Yenilgi üstüne yenilgi yaşanan yıllardan sonra aşırı iyimserliğin yerini aşırı kötümserliğin almasıyla birlikte anti-komünizm solu kuşatma altına aldı. Günümüzde içi boşaltılmış sol artık sistematik ve bilimsel düşünmeyi sağlayan sınıf mücadelesi, artı-değer, emperyalizm, faşizm, devrim ve sosyalizm gibi kavramlardan çok, Orwell gibi liberallerin nereye çeksen oraya gidecek “büyük birader” benzeri sınıflar ve sistemler üstü distopik kalıplarına ve masalcı metaforlarına rağbet ediyor
George Orwell’in 1984 ve Hayvan Çiftliği romanları Türkiye’de çok okunanlar arasındadır. Her hafta medyada yazarın geleceği gördüğüne dair övücü yorumlar yapılıyor. İki romanın da İngiliz ve Amerikan istihbarat servislerinin aydınları anti-komünizme çekmek için kullandığını, yazarın bir gammaz olduğunu okurları biliyorlar mı? Ekseriyetinin bildiğini sanmıyoruz, bilenlerse zaten isteyerek okuyor, üstelik 20.yüzyılın peygamberi diye övdükleri yazarı anmayı, tavsiye etmeyi, reklamını yapmayı vazife biliyor, en azından adından söz etmeyi entelektüellik belirtisi sayıyorlar.
Takdim edildiği ya da sanıldığı gibi bugüne ışık tutan 20.yüzyılın önemli bir yazarı olmadığını anlamak için, eleştirel bir okuma yeterlidir. Orwell’i bizde okunur kılan 1980 darbesinden beri süregelen karşıdevrim sürecinin anti-komünist solu, devrimci sosyalist solun önüne çıkarmasıdır. Bu sürecin özelliği, dünya devrim güçlerinin insanlığa güzel ve yaşanılır bir gelecek umudu vermekte cılız kaldığı geçici bir gerilemeyi karakterize etmesidir.
Daha önce böyle miydi? Tam tersine. CIA’nin Soğuk Savaş’la birlikte başlattığı komünizme karşı demokratik sol aydınları kullanma stratejisi, ülkemizde sosyalist edebiyatın zirve yaptığı 1960-1980 devrimci yükselişinin zırhını delemedi. Atılım yıllarının çok satanları arka arkaya baskı yapan devrimci romanlardı.
Yenilgi üstüne yenilgi yaşanan yıllardan sonra aşırı iyimserliğin yerini aşırı kötümserliğin almasıyla birlikte anti-komünizm solu kuşatma altına aldı. Günümüzde içi boşaltılmış sol artık sistematik ve bilimsel düşünmeyi sağlayan sınıf mücadelesi, artı-değer, emperyalizm, faşizm, devrim ve sosyalizm gibi kavramlardan çok, Orwell gibi liberallerin nereye çeksen oraya gidecek “büyük birader” benzeri sınıflar ve sistemler üstü distopik kalıplarına ve masalcı metaforlarına rağbet ediyor.
Kimdir Orwell?
Hindistan’da doğdu. Asıl adı Eric Arthur Blair’dir. Babası, Hindistan’da sömürge kontrolörüydü. Kendisiyse kraliyet bursuyla İngiltere’nin en elit okullarından Eton Koleji’ni bitirdikten sonra, sömürge Hindistan’ın bir eyaleti olan Burma’da ülkesi adına polis memurluğu yaptı, bir süre sonra işini beğenmeyip İngiltere’ye döndü.
Londra ve Paris’te çeşitli işlerde çalıştı, bazı romanlar ve makaleler yazdı. 30 yaşından sonra kendi ifadesiyle işçilere acıdığı için sosyalist yanlısı (!) oldu. İç savaşta faşistlere karşı savaşmak üzere İspanya’ya gitti. Uluslararası Tugayların safları yerine, İspanyol Troçkistlerine katıldı ve orada anti-Sovyetizmi benimsedi. Yaralanınca İspanya’dan ayrıldı ve sıkı bir anti-komünist ve Stalin düşmanı olarak vatanı İngiltere’ye döndü.[1] İngiliz Bağımsız İşçi Partisi’ne katıldı, sol yayın organı Tribüne dergisinde editörlük yaptı.
Paris’te ve Londra’da bulunduğu yıllarda yazdığı Paris ve Londra’da Beş Parasız, Rahibin Kızı, Wigan İskelesi Yolu ve Boğulmamak İçin romanları ilgi görmedi. Prestijli yayınevleri ve edebiyat dergileri listelerinde vasat düzeydeki bu eserlerine yer vermediler. İspanya iç savaşı üzerine yazdığı Katalonya’ya Selam, 1938’deki 1500 kopyalık baskısı aradan 12 yıl sonra geçtikten sonra, öldüğü yıl olan 1950’de bile tükenmemişti. Zira, Orwell, birileri kendisinin rüyasında bile göremeyeceği kadar şişirmese, üçüncü sınıf bir yazar olarak kalacak biridir.
Orwell, 1941 – 1943 yılları arasında BBC’de muhafazakâr şair T.S. Eliot’un da içinde olduğu ekiple birlikte çalıştı. Radyo yayınlarının Hintçe Servisi’nin yorum yapımcısı olarak İngiliz emperyalizminin çıkarlarını savundu. Hindistan’ın (ve İrlanda’nın) bağımsızlığı için mücadele eden yurtseverlere karşı baş sömürgeci İngiltere lehine propaganda yaptı, onları faşist diktatörlerle bir tuttu. Gandi’yi despot olarak göstermekle kalmadı, BBC tarzında ince ince karaladı.
Hindistan’da sömürge polisliğini bırakıp güya “sosyalist yanlısı” oldu, iç savaşa katıldı, ama kendi “demokratik” emperyalizminin yanında yer alma, İngiliz burjuvazisini kollama zihniyeti hiç değişmedi.
İşçi sınıfına aristokratik bakış
Etrafındaki solcular faşizme karşı savaşın başını çeken ve Hitler’in işgalci ordularıyla dişe diş bir mücadele yürüten Stalin ve Sovyetler Birliği düşmanlığına itiraz ederler. Orwell’se komünizmin Nazizmden daha korkunç totaliter bir rejim olduğunda ısrarlıdır. Sovyet efsanesini ifşa etme kararına varır ve önce Hayvan Çiftliği’ni (1945), ardından 1984’ü (1948) yazar. Asıl ününü bu romanları ile yapacak, kendisine bol para kazandıran şansı asıl o zaman, ölümünden beş yıl önce dönecektir.
Hayvan Çiftliği fabl tarzındadır. İnsanlar burjuvaziyi, hayvanlar işçi sınıfını, domuzlar profesyonel devrimcileri temsil ederler.[2] Bir çiftlikte hayvanlar (atlar, koyunlar, keçiler, köpekler, tavuklar, kuzgunlar vs.) kendilerini kullanan insanlara karşı isyan ederler ve eşitlikçi bir toplum kurmak üzere iktidara gelirler. Fakat içlerinde diğer hayvanlardan daha akıllı ve üstün olduklarına inanan domuzlar yönetimi ele geçirirler ve vaatlerinden vazgeçerek totaliter bir düzen kurarlar.
Orwell güya demokratik sol görüşlüdür. Kitabıysa baştan sona işçi sınıfına yukarıdan, küçümseyerek ve aşağılayarak baktığını gösteren satırlarla doludur. İşçiler çalışkandırlar ama ne kendi başlarına bir düşünce üretebilirler ne örgütlenebilirler ne de mücadele edebilirler. Bazı hayvanlar alfabeden bir ya da birkaç harfi (A, B, C, D) öğrenmeyi ancak başarırlar. Alfabenin tamamını sökemedikleri gibi kelimeleri yan yana getirmeyi dahi beceremezler. Onun için, “dört ayak iyi, iki ayak kötü” gibi kolay ezberlenebilir hap sloganlarla eğitilir ya da Enternasyonal gibi marşlarla coşturulur. İşçi sınıfı özne değil nesnedir. Kendi tarihini yapamayacak, başında bir çoban gereken aptal ve aciz bir sürüdür. Daha akıllı olup okuma yazmayı çok iyi bilen azınlıktaki domuzlar (parti) bu sayede onları kolaylıkla kandırabildiler. İdrak yoksunu işçi sınıfı kendini yönetebilecek kapasitede olmadığı için her zaman başkalarının elinde oyuncak olmaya mahkumdur.
“1984” yılını, diktatörlüklerin dünyaya hâkim olacakları ve iyice pekişecekleri bir simge olarak kullanır. Totaliter düzen dediği, kapitalizmin yerine kurulacak sosyalist sistemdir aslında, ama liberal sistemin otoriterleşme yönündeki gidişatını da eleştiriyor gibidir. Her ne olursa olsun iktidar bürokratların, bilim adamlarının, teknisyenlerin, sendika önderlerinin, uyanık politikacıların eline geçecek; bunlar eski kapitalist düzenin çoğulculuğuna son verecekler ve teknolojinin olanaklarından da yararlanarak herkesin sürekli denetlendiği, resmi propaganda bombardımanına tabi tutulduğu (beyin yıkama), herkesin devlete boyun eğmek zorunda kaldığı baskıcı ve sömürücü bir düzen kuracaklardır. Orwell, anti-komünist yazarlara sakız gibi çiğneyecekleri “Büyük birader (Big Brother) sizi gözetliyor”, “düşünce polisi”, “yeni söylem”/”eski söylem” gibi terimler armağan edecektir.
Aslında yazar, kapitalist Batı’ya, “totaliter” diye damgalanan SSCB ve Stalin’e karşı mücadelesinde kullanışlı bir silah vermiştir. Ana fikri, sosyalizmin ütopik bir düşünceyken güzel göründüğü, fakat uygulamaya konduğunda hedef aldığı kapitalist toplumdan daha kötü bir diktatörlükle sonuçlandığıdır.
Yazarın bu fikre nasıl vardığı tartışmaya açıktır. Kendisi 1936 yılından itibaren yazdığı her metnin totalitarizm karşıtı olduğunu ısrarla vurgular. Halbuki ne Sovyetler Birliği’ne gitmiştir ne kapitalizm ve sosyalizm hakkında dişe dokunur bir araştırması vardır. Dünya siyaseti, faşizm/komünizm/liberalizm hakkında bildikleri ortalama bir gazeteci-yazardan fazla değildir. Dolayısıyla İspanya’da kaldığı Aralık 1936 ile Haziran 1937 arasında, yani 6 ay içerisinde İngiltere’ye bir “totalitarizm, Stalin ve Sovyetler Birliği düşmanı” olarak dönmesi izaha muhtaçtır. Soru şudur: Nasıl oluyor da totalitarizm gibi kapsamlı teorik çalışma gerektiren bir konuda kısa sürede böyle bir sonuca varabiliyor? Üstelik, iç savaş gibi ayakta kalmanın ve mücadelenin ötesinde düşünmeye fırsat olmayan bir ortamda… Yoksa bu kendisine vahiy yoluyla mı iletilmiştir?
Yazar, Sovyetler Birliği’ne karşı mücadeleyi kafasına koymuştur bir kere. 1943 yılı gibi kritik bir zamanda, Kızıl Ordu’nun Stalingrad’ta Nazi işgalcilerine karşı ölüm kalım savaşı verdiği bir dönüm noktasında, işgalcileri kınamayı bile aklından geçirmeksizin işgale uğrayan “domuzlar”ı karalayan Hayvanlar Çiftliği’ni yazmaya koyulur! Stalin’in yenilmesini, Hitler’in kazanmasını isteyen bir ruh hali içinde olmasa neden böyle yapsın?
Sürecek…
Dipnotlar
[1] İspanya İç Savaşı sırasında silah nakliyatını örgütleyenlerden ve daha sonra Nazi işgaline karşı Fransız direnişine katılan, 1985 Nobel Edebiyat ödülü sahibi Claude Simon, orada karşılaştığı George Orwell’in, aslında iç savaşa, hele çarpışmalara katılmadığını, orada kısa süreliğine bulunmasının sebebinin turistik bir geziden ibaret olduğunu yazar.
[2] Yazarın aşağılayıcı tutumu, işçi sınıfını ve ezilenleri düşünme ve muhakeme yeteneği olmayan, doğaya ve sahibine tabi olmaya yazgılı hayvan(lar) metaforu ile yansıtmasıyla başlıyor.