Artık hayıflanmayı bırakıp harekete geçmeliyiz. Alternatifini yaratmadığımız hiçbir itirazımızın anlamı yok. Eğer gerçekten yeniyi kuracak irademiz varsa birikimimiz, örgütlülüğümüz ve yeteneğimiz de var ve bunu yapabileceğimiz daha uygun bir zemin ve daha uygun bir zaman olmayacak
Sert ve yalın gerçeklerle karşı karşıya olduğunuz dönemlerde detayların bir önemi kalmaz. Amacınız ortada duran sorunu çözmekse ya bunu yaparsınız ya da kaçarsınız. 6 Şubat depremlerinden beri yaşanan süreç bize bunu tüm çıplaklığı ile öğretti. Çözüm bekleyen sorunlar yumağı, yüzleşmek isteyen her kişi ve kurumla karşı karşıya geldi.
Depremin yedinci gününden itibaren 15 gün boyunca Samandağ ve Defne’de bulundum. Bir yandan hasar tespit çalışmalarının yürütülmesinde çalışırken diğer yandan halkın karşı karşıya olduğu yakıcı sorunlara olabildiğince merhem olabilmek için bölgede çalışma yürüten kurum kuruluş topluluk ve inisiyatiflerle temas ederek elimden ne gelirse yapmaya çalıştım.
Bölgede çalışma yürüten herkes çokça bahsettiği için yaşanan kelimelerle tarif edilemeyecek olan trajediden bahsetmeyeceğim. Ama şu “devlet” meselesine değinmek gerekir sanırım. Depremin ilk gününden itibaren resmi ideolojinin “öteki”lerinin yaşadığı bölgeler başta olmak üzere her yerden “devlet nerde?” feryatları yükselmeye başladı.
Bizler kendi şehirlerimizde iletişim kanallarımız üzerinden bu feryatları duydukça birinci gün, ikinci gün, üçüncü gün derken “o kadar da olmaz artık, nasıl bu zamana kadar devlet olmaz” demeye başladık. Halbuki işçi, memur, öğrenci kim en ufak bir hak arama talebi için ağzını açsa daha birinci kelimesi bitmeden devlet kendini tanıtıyordu. Nitekim 26 Şubat’ta İstanbul’da Kızılay’ın yaptığı rezaleti protesto etmek isteyenlerin karşısına bölgede bir arada görmeye alışkın olmadığımız kadar polis yığını ile devlet kendini gösterdi. Zaten konuşmaya da gerek yok, sabah tweet atsanız gecesinde kapınızda beliriyor devlet. Hadi orada da karşılaşmadınız diyelim, sistemin bankalarına kurumlarına kuruş borcunuz olsun yine hiç gecikmeden çıkıyor karşınıza devlet. Çünkü ilk ikisinde güvenliğimizi sağlamak, üçüncüsünde de bize hizmet etmek üzere vergi toplamak için karşımıza çıkıyordu.
Oysa depremin yedinci günü Samandağ’a indiğimde bırakın devleti, “D” harfi bile yoktu ortalıkta. Defne’ye gittim orada da yoktu, Antakya’ya gittim orada devasa firmaların yıkılan binalarını alelacele toplamakla uğraşıyordu. Halkın ve bölgede çalışma yürüten gönüllülerin tüm çabalarına rağmen ancak on dördüncü gün ekskavatörleri ile beton yığınlarını ortadan kaldırmak için gözüktü. Oysa acil yıkılması gereken yollara 45 derece açıyla bakan o kadar çok pamuk ipliğine bağlı bina vardı ki. Bugün depremin yirmi üçüncü günü olmasına rağmen halktan doğrudan ve dolaylı yüzlerce çeşit vergi alan devlet birçok vatandaşına bir çadır dahi veremedi henüz. “Öteki”lerin yaşadığı ilçede, gönüllü kuruluşlar ve şahıslar aracılığı ile ulaştırılan çadırlarla, evleri başlarına yıkılan insanların hayatta kalması sağlanmaya çalışılıyor. On sekizinci günden itibaren ilçenin merkezinde göçmen kampı gibi çadır kentler kurmaya başlandı. Her şeyi merkezileştirip kolay kontrol edilebilir, kolay yönlendirilebilir yapmak uğruna insanları yaşam alanlarından koparıp, özne olmaktan çıkarıp istediği şekilde yönlendireceği alanlar üretilmeyek başlandı. Oysa Samandağ halkı ağırlıklı olarak kırsalda yaşıyor ve evinde yaşayamasa da işlediği toprağı ile hayvanları evinden uzaklaşmasını engellemeye yetiyordu. Doğarken borçlu doğan insanlar, başlarına gelen bu yıkımdan sonra sadece bahçelerine bir çadır istediler, o da çok görüldü.
