Amed’te, bir güvenlik ve zor aygıtına bürünmüş, sivil alanı baskılamış, hapsetmiş, kamusal tüm hizmetleri tasfiye etmiş ve sahada “devlet yok” sözüyle özetlenen yitik merkezi iktidara karşı dev bir komün yaratıldı
Bu yazıyı, 7,7’lik depreme uykuda yakalanan ve sadece 10 dakika sonra tüm çalışma arkadaşlarımla birlikte haber merkezine ulaşan biri olarak yazıyorum. Hızlıca yaptığımız görev dağılımının ardından Ankara, İstanbul, İzmir, Adana, Amed, Riha, Wan ve Mêrdîn’deki arkadaşlarımızı deprem bölgelerine göndererek, bugüne kadar akan haberlerin içinde boğuşan biri olarak, bir deprem kriz deneyimini özetlemeye çalışacağım.
Depremlerin ilk anından itibaren bugüne kadar yıkımın olduğu tüm kentlerde ortaya çıkan “Ses var, devlet yok” sözü kamusal hiçbir hizmetin zamanında mağdurlara, kurbanlara ulaştırılmadığının tanığıyım. AFAD, itfaiye, arama kurtarma, ambulans, polis, jandarma ve akla gelebilecek tüm mekanizmalar bir koordinasyonsuzluk, şaşkınlık ve dağınıklık içinde oldukları ayyuka çıktı. Yolları çökmüş, kara, hava ve deniz ulaşımı işlevsiz hale gelmiş, telefon, elektrik, internet, su gibi altyapı şebekeleri dağılmış, iş makinalarını dahi organize edemeyen ve inisiyatif almaktan korkan merkezi ve yerel bürokrasinin dışında (adliyelerde gazeteci takibine çıkan savcılar hariç) elde tek bir şey yoktu. On binlerce insan enkaz altında sesini duyurmaya çalıştığı bu “koca, büyük, uzay yolcusu, yerli ve milli” devletten ses yoktu. Ses olmadığı gibi, su, ekmek, ilaç, temizlik ve kişisel hijyen malzemesi gibi acil ihtiyaçların hiçbiri de yoktu. Kısacası kamusal tüm hizmetler bertaraf olmuş durumdaydı.
11 kentte 15 milyon insanın etkilendiği bu yıkımın altında tabii ki yüz yıllık tekçi ulus devletin mührü vardı. Sadece devletin değil, başını beş vakit secdeden kaldırmayıp, her sözün başında sonunda “Allah’tan korkun” diyen Türk-İslamcı müteahhit anlayışın da imzası var. Aslında yargı, yasama, yürütme, basın gibi tüm güçler ayrılığı tek elde toplanmış, hastane başhekiminden cami imamına kadar atama yapan ve tüm kamusal hizmetlerin tek binada toplanmış bir katı merkeziyetçi yönetimin çöküşünü izledik. Buraya kadar sahada olan herkesin ortak gözlem ve kanısı.
Şimdi esas soru, buradan çıkışın nasıl olacağına dairdir. Bu yazıyı da sahadaki tanıklığımdan yola çıkarak, Amed’te devlet dışı dinamiklerin yaptığı, ortaya koyduğu, hayata geçirdiği muazzam deneyimi bir örnek olarak paylaşmaya çalışacağım.
Depremden yarım saat (30 dakika) sonra kentte faaliyet yürüten ve kısa bir süre önce kurulan Diyarbakır Kent Koruma ve Dayanışma Platformu bünyesinde 84 sivil toplum örgütü, oluşturduğu kriz masasıyla barınma, gıda, temizlik, iş makinaları gibi acil ihtiyaçlar için kolları sıvadı. TMMOB’un tüm odaları, KESK’e bağlı sendikalar, ekoloji derneği, gazeteci örgütleri, tabip ve ticaret odaları gibi çok farklı kulvarlarda ve sınıfsal yapılarda faaliyet yürüten sivil toplum örgütleri, enkazı kaldıracak bir devlet mekanizmasının olmadığını geçmiş deneyimlerinden öngörerek, önce ihtiyaçları tespit etti, ardından enkazda çalışacak uzman ekiplerle iş makinalarını yıkım bölgelerine sevk etti. Bununla yetinmeyip çaresizlik ve şaşkınlık içinde olan valilikle irtibata geçilerek hazırlıklarını paylaşıp, koordinasyon çalışmalarında kolaylık sağladı.
