinin korku üzerinden ürettiği siyasi anlayış içerisinde hareket edildiği anlamına gelir. Sadece iktidar değişimi için HDP’nin rızasını almaya çalışmak ama haklı taleplerine kulakları tıkamak ötekileştirici tutumun devam ettirildiğini ve geleceği inşa iddiasının hala ırkçı ve milliyetçi eğilim üzerine kurulmak istendiğini gösterir. Bu anlayışın da şuana kadar Türkiye için hiçbir çözüm üretmediği de ortadadır. Çünkü bu anlayış yıllardır iktidardadır.
Yalnızca bir iktidar değişimiyle de belirttiğimiz kapsamlı sorunlar çözülemez, sistemin kendisini ve varolan dogmatik zihniyeti değiştirecek bir anlayışa ve yönetime ihtiyaç var. Halk şuan daha cesur, partiler ise daha temkinlidirler. Demirtaş’ın dediği gibi normalde siyasetçiler halka öncülük, liderlik eder ancak şuan halk onlara liderlik ediyor. İşte bu yüzden kendilerini sorgulamalı ve cesur adımlar atmalıdırlar.