Endüstrileşme emeği imha ederken, emek hiç var olmamışçasına endüstri dünyasının gerçekleri altında ezilirken mücadelenin hazin sonunu zaten görüyoruz. Film, o hazin sona doğru giderken üç kardeşin durumla nasıl baş ettiğini odağına alıyor
İsmini Estiu ’93 Yazı (1993) ile duyuran Katalan yönetmen Carla Simon, ikinci uzun metrajı Alcarras ile 72. Berlin Film Festivali’nde Altın Ayı’nın sahibi oldu. Baştan sona Katalan dilinde çekilen Alcarràs, Berlinale’de Altın Ayı kazanan ilk Katalanca film oldu. Türkiye’de 41. İstanbul Film Festivali’nde gösterilen film, Mubi’nin kataloğuna eklendi.
Alcarràs, yönetmenin yaşamından izler taşıması sebebiyle yarı otobiyografik bir film. Tamamı amatör oyuncu kadrosundan oluşuyor ve güçlü oyuncu performanslarıyla dikkat çekiyor. Günümüz Katalonyası’nın Alcarras bölgesinde geçiyor film. Simon, şeftali yetiştirerek geçinen bir ailenin topraklarını kaybetmemek için verdikleri mücadeleyi ajite etmeden aktarmayı başarıyor.
Tüm geçim kaynağı toprak olan Sole ailesinin yaşamı, topraklarına güneş panelleri inşa etmek isteyen arsa sahibinin varlığı ile değişiyor. Nesilledir aynı topraklarda şeftali yetiştiren aile, değişen dünyalarının yeni gerçekliğine uyum gösterme mücadelesi veriyor. Modernleşme karşısında verdikleri mücadelede aile bireylerinin hasır altı ettikleri sorunlar, birbirleriyle olan farklılıklardan doğan sürtüşmeler ve sorunlu iletişimleri gün yüzüne çıkıyor.
Simon, çiftçilerin yaşadıkları sorunlara, topraklarının “modern” yaşam karşılığında ellerinden alınmasına, “değişmeyen” güç dengelerine kamerasını çeviriyor. Topraklarını kaybetme tehlikesiyle karşı karşıya kalan insanların tepkilerini son derece haklı bir yerden dile getiriyor.
Tarım emekçilerinin endüstriyel güçler karşısındaki mücadelesini izlerken, mücadelenin kazananı çoktan biliyoruz. Endüstrileşme emeği imha ederken, emek hiç var olmamışçasına endüstri dünyasının gerçekleri altında ezilirken mücadelenin hazin sonunu zaten görüyoruz. Film, o hazin sona doğru giderken üç kardeşin durumla nasıl baş ettiğini odağına alıyor. Kopmaz sanılan bağlar maddiyatın dahil olduğu durumlarda saflığını yitiriyor. Kayıplar, küslükler üzerinden yeni bir dil oluşuyor ve aile içerisindeki tüm dengeler değişiyor.
Alcarràs, geleceği anlatan bir film. Temel sorusu ise ailenin neyi tercih edip neyi tecrübe edeceği. Film, bizi tamamen şimdiki zamana bırakıyor ve gelecekle ile ilgili bir şeyleri tahayyül edebilmek için teşvikte bulunuyor. Güçlü bir öfke ve adaletsizlik duygusu film boyunca ilmek ilmek işleniyor.
Simon, karmaşık bir birim olan aile mefhumuna dikkat çekiyor ve aileyi, hepsi aynı fikirde olmayan, ancak bir kası oluşturan lifler gibi, hayatta kalmanın ortak amaçlarına doğru eğilmiş olarak tasvir ediyor. Aile bireylerini bir arada tutan şeyin farklılıklar olduğunun altını çiziyor.
Baba karakteri Quimet ile toprak sahibi Pinyol arasında toprağın ekilip biçilme yetkisinin Solelerde olduğuna dair geçmiş zamanda yazılı olmayan bir anlaşma yapılıyor. Quimet’in Pinyol’un sözüne güvenmemesi için bir sebebi yok. Ta ki bir gün Pinyol’un kendi çıkarları için anlaşmayı bertaraf etmesine kadar. Değişen şartlara uyum sağlamak şiarıyla Pinyol’un yeni işinde çalışmayı kabul eden kız kardeş ve enişteye Qimet’in tepkisi sert oluyor. Değişen şartların hassaslaştırdığı ilişkiler ezbere edilmiş öğretileri bozmaya yetiyor öyle ki artık çocukların bile birbirleriyle oynaması yasaklanıyor.
Simon, geçimini topraklardan sağlayan insanların soluksuz emeğinin varlığını hatırlatıyor. Gelişen sanayi ile tarım üretiminin arasındaki açılan makasın mesafesini itinayla ele alıyor. Var olan çatışmada üreten emekçinin nafile direnişi tüm gerçekliği ile karşımıza geliyor. Değişen sosyo ekonomik düzen Alcarràs bölgesinde kapitalizm rüzgarını estiriyor. Oumiet gibi inanmak istemeyip, inkar etsek de acı son, tecrübe ettiklerimizden farklı değil.
Sole ailesinin topraklarının başına gelen şey sonunda öngörülmüş bir sonuç ve belki tüm trajesi de bu. Fakat geleceğini göremediğiz asıl şey ailenin kendisi.. aile mefhumuna atfedilen kutsiyet pamuk ipliğine bağlı ilişkilerle hezimete uğruyor. Öyle ki Alcarras, seçemediğimiz ailelerimizin yükünü bize hatırlatmak istiyor. Öte yandan aldığımız yüklerin aşılabilirliğini koşulsuz destekle açıklıyor. Hem kırar diyor hem tamir eder.
Simon, toprakları ellerinden giden bir ailenin acısıyla birlikte açığa çıkan kişisel bağların kırılganlığını duyarlılıkla ve sade bir biçimde anlatıyor. Politik söylemin tonu ise son derece güçlü ve haykırıyor var gücüyle:
Kanunları var onların, kararnameleri var.
kaleleri var onların ve zindanları,
gardiyanları var ve de yargıçları,
bol ücretli ve her şeyi yapmaya hazırlar.
Bütün bunlar neden peki?
Ne sanırlar, bizi avuçlarının içine mi alacaklar?
Görürler yakında, yok olmazdan önce.
Bunların hiçbiri bir işe yaramayacak.
Ama hiçbiri.
(Cesaretini Yitirmek Üzere Olanlar İçin Türkü/Bertolt Brecht)