Halkına bazı STK’lar aracılığı ile çadır satan devlet ortalıkta yokken gönülden yürütülen gönüllü çalışmalar, halkın yaralarını kısa vadede çözerek başarılı süreçler yürütüyor. Ancak eksiklerimizi görebilmek adına bizim, bu karanlıktan çıkış yolu bulabilmemiz için çuvaldızı kendimize batırmamız gerekiyor. Türkiye sol sosyalist hareketi ile emek ve demokrasi güçleri on yılların mücadele sürecinde çok badireler atlattı. Her türlü olumsuzluğun yağmanın, talanın, haksızlığın, hukuksuzluğun karşısında durdu. Zaman zaman da başarılı alternatif örnekler ortaya çıkardı. Devletin olmadığı alanlarda hem dayanışmada, hem de malzemelerin insanlara ulaştırılmasında son derece başarılı ve adaletli çalışmalar yürütülüyor sahada. Gezi’de bizimle bütünleşen dayanışma ruhu, enkaz aralarında dolaşarak halkın gündelik acil dertlerine derman oluyor. Fakat biz sadece bundan ibaret değiliz. Mesleki, siyasal, tarihsel ve kültürel birikimimiz çok daha uzun vadeli sağlıklı ve halkın yüzünü güldürecek çözümler üretme potansiyeli taşıyor. Yaşanan sorunlara bütüncül yaklaşabilirsek çözümlerini de bütüncül olarak bulabiliriz. Kısa orta ve uzun vadeli planlamaları doğru yapıp hayata geçirebilirsek yeni bir yaşamın inşa sürecini de hayata geçirebiliriz. Hem kendimize, hem de halka ne vadettiğimizi de en yalın hali ile karşımızda duran sorun üzerinden yeniyi yaratarak gösterebiliriz.
TMMOB, TTB ve Barolar Birliği başta olmak üzere bölgede çalışan meslek kuruluşları buna öncülük edebilir. Siyasi partiler, çevreler ve demokratik kamuoyu birlikte hareket ederek yerel dinamiklerle birlikte bu yeniden inşa sürecini örebilirler. Bizim, kısa ve orta ve uzun vadeli planlama yapabilecek onlarca meslek disiplinini bir araya getirebileceğimiz bir organizasyon yeteneğimiz, tartışma ve karar alma süreçlerine konunun öznesi bölge halkına yer verecek bir katılımcı demokrasi kültürümüz, bütüncül planlama yapabilecek mesleki teknik birikimimiz ve bütün bunları harmanlayıp yeni bir yaşam kurabilecek siyasal birikimle örgütlenme becerimiz ve mücadele geleneğimiz var.
Yol haritası olarak da meslek odaları öncülüğünde mesleki ve teknik bir kadronun ilkesel olarak belirleyeceği kriterlerin ardından, bu kriterlere bütün bölgelerde uymak koşulu ile bölge halkı, meslek odaları temsilcileri, demokratik kitle örgütleri temsilcileri, yerel yönetim temsilcileri ve kentin bütün bileşenlerinin yer aldığı meclisler, kurullar ya da konseyler oluşturulabilir. Demokratik karar alma süreçlerinin işletileceği meclislerden sermayenin değil halkın çıkarlarını ön planda tutan bir kent inşasından başlayarak yeni bir yaşamın inşası sağlıklı olarak örülebilir.
Öncelikle başta çocuklar ve kadınlar olmak üzere halkın dayanışma ile yan yana duracağı alan düzenlemelerine ihtiyacı var. Bu zeminler aynı zamanda önümüzdeki demokratik sürecin işletilebileceği mekanizmalar da üretecektir. İşlemeye başladığında müdahaleye açık olacak bu alanlar, ancak omuz omuza yan yana durabilirsek ayakta kalabilir.
Bölgenin tamamında bunları yapabilecek gücümüzün olduğu gibi bir ütopik düşünceye sahip değilim elbette. Ancak bunu rahatlıkla yapabileceğimiz il ve ilçe ve mahalleler var. Bir çocuğun yüzünde gülümseme olacak küçücük bir etkinlikten koca koca şehirleri mimari kültürel sosyolojik yönlerini de dikkate alarak yeni bir yaşam için inşa etmeye kadar her şeyi yapacak gücümüz var.
Artık hayıflanmayı bırakıp harekete geçmeliyiz. Alternatifini yaratmadığımız hiçbir itirazımızın anlamı yok. Eğer gerçekten yeniyi kuracak irademiz varsa birikimimiz, örgütlülüğümüz ve yeteneğimiz de var ve bunu yapabileceğimiz daha uygun bir zemin ve daha uygun bir zaman olmayacak.
Artık iki alternatifimiz var; ya biz elimizden geleni yaptık deyip kendi kuytularımıza çekileceğiz ve bölge halkını kendi kaderine terk edeceğiz, ya da bütün dağınıklığımıza, eksikliğimize ve örgütsüzlüğümüze rağmen küllerimizden yeniden doğarak akılla bilimle sevgiyle ve dayanışmayla yeni bir yaşamı kuracağız.
Tercih bizim…
Kaynak: Yolculuk
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.