Deprem sonrasında çocuklara dair uygulamaları, yaklaşımları, yanlışları ve doğruları Türk Psikologlar Derneği’nden Uzman Psikolog Ceylan Akgün ile konuştuk. Akgün, çocukların bir an önce rutine dönmesi gerektiğini, bu yüzden de sahra kreşlerinin ve okullarının öneminin altını çizdi
Depremden sonra birçok çocuk bugün farklı okullarda eğitime başladı. Deprem bölgelerinde ise eğitim faaliyetleri hâlâ başlamış değil. Çocuklar farklı şehirlerde ya da deprem bölgelerinde yaşamaya devam ediyor. Yeni koşullar ve yeni şehirlere uyum, çocukların öncelikli ihtiyaçları, deprem bölgelerindeki Kuran kursları, diyanetin fetvaları ve devletin çocuk politikaları üzerine Türk Psikologlar Derneği’nden Uzman Psikolog Ceylan Akgün ile konuştuk.
Devletin depremden etkilenen çocuklarla ilgili politikalarını nasıl buluyorsunuz?
Politika benim alanım değil ama tutarsızlıklar ön planda diyebiliriz. Deprem sonrası çocuklar açısından iki temel mesele bizleri huzursuz etti. En başta refakatçisiz çocuklarla ilgili sürecin şeffaf işleyemediğini, çok çelişkili uygulamalar ve haberler olduğunu gördük. Şeffaf bilgi verilmedi. Refakatsiz çocuklar ne yapacak nereye aktarılacak, eğitim öğretm nasıl olacak, bunlarla ilgili bir tuttarlılık sağlanamadı. Biz buradan anlıyoruz ki afetlerle ilgili bir ön hazırlığı, bir programı yok hükümetin. İstanbul’da en az 20 çocuğun İHH evlerine yerleştirilmesi gibi haberler, devletin Çocuk Hakları Sözleşmesi ve Çocuk Koruma Kanunu çerçevesindeki sorumluluklarını yerine getiriyor olmasıyla ilgili şüphe uyandırdı. Bu konuda tüm kamuoyunun takipçi olacağını umuyorum, en azından bizler takipçiyiz.
İkinci endişe verici gelişme eğitime ara verilmesiyle ilgili oldu. Genelde travma sonrasında biz uzmanların önerdiği, bir an önce rutine dönmek, rutinleri tekrar kurmak oluyor. Burada okulların topyekûn ve tüm yurtta eğitime ara vermesi kararı yanlıştır. Üniversite yurtlarının boşaltılması kararı da tamamen yanlış çünkü bir mağduriyeti başka bir mağduriyetle kapatmaya çalışıyorlar. Bu süreçte çocukların okulda olması önemli. Şunu merak ediyorum, neden haklarından ilk feragat etmesi gereken üniversite öğrencileri oluyor ve çocuklar ve gençlerin eğitim hakları neden ellerinden alınıyor? Okul, çocuklara güvenli dünyasını tekrar tesis edecek bir kurumdur. Eğitimin ya da müfredatın geride kalmasından münferit olarak söylüyorum: Okul çocuklara akranlarıyla, öğretmenleriyle bir arada olmak, yaşadıklarını konuşmak, paylaşmak, dertleşmek, oyunlar oynayabilmek kısaca iyileşebilmek için bir platform sağlıyor. İnsan insanın acısını alır, biz okulların açılmasını öteleyerek çocukların kendilerini iyi etme olanaklarını da ellerinden almış oluyoruz. 1999 Adapazarı/Gölcük depremi yaz tatiline denk geldiği halde bizler çadır kentlerde önce sahra kreşlerini, çocuk oyun alanlarını kurmuş, öğretmenleri deprem sahasında çocuklarla çalışmaya teşvik etmiştik. Bu afetten sonra da aynı şeyler yapılmalı. Sahra kreşleri, oyun alanları, çocuk atölyeleri kurulmalı. Çocukları oyun, gençleri ise akranlarıyla bir arada olmak iyileştirir.
Depremden etkilenen çocuklar için psikolojik ve sosyal olarak en temel ihtiyaçlar nelerdir?
Barınma, güvenlik gibi temel ihtiyaçlardan sonra bu dönemde hem çocuklar hem gençler için şefkat, özen, dikkat çok önemli üç kavram. Daha şefkatli olmak, mümkünse aile bireyleriyle bir arada kalabilmek değilse en yakın hissettiği kişinin yanında olması önemli. Daha özenli, sarıp sarmalayıcı yaklaşımlar ve dikkatli bir bakış gerekli. Travma sonrası belirtileri ne durumda, azalıyor mu devam mı ediyor? Bunun yanında çocuğun duygusal, fizyolojik ihtiyaçları neler özenli bir dikkatle takip etmek gerekli. Bu sebeple psikolojik ilk yardım önemli, çocuklara bakım verenler travma sonrası belirtileri yaş ve gelişimsel düzeylerine göre bir nebze öğrenmeli.
