Mevcut coşkunun, karnavalesk çığırtkanlığın hiçbir mânası yok. Hem kolay bir zafer ufukta olmadığı için, hem de kazanılacak zaferin doğrudan doğruya yoksulların zaferi olmayacağı için. Sosyalist sol kendi fikrî, eylemsel cevahirini sakınıp, bir burjuva kliğe angaje olmadan varlık sebebini yitirmeden yapmalı ne yapacaksa
Seçim sürecinin boyu bu kadar kısalmışken Altılı Masa’nın ikinci büyük paydaşı Akşener’in ittifaktan çekilme çıkışı deprem gerçeğini perdeleyecek ölçüde büyük bir olay yarattı. Önceden beri, İYİP’in gerek HDP karşısındaki alerjisinin diğer müttefik partilere göre daha yoğun olması, gerekse de bu partinin devlet fraksiyonunun reflekslerine en yakın muhalif parti olması sebebiyle böyle bir olasılıktan söz ediyorduk. Gerginlik ve ayrışma çizgileri de son dönemde en ilgisiz insanın bile fark edebileceği biçimde belirginleşmişti zaten. Lâkin, süreç sona gelmişken ve üstelik son ortak bildiriye imza atılmışken, ertesi sabah masayı bu şekilde şiddetle devirmenin şaşırtıcı olduğu açık.
Sadece şaşırtıcı mı? Hayır, kuşkusuz siyaseten mânâsız da. Hatta alt üst oluşlara, hızlı değişimlere teşne Türk siyaset tarihinde önüne arkasına en bakılmamış, düz tabirle en saçma, stratejik/taktik açıdan en beceriksizce hamle bu.
İlkeler? Burjuva siyasetinde ilkeler yoktur ve bizlere “bas geç”i öğreten, dayatanlar da bu düzen partileridir. İlkesel düzeyde birlikte yürünemeyecek denli çok fark vardıysa da bu iş buraya gelmeden ilan edilir ve “ortak düşman”a rağmen ayrı ayrı yürünürdü.
Peki İYİP’in mezkur yönelimini kendi içinde “mantıklı” bir zemine oturtabilecek hiçbir ihtimal yok mudur? Var. Fakat bu tek ihtimalin de ilkesel tutumla bir ilgisi bulunmuyor. O ihtimal tıpkı içinden çıkılan MHP gibi AKP limanına demir atıp oligarşi içinde alan kapma hülyasıdır.
Ancak bu ihtimal şimdilik sadece bir komplo teorisinden öteye gidemiyor. Kaldı ki MHP’nin durumuyla İYİP arasında bir analoji de kurulabilir değil. Zira MHP, Akşener kanadının ayrılığıyla tabanının neredeyse onda altısını kaybetmiş ve durum böyle olunca da kendine el uzatan Erdoğan’a yanaşmaktan başka bir çare bulamamış bir vaziyetteydi. AKP’nin kesif milliyetçi dönüşümü de bu iltihakı kolaylaştırdı. İltihak da hiç kimsenin öngöremeyeceği kadar çok işe yaradı ve MHP, AKP’den kaptığı oylarla seçimi İYİP’in üstünde yüzde 10 oyla bitirdi. Devlete ortak olmak da cabası.
İYİP’inse durumu MHP gibi değil. Bir kere bu parti Tayyip muhalefeti üzerinden bir milliyetçi çizgiyle ve merkez sağa oturma gayesiyle ortaya çıkmış, bu güzergâhtan taban tutmaya çalışan bir partidir. İlk seçimde müttefiki CHP seçmeninden de oy devşirerek yaklaşık yüzde 10 alan parti, gelgitli bir gelişim pratiğiyle düne değin bilhassa Karadeniz, Ege ve Akdeniz’de yükselme eğilimindeydi.
Şimdi bu eğilimin yerle bir edildiğini, bunun bizzat parti elitlerince geri çekildiğini söyleyebiliriz. Kaldı ki tabanı koruyabilecek bile olsa mevcut oy oranının (maksimum yüzde 15) Cumhurbaşkanlığı seçimine tek girme açısından bir mânâsı yok. Parlamento özelinde de sınırlı bir temsili getiriyor söz konusu oy ve bununla birleşen tek başınalık.
Ciddi oranda laisist-sağ, AKP karşıtı, kentli kitleye yaslanan partinin AKP-MHP blokuna taşınacak partilerine teveccüh etmeyeceği de izahtan varestedir zaten. O hâlde şimdilik sadece bir “komplo teorisi”, aşırı yorum olarak ele aldığımız İYİP’in iktidara yamanması ihtimalinin yolu sadece şahsî ikbale, partideki elitlerin devletli çıkarlarına uzanır.
İYİP’in bu hamlesinin zaten endirekt olarak özellikle depremlerden sonra büyük bir sıkışma ve hegemonya krizi yaşayan AKP’ye yeni bir manevra alanı sunmasının kendiliğinden gerçeğinden bağımsız olarak söylüyoruz bunu. Ayrılığa girişenler de iktidara bu katkının pekâlâ farkında olarak yaptılar bunu.
Şu gerçeğin herkes farkında olmalı: Seçimde Erdoğan’ı yenilgiye uğratma ihtimali ciddi biçimde riske atılmıştır.
İki CHP’li belediye başkanının adaylığında, onların hiçbir biçimde olurunu almadan ve onların adaylığı önündeki sorunlar çok açık ortada olmasına karşın ısrar eden İYİP’in kendi adına stratejik bir felakete imza attığı ortada. Ve bugün tek kalan İYİP’in bir adayı bile yoktur. Ne yapacak bu parti? Akşener’i mi aday gösterecek? Kendi tabanının bir bölümünde Erdoğan’a olandan bile daha büyük bir nefretin hedefi hâline getirilen Kılıçdaroğlu’nu dışarıdan mı destekleyecek. ZP ile ittifaktan bugün çekilen İnce’ye mi oy atacak? Bunun kendinden çok daha küçük bir partiyi desteklemek anlamına geleceği ve küçük düşürücü olduğu açık değil mi? Üstelik yenilmiş ve çok kötü bir sınav vermiş bir aday. Yoksa İYİP bugün gündeme geldiği gibi Ersan Şen’i yahut benzer başka bir adayı mı kamuoyuna sunacak? O da tam anlamıyla bir komedi ve iflas olur ve Jahrein’i gerçekten aday göstermeye bir adım kalır. Yani İYİP seçilecek aday baskısını kuran partiden adayını neredeyse iş ilanıyla arayan bir partiye dönüşmüştür.
Bir ihtimal Altılı Masa’ya geri dönmek de söz konusu olabilir. Yani kuyruğu kısarak, küçük düşerek ve -bir sonraki krize dek- CHP’nin tam hegemonisini tanıyarak…
Her ne olursa olsun bu işten AKP-MHP blokuna bir fırsat doğmuş oldu.
Bilinir ki AKP de, sadece seçimlerde değil, her kritik dönemde kendine müttefik/stepne bulmakta zorlanmamıştır. Ki bu stepnelere bizzat CHP de dâhildir.
Ne ki şimdi katkı dolaylı yoldan gelmiş olsun, tarih tekerrür ediyor ve günün sonunda bir şey değişmemiş oluyor.
Rejimi yürüten güce karşı bir seçim zaferi ciddi bir biçimde tehlikeye atıldı demiştik. Yerel seçimlerden sonra ve ekonomik krizin ağırlığında kaybetmeye yüz tuttuğu politik, moral üstünlüğünü, hegemonik karizmasını yakın zamanda zar zor biraz toparlayıp, bunu 6 Şubat’taki depremlerle yeniden yitiren AKP’ye İYİP oksijen maskesini taktı.
Depremlerin öncesinde AKP’nin kendisini az çok toparlamasını sağlayan şeyin salt iktidarın kimi ekonomik/sosyal adımları değil, başta Kılıçdaroğlu olmak üzere muhalefetin yaptığı inanılmaz hatalar olduğu ise unutulmuş görünüyor. Bunlar daha dün yaşandığı hâlde.
Fakat ülkeyi ağır biçimde yaralayan depremlerden sonra ardı arkası kesilmeyen rezaletlerle, eksikliklerle, kasıtlarla ve bunlardan açığa çıkıp biriken öfkeyle AKP bayağı dayak yedi ve hırpalandı. Kılıçdaroğlu’nun deprem bölgesinde yaptığı etkileyici, halkçı, rejimle kopuşan konuşmadan sonra da CHP lideri arkasına ciddi bir rüzgâr almış oldu.
Halk saflarında biriken öfke, iktidarı çok rahatsız eden birkaç tribün protestosu ve anında şiddet uygulanan bir iki sol örgüt eylemi dışında kitlesel bir boşanmaya evrilmediyse de bunun, bundan doğan korkunun AKP’yi yorduğu açık. Bu öfkeyi kinetik, yıkıcı bir enerjiye dönüştürebilecek bir kudrete sahip olmamak ise solun bir problemi. Sosyalist sol, deprem bölgesinde özgecilik ve dayanışmanın en güzel, en fedakâr örneklerini göstererek yüz akı olduysa da isyana gücü yetmeyen formuyla sınırlarını zorlamayı denemedi.
Kendiliğinden bir protesto dalgasının da yılların ağır baskı koşullarıyla birleşen -“gidiciler”, “provokasyona gelmeyelim” ezberleri üzerinden serpilmiş- atıllıkla birlikte halkın becerebileceği bir şey olmaktan hâlâ uzak olduğu görüldü.
Seçim gündemine geri dönersek, Tayyip Erdoğan’ın yenilgiye uğratılma ihtimali zedelendiği halde İYİP masadan çekildiği için solda bir “iyi oldu” havası etkin. Ve bu ciddi yorumlardan ziyade sosyal medyanın alışkanlığı olduğu üzere “geyik” çevirme üzerinden yapılıyor. Elbette ülkücü kökenli bir partiyle, hem de kendini bu şekilde acemice rezil etmişken dalga geçmek eğlenceli. Mizah da lâzım. Ama meselenin bir de politik, ciddi boyutları var.
Dostlarımız madem burjuva muhalefet hareketinin alacağı oy üzerinden hesap kitap işine bu denli meraklılar İYİP’in yokluğunda önemli bir boşluğun oluştuğunun da farkında olmalılar. Sadece muhalefete eksi olarak değil, bu hükûmete de artı olarak, moral olarak, güç olarak gidiyor. Bıçak sırtı bir seçim üzerine konuşuyoruz.
Arkadaşlar -sanki kesin bir anlaşma sağlanmış gibi- HDP’nin, sosyalistlerin ve İYİP küskünlerinin oylarıyla bu boşluğun tahkim edilebileceğini varsayıyor olabilirler ama Kılıçdaroğlu’na şimdiden “sayın Cumhurbaşkanım” diye hitap etmenin hiçbir gerçekliği yok. Ciddiyetten son derece uzak bir yaklaşım bu.
Meselenin daha yakıcı görünümlerine değinelim isterseniz sosyalistler açısından. Ki seçim süreçlerinde bahsedeceğimiz hakikatlerle ilgili konuşmak beş sene önce de on sene önce de zordu ama bu şimdi daha da çetin, sıkıntılı bir iş. Solda “radikallik”ten, kendin olmaktan soyutlanma hâli son birkaç yılda daha da güçlendi ve zaten küçük bir grup olan sosyalist akım kütlesel olarak daha bir küçüldü. Bu akımın devrimci kanadıysa 2016 sonrası hiç olmadığı kadar etkisizleşti. Ona en çok ihtiyaç duyulan anda ve devletin doğru noktalara darbeleriyle… Hâliyle bizim edeceğimiz laflar bugün daha bir tatava, daha bir can sıkıcı, hatta gereksiz geliyor.
Ama ilkelerden ve duruştan bahsediyoruz. Kendimizi çok önemsediğimizden değil ama tek başına kalsak da doğru bildiğimizi söyleme tedrisatından geçmiş olduğumuz için. Ve elbette sadece alt tarafı bir yazar olmanın biçtiği ahlâkî sınırlara tam vukûfla, üstten bakmadan, akıl vermeden. Sadece eleştiri hakkımızı kullanacağız. Bir dost olarak.
Halk düşmanı yirmi yıllık iktidarın devrilmesi için, moral kazanmak için, birazcık da olsa payımız olan bir zafer hissini tadabilmek için burjuva muhalefetin adayına destek atma eğilimini elbette anlıyoruz. Bu yönelimi şeytanlaştırma, buraya sekter, didaktik gözlüklerle bakma gibi bir derdimiz yok. Ancak burada son derece can sıkıcı birtakım çarpıklıklar gözlemliyoruz. Politik bir güç, kesim olarak bir burjuva adaya taktik olarak oy atmakla o aday için amigoluğa soyunmak arasında fersah fersah fark var. Sosyalist sol kendi yetersiz varlığına bakarak ve baş düşman tespitiyle bu kanala gücü yettiğince enerji vermenin meşru gerekçelerini dizebilir. Ama siyasi çizgisellikten yoksun bir coşkunun hesabını hiç kimse veremez. Evvel emir şu unutulmamalıdır ki yarın sandıkta oy verilecek bu kesim koltuğa oturduğu andan itibaren hareketin yeni düşmanları olacaklar. Bugün söylemi kurarken yarınki bu gerçeği kerteriz almak elzem.
Yani eğer siyasî program ya da seçim hedefi daha zayıf bir düşmanı karşısına alıp kendine alan açma derdiyse[1]. Burjuva muhalefet bir dost güç olarak ele alınıyorsa buna başka bir eleştiri yapılır.
İkinci çarpıklıksa, Akşener’in çekilmesinden sonra masadan sağın tasfiye edildiği, zaten sağcıların “böyle satıcı” olduğu söylemi. Hâlbuki masa tümüyle sağcıdır. Evet, biliyorsunuz, CHP de dâhil. Kılıçdaroğlu’nun son düzlükteki halkçı söylemi, AKP neo-burjuvazisine karşı uzlaşmaz aksiyonu[2] önemli ama birkaç sol söylem bir sağcıyı solcu yapmaz. Batı’daki ırkçı partilerin bile sola yakın, hatta soldan daha iyi dillendirdiği bazı diskurları var.
Bu masada olup da İYİP’in bile sağında olanlar hâlâ orada duruyor. Üstelik ittifak iktidarın dünkü yürütücülerini bile kapsıyor. Yani en ağır şekilde söylersek -CHP’liler dâhil-10 Ekim’de bombalananlarla o gün iktidarda bulunan birtakım zevat aynı taraftadır. Bunlar izaha muhtaç olmayan şeyler ama hatırlatmak gerekiyor.
O sebepledir ki mevcut coşkunun, karnavalesk çığırtkanlığın hiçbir mânası yok. Hem kolay bir zafer ufukta olmadığı için, hem de kazanılacak zaferin doğrudan doğruya yoksulların zaferi olmayacağı için.
Sosyalist sol kendi fikrî, eylemsel cevahirini sakınıp, bir burjuva kliğe angaje olmadan varlık sebebini yitirmeden yapmalı ne yapacaksa. Diyeceğimiz özetle budur.
Dipnotlar:
[1] Büyük proleterleşme, yoksullaşma dalgasında, derin bir ekonomik/ siyasî krizde, sosyal demokrasiye bile alan açmayan ağır faşizm koşullarında gelişemeyen sosyalist akımın daha rahatlamış bir ortamda nasıl gelişebileceği ve eğer gelişebilirse ortaya çıkacak olan solun nasıl bir şey olacağı ayrı bir tartışma konusu.
[2] AKP burjuvazisine karşı sert tavır İYİP’in kopuş sebeplerinden de biridir.