Bileşenler içinde yer alan sendikalar, odalar ve üst yapıları olan dernekler, kendi genel merkezlerini arayarak, diğer kentler için acil koordinasyon kurulmasını önerdi.
Barınma ve gıda ihtiyacı 3 saat içerisinde 8 ayrı yerde kurulan noktalarda ihtiyaç sahiplerine ulaştırıldı. Kent genelinde sadece 6 günde üçer öğün olmak üzere toplam 5 milyon 136 bin kap yemek dağıtımı yapıldı. Birinci gün 76 yerde, ikinci gün 117 yerde, dördüncü gün 140 yerde, en son 196 yerde acil barınma mekanları oluşturuldu.
Düğün salonu sahiplerinden küçük orta ölçekli fabrikalara kadar kapısını depremzedelere açan bir halk hareketine dönüşen koordinasyonda Amedspor taraftarlarının olağanüstü çabasını da ayrıca not etmek gerekiyor.
Kendi yaralarını, ihtiyaçlarını hızla sarıp sarmalayan kentin devlet dışı bileşenleri, depremin ikinci gününde Bazarcix (Pazarcık), Elbistan, Hatay, Semsûr (Adıyaman) ve Meletî’de (Malatya) 150 mimar, mühendis ve doktorların olduğu uzman ekip yola çıkarıldı. Üçüncü gün bu bölgelere temel gıda maddeleri, temizlik ve ısınma malzemeleri ile 40’a yakın iş makinesi gönderildi. Hekimler, sağlık personeli, mimarlar, mühendisler, gazeteciler, sanatçılar, şairler, yazarlar, kültür sanat kurumları, seçilmiş ve yerlerine kayyım atanmış belediye eşbaşkanları ve meclis üyeleri, iş insanları, gençler ve tabii ki kadınlar, bir ordu şeklinde kamu adına tasfiye edilmiş ne varsa, kıt imkanlar dahilinde, büyük bir sorumlulukla ve vicdanla eş güdüm halinde çalıştı, çalışıyor.
Kentte, bir güvenlik ve zor aygıtına bürünmüş, sivil alanı baskılamış, hapsetmiş, kamusal tüm hizmetleri tasfiye etmiş ve sahada “devlet yok” sözüyle özetlenen yitik merkezi iktidara karşı dev bir komün yaratıldı.
“Amed deneyimi” diyebileceğimiz bu komün, seçilmiş tüm belediye eşbaşkanları, meclis üyeleri görevden alınmış, tutuklanmış ve yerlerine kayyım atanmış olmasına rağmen ortaya çıkmıştır. Bu komün yerel yönetimler dahil ulus devletin tek bir çöpünü dahi almadan kendi ayakları üzerine, halkın sesi, duygusu ve hissi olarak büyüdü.
CHP Genel Başkanı Kemal Kılçdaroğlu’nun “Tüm Türkiye’ye yayılması gereken bir örnek” sözleriyle bahsettiği bu toplumsal seferberliğin gıdası, ruhu ve fikriyatı “demokratik, ekolojik ve kadın özgürlükçü” paradigmanın kendisiydi.
Abdulkadir Selvi’nin, Hürriyet gazetesinde 17 Ekim’de yayımlanan “Derin devlet, Mitras ve Diyarbakır’da Erdoğan’dan beklentiler” başlıklı köşe yazısında dert edindiği “kültürel hakimiyet” meselesi bundan ibarettir. Bu yazının amacı, ulus devletin “güvenlik, baskı, şiddet” ile ördüğü tekçi, ağır, hantal merkezi yönetim anlayışı ile çoğulcu, renkli, eşitlikçi, demokratik fikriyatın farkını otaya koymaktı. Elimizdeki sonuç bir kez daha devletsiz nelerin yapabileceğinin nadide örneğidir. Toplumsal yeniden inşa için çıkışın yolunu bu esas üzerinden yeniden tartışma yürütmenin zamanı…
Kaynak: Mezopotamya Ajansı
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.