Rutinler oluşturmak, düzenli ve belirli bir hayata dönebilmek önemli, çünkü belirsizlik arttıkça endişe düzeyimiz de artar. Çünkü belirsizlik, hayatın bize neler getireceği hakkındaki öngörümüzü bozar. İplerin elimizde olmadığı, kontrol gücümüzün kalmadığı bir dünyada yetersizlik hissi ve güvensizlik de artar. Bir bakıma, yaşadığımız güvenli dünya algısı ellerimizden kayıp gider. Yaşadıklarından dolayı endişe içindeki bir gence yardım etmek istiyorsanız yeterlilik hissi ve güven inşa etmeye uğraşın. Bu ise olayların gidişatı konusunda kontrol hissi aşılamakla mümkün. Örneğin, ergenlik çağındaki çocuğunuza bir “yetişkin” gibi davranarak onu karar alma süreçlerine dahil edebilirsiniz. Özellikle de kendileriyle ilgili konularda. Daha küçük çocuklara yapabilecekleri oranda küçük sorumluluklar verebilirsiniz. Bu, onlara hayatlarını kontrol edebildikleri duygusunu verir ve kendilerine güvenlerini artırır.
Okula dönüşle birlikte, psikolojik ilk yardım eğitimi almış, pedogojik formasyonu olan kişilerle beraber çocukların yeni okullarına adapte olmaları sağlanmalı. Çocukların okulu, hobileri, daha önce devam ettikleri kursları yeni şehirlerde mümkün mertebe devam ettirilmeli. Buna imkan yoksa da devletin bu konuda olanak yaratması gerekiyor. Depremden etkilenen çocuklar için çeşitli aktivite imkanları sağlanmalı. Özellikle ergenlik dönemindeki çocuklar için bir an önce olmalı çünkü onlar bütün arkadaş gruplarından koptular, yeni bir yere geldiler. Bu yüzden uyum sürecinde desteklenmeye ihtiyaçları var. Ancak tüm bunlar yardım etme, acıma duygusuyla değil de dayanışma ruhuyla, eşitlik ilkesiyle gerçekleşmeli. En büyük tehlikelerden biri de çocukları kurban, güçsüz varlıklar olarak tahayyül etmek. Onların herbirinin güçlenme kapasiteleri var, onlar kararlara katılabilen, kendilerini ifade edebilen özneler.
Bunun dışında çocuklar mağdur, güçsüz olarak bir reklam yüzü gibi araçlaştırılıyor. Medyada en çok da çocukların bir dram yaratmak, izleyenlerin duygularını provoke etmek için araçsallaştırıldığını izliyorum. Haberlerde çocukların yüzlerinin kullanılması en başta etik olarak yanlış. Çocuk hakları ihlali, mahremiyetlerinin ihlali… Çocuktan rıza alsanız bile bu görüntülerin kullanılmasını doğru bulmuyorum. Bildiğim kadarıyla gazetecilik ilkelerine de aykırı, ne haber değeri var ne kamu yararı var. Hadi bunu geçelim. Şu an sosyal medya ve tv kanalları çocukların dramatik görüntülerinden geçilmiyor, bu görüntüler onların travmalarının uzantıları olarak hayat boyu çocukları takip edecek. Yaşadıkları travmayı tetikleme gücüne sahip dijital izler olarak sanal dünyanın çöplüğünde yıllarca kalacak o görüntüler. Bizler ileride normal hayatımıza dönüp başka haberlerle meşgul olurken bu görüntüler bu çocuklar ve onların aileleri üzerinde bir gölge gibi kalacak. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın demecinde bile ön sıraya çocuklar dizilmişti. Tüm bu görüntüler ve dramatik haber dili yaşanılan travmayı daha katmanlı ve derin hale getiriyor.
Deprem bölgelerinde 4-6 yaş arası çocuklar için Kuran kurslarının açılması hakkında ne söylemek istersiniz?
Bu uygulama birçok yönden yanlış. Her şeyden önce 4-6 yaş çocuklar için erken din eğitimi uygun ve doğru bir uygulama değil. Biz bugün geniş bir psikoloji literatüründen, Piaget, Erickson ve Kohlberg gibi kuramcılardan biliyoruz ki, çocukların bilişsel, sosyo-duygusal gelişimi din ve ahlak öğretileri yönünden önemli sınırlar oluşturmaktadır. Kısaca her öğretinin vakti ve uygun zamanı vardır. Bu yaş gruplarından çocuklar somut işlemleme döneminde. Henüz din, Allah, melek, inanç, cennet, cehennem gibi kavramları, ya da herhangi bir inanç sisteminin kendine özgü kavramlarını anlayıp idrak edebilecek kapasitede değiller. Hazır olmadan gelen bu tarz bilgiler onlarda çeşitli korkulara sebep olabilir, kafalarını karıştırabilir. Gelişim kuramcısı Fowler, erken yaşlarda çocuklara verilecek dogmatik bir din eğitminin, günah, şeytan ve cin gibi kavramların onlara büyük zarar vereceğini söyler. Erken din eğitiminin çocukları; otoriter, sert, katı ve kırılgan bir kişilik yapısına doğru evrilteceğini söyler.
Kaldı ki, deprem bölgesinde gördüğümüz kapsamlı bir din eğitimi bile değil. Kuran kursları çocuk muhakeme yapma becerisi kazanmadan önce başladığında; ezbere dayalı olduğu için, çocukları hiç sorgulamadan, neden-sonuç ilişkisini düşünmeden davranmaya yönlendirebilir. Bu da aslında tam da yapılmak istenene tezat bir durumdur, çünkü din eğitimi aslen çocuklara ahlak, değerler, etik gibi kavrayışlar kazandırmak içindir. Ama vaktinden önce olunca çocuk bunları içselleştiremez. Sadece ezberler ve düşünmeden uygular. Kuran kurslarında, dört beş yaşlarındaki çocuklar anlamadıkları bir dilden ezber yapacaklar, anlamadıkları bir dili okