Emperyalistler ve gizli servisler mi Orwell’in “demokratik sosyalizm”ine gelmişlerdi, yoksa Orwell mi onların çizgisine gelmişti? Elbette, ikincisi. Etkileme gücü sol geçmişinden ve sözde yansızlığından geliyordu. Truva atı antik Yunan’dan beri kullanılan bir savaş hilesidir. Sağ anti-komünizmi sol anti-komünizmle tamamlaması, emperyalistlerin karşılıksız bırakmayıp ödüllendirecekleri büyük bir hizmetti
Orwell o zamana kadar vasat bir yazarken, nasıl oldu da arka arkaya yazdığı iki romanıyla kapitalist dünyada günümüze kadar süregelen böyle bir ün kazandı? Batı aleminden büyük bir alkış alması kendi yeteneğinin bir sonucu muydu, yoksa işin içinde başka şeyler mi vardı?
Bunları sırası geldikçe söyleyeceğiz. Herhalde ilk söylenmesi gereken şudur: Bir romanın anlamlandırılmasında birinci şart hangi tarihsel, sosyal, ideolojik ve psikolojik bağlamda yazıldığına bakmak olmalıdır.
Zamanın ruhu
1945 ve sonrası faşizmin ağır bir mağlubiyet yasadığı, halk demokrasilerinin kurulduğu, dünya solunun güçlendiği, ulusal kurtuluş mücadelelerinin yükseldiği, aydınlar ve sanatçılar arasında sosyalizme ilginin arttığı tarihsel bir dönemeçtir. “Joe Amca” diye anılan Stalin’e ve Sovyetler Birliği’ne karşı, Hitler faşizmi karşısında kazandığı emsalsiz zaferden dolayı Batı aleminde yazarın yakın çevresine kadar uzanan büyük bir sempati vardır. Savaş ertesinde tek sosyalist ülkeden sosyalist kampa yükselen dünya devrim cephesi, onca karanlık yıldan ve kan kaybından sonra tarihinde ilk defa beklenmedik bir genişleme ve kızıl bahar yaşamaktadır.
Emperyalist kamp ise, “Bu kış komünizm gelecek” psikolojisi içindedir. Yeni jandarma ABD ve selefi Britanya bu gelişmeden ürkmüşler, SSCB’den sonra Avrupa’nın doğusunun kırmızıya boyanması sıranın kendilerine doğru gelmekte olduğu korkusuna kapılmalarına yol açmıştır. Ekonomik-askeri güçlerinin ve ABD’nin nükleer silah tekelini elinde tutmasının bu gidişi durdurmaya yetmeyeceğini görmüşlerdir. Daha düne kadar aynı ittifakta yer aldıkları Sovyetler Birliği’ni birdenbire baş düşman ilan etmelerinin altında bu yatmaktadır. Yeni konjonktür yeni stratejiyi getirmiştir. Adı Soğuk Savaştır.
Soğuk Savaş’ın ilanı 1947’dir. Aynı yıl Truman Doktrini yürürlüğe konur. ABD’nin Sovyet jeopolitik genişlemesine (devrimlerin yayılması) karşı yeni bir dış politikaya geçişi ifade eder. Stratejik kurumlar ve politikalar devreye sokulur: CIA (1947), Marshall Planı (1947), NATO (1949) ve Kore Devrimi’ne askeri müdahale (1950).
Orwell, 19 Kasım 1945’te yazdığı bir makalesinde, ilk defa Soğuk Savaş terimini kullanır. Dervişin fikri neyse zikri de odur derler. Amerikan emperyalizminin şahinleri kendilerinden çok önce Sovyetler Birliği’ne saldırı başlatan adamın bu terimini siyaset diline taşımakta gecikmezler. Onun gibi, komünizmin faşizmle totalitarizmde hemhal olduğu teziyle takviye ettikleri anti-komünizmi, resmi politikalarının merkezine yerleştirirler.
Zamanın ruhu, sadece siyasi ve askeri alanda değil, ideolojik alanda da ağlarını örmektedir. O zamana kadar İtalyan, daha çok da Alman faşizmi için kullanılan totalitarizm kavramına Sovyetler Birliği de dahil edilir. Totaliter suçlamasının hedefinde bu kez Stalin vardır. Hem faşizmi gizlemek hem de bütün kin ve nefreti baş düşman komünizm üzerinde toplamak için iyi bir buluştur.
Emperyalizmin ideolojik beyinleri zaten teyakkuzdadırlar: F. A. Hayek Kölelik Yolu’nu 1944’te, Hannah Arendt “Totaliterizmin Kökenleri”ni 1951’de yazarlar. Ardından Amerikan emperyalizminin baş ideologu Z. K. Brzezinski ve C. J. Friedrich’in, Totaliter Diktatörlük ve Demokrasi adlı kitapları yayınlanır.
Orwell, teori ve politikayı, edebiyat ve kültürle takviye eden bir yazar olarak dünya karşıdevrim cephesinde yerini çoktan almıştır. İspanya’da Troçkistlerden öğrendiği kalıp çerçevesinde, anti-Stalinizmi anti-komünizmle birleştirir ve Sovyetler Birliği’nin de Hitler Almanya’sı gibi totaliter olduğunu, hatta zulümde Hitler ve Engizisyondan daha acımasız davrandığını savunur. Böylelikle Soğuk Savaş güçleri Hayvanlar Çiftliği ve 1984 romanlarıyla etkili bir ideolojik Soğuk Savaş silahına kavuşur. Bunlar Soğuk Savaş yıllarında anti-komünist propaganda aracı olarak yaratıldı, olmasaydı bir başkası (ya da başkaları) yaratılırdı. İcat ihtiyaçtan gelir. Batı emperyalist burjuvazisi bu romanları çok sevdi, zira nasıl bir bahane bulsak da SSCB’nin tepesine bir bomba sallasak havası estirmek ve bunu sokağa taşımak için onlardan iyisini bulamazdı.
Orwell’in popüler romanları Soğuk Savaş dilinin yediden yetmişe geniş kitleye ulaşmasını sağlayacak sanat dili olarak devreye sokulur ve günümüze kadar 65 dile çevrilir. Kapitalist dünyada “komünizmin içyüzünü ortaya koyan klasikler” olarak büyük bir ilgi görür. Sarı basında ve televizyonlarda şişirildikçe şişirilir. Dünyanın hemen her ülkesinde dağıtılan Hayvan Çiftliği’nin çizgi filmi, 1954’te gösterime girer. İngiltere ilk öğretim ders müfredatına dahil eder. Finansörü ve organizatörü CIA’dır. Arka planı İngiliz yazar Frances Stonor Saunders ve başka yazarlar tarafından ayrıntılarıyla ortaya konmuştur.
Hedef tahtasında Stalin ve Sovyetler Birliği vardır. Emperyalist burjuvazinin Orwell’e ilgisi buradan gelmektedir, aksi takdirde Stalin, yazarın iddia ettiği gibi Ekim Devrimi’ni rayından çıkarıp, Hayvanlar Çiftliği’nde gösterilen türde bir ülke haline getirmiş biri olsaydı, Orwell’e gerek kalmazdı. O zaman Stalin’i baş tacı etmekle yetinmezler, madalya bile takarlardı. Orwell’de satın aldıkları, emperyalizmi ve Nazizmi umursamazken, Sovyetler Birliği deneyimini yerden yere vurmasıdır. Yazarın Hitler’in Kavgam’ı üzerine bir yazısında, “Hitler’den hiçbir zaman nefret edemediğimi kayda geçirmek isterim” demesi yorum gerektirmiyor.
Emperyalistler ve gizli servisler mi Orwell’in “demokratik sosyalizm”ine gelmişlerdi, yoksa Orwell mi onların çizgisine gelmişti? Elbette, ikincisi. Etkileme gücü sol geçmişinden ve sözde yansızlığından geliyordu. Truva atı antik Yunan’dan beri kullanılan bir savaş hilesidir. Sağ anti-komünizmi sol anti-komünizmle tamamlaması, emperyalistlerin karşılıksız bırakmayıp ödüllendirecekleri büyük bir hizmetti.
Kültürel savaş cephesi ya da yumuşak NATO
NATO, sosyalist kampa, bağımsızlık, demokrasi ve sosyalizm mücadelelerine karşı emperyalist sistemin ortak jandarması olarak kuruldu. Ertesi yıl kurulan Kültürel Özgürlük Kongresi (CCF) ise, aynı mücadeleyi kültürel alanda yürütecekti. Askerî, siyasi ve ekonomik hegemonya salt askeri ve mali güçle sürdürülemezdi. Buna inanırlık kazandırmak için akademik, felsefi ve kültürel araçlarla desteklenmesi gerekirdi. Zaten Kapitalist Blok ile Sosyalist Blok arasındaki Soğuk Savaş da topyekûn ideolojik, siyasi, askeri, ekonomik ve sosyo-kültürel bir mücadeleydi.
Yıllar sonra finansörünün ve organizatörünün CIA olduğu deşifre edilecek CCF, kurulur kurulmaz 35 ülkede birden ofis açacaktır. 1950’de Berlin’de kuruluş toplantısını yapmadan kısa süre önce Orwell ölmüştü, ama 1945’te şekillenen çekirdek içinde yer almıştı. Kapalı kapılar ardında örgütlenen grupta, ondan başka Bertrand Russel, Arthur Koestler, İgnazio Silone, Stephan Spender gibi dört dörtlük dönekler de bulunmaktaydı. 1950’den istifa etmek zorunda kaldığı 1967’ye kadar başkanlığını, dört dili akıcı bir şekilde konuşabilen CIA ajanı Michael Joshelson yaptı. Finansörü CIA olan dergilerden Alman dergisi Der Monat’ı 1948’de kuran ve 1958’den sonraysa Encounter‘ün editörlüğünü yapan anti-komünist sol görüşlü Melvin Lasky de önde gelen organizatörlerden biriydi. Amacı saygı duyulan kalburüstü yazarları Soğuk Savaş’ta sosyalist kampı desteklemekten veya tarafsız kalmaktan caydırmaktı. Aktif katılımcıları arasında muhafazakârlar da vardı, ama motor güç dönek komünistler ve liberal solculardı.
Kültürel Özgürlük Kongresi’nin arka yüzündeki CIA ile İngiliz Gizli Servisi MI5 el ele vererek Orwell’in iki romanını, edebiyat tarihinin en çok çevrilen ve dağıtılan kitabı haline getirdiler.
Kongre organizatörleri erişebildikleri ne kadar yazar, şair, ressam, müzisyen, akademisyen varsa, her birini bağış, ödül, davet gibi malum yöntemlerle satın alıyorlardı. Birçok ülke ve kentte ofisi olan bu organizasyon; dernekler, konserler, turneler, yayınevleri, haber ajansları, radyolar, film yapımcılığı, müzisyenlik gibi alanlara el atmakla yetinmiyor, Asya, Afrika, Latin Amerika ülkelerinde uluslararası konferans ve sempozyumlar düzenliyordu. Bunlar arasında CIA finansmanıyla çıkarılan Encounter (İngiltere), Paris Review (Fransa), Tempo Presente (İtalya), Forum (Avusturya), Quadrant (Avustralya), Der Monet (Almanya), Quest (Hindistan), Hiwa (Lübnan), Jiyu (Japonya), Cuadernos ve Mundo Nuevo (Latin Amerika) gibi prestijli edebiyat ve sanat dergileri de vardı.
CCF, sağ sol demeden anti-komünistlerin tümünü destekledi. Örneğin Heinrich Böll ve Siegfried Lenz’i finanse edip, liberal solcu Arthur Miller’i PEN Başkanı yapmak için kampanya başlatırken, 1964’te Nobel Edebiyat Ödülü’ne aday gösterilen Pablo Neruda ve anti-komünist bloka yanaşmayan Jean-Paul Sartre ve Simone de Beauvoir aleyhinde kampanya yürüttü. Anti-komünizmi yirminci yüzyılın en önemli aptallığı olarak gören Thomas Mann’ı ise gözden düşürmeye çalıştı.
New York Times, 1966’da Kültürel Özgürlük Kongresi’nin CIA tarafından finanse edildiğini ortaya çıkardı. Katkıda bulunanlar arasında Ford, Rockfeller, Fullbright vakıfları da vardı. Değişmez başkan Michael Joshelson’un CCF’yi örgütlemek üzere CIA tarafından görevlendirildiği ortaya çıkınca, istifa etmek zorunda kaldı.
Neden dönekler, neden “demokratik sol”?
CCF’nin vitrinini A. Toynbee, V. Nabokov, B. Russel, Raymond Aron, H. Spencer, Daniel Bell, H. Arendt, İ. Berlin, B. Croce, T. S. Eliot, A. Solzenitsin, K. Jasper gibi tanınmış birçok liberal, anti-komünist yazar süslemekteydi. İçlerinde en faalleri gönüllü CIA ajanı Arthur Koestler, E. Löwenthal, F. Borkenau (üçü de Almanya Komünist Partisi üyesi), İgnazio Silone (İtalyan Komünist Partisi kurucularından), Stephan Spender (Büyük Britanya Komünist Partisi üyesi), J. Burnham (Troçkist) gibi döneklerdi. Nobel ödüllü Fransız yazar Andre Gide bir süre komünist olmuş sonra dönmüştü. Yine, Andre Malraux İspanya iç savaşına pilot olarak katılmış, Çin ve Fransız direnişlerinde bulunmuş, Fransız burjuva hükümetlerinde 1945’ten 1969’a kadar bakanlık yapmıştır.[1]
Bir başkası Kültürel Özgürlük Kongresi Onursal Başkanı Bertand Russel’dır. E. Bernstein hayranı Russel “komünist deney”den umutludur; 1920’de bir ziyareti sırasında Lenin’le tanışmış, fakat devrimi beğenmemiş ve dönüşünde Bolşevizm Uygulaması ve Teorisi adlı eleştirel bir broşür yazmıştır. Lenin’i özgürlük sevgisi olmayan, fanatik bir Cromwell olarak değerlendirecektir. 1922’de İşçi Partisi’nden milletvekili adayıdır. Koyu Stalin düşmanıdır. 1945-1947 yılları arasında, George Orwell ile kısa ömürlü bir dergide makaleler yazar. Japonya’ya atılan atom bombasının Sovyetler Birliği’ne karşı kullanılmasını savunacak kadar da acımasızdır.
Bizde hala sosyalist diye yutturulmaya çalışılan, İletişim Yayınları’nın sözde Sovyet zulmünü anlatan Gün Ortasında Karanlık romanını, “hapishane romanlarının en başarılı örneklerinden biri, belki de birincisi” diye reklam ettiği anti-Sovyetik, anti-komünist Arthur Koestler, döneklerin en döneğidir. Macar Yahudisi, gençliğinde Siyonist, kısa bir süre Almanya Komünist Partisi’ne takılmış, sonra anti-komünizme yamanarak CIA ajanı olmuş, ününü ve zenginliğini Orwell’le omuz omuza anti-komünizm pazarlamacılığından sağlamış biri. N. Duc Tuan, J. Fuçik, T. Kornaros gibi gerçek işkence ve zindan anlatılarına itibar etmeyip, basmayı akıllarından bile geçirmeyenlerde Koestler albenisinin nereden geldiğini anlamak zor değildir.
CCF, neden “komünist olmayan sol”dan gazetecilere, yorumculara, sanatçılara, akademisyenlere ve bilim adamlarına özel önem veriyordu? Eğer sadece zaten anti-komünist olan Nabokov, Toynbee, Solzenitsin gibilere dayansaydı, inandırıcılığı sınırlı olurdu. Önemli olan kaleyi içten fethetmekti. Faşistler, muhafazakârlar zaten gönüllü anti-komünistlerdi, hitap ettikleri kitleye bir artıları olmazdı. “Demokratik sol”, “sosyal demokrasi”, “sosyal devlet” gibi kavramların arkasına saklanmak ve yatırımın çoğunu sol geçmişi olanlara yapmaksa akıllıcaydı. Komünizme, Sovyetler Birliği’ne ve devrimci harekete sempati duyan aydın ve emekçi kesimlerin önü en iyi böyle kesilebilirdi.
Sürecek…
[1] Gençliğimizde Umut adıyla yayınlanmış İspanya iç savaşını anlatan kitabını zevkle okuduğumuz yazar.
George Orwell (1): Halkı aptal yerine koyan elitist bir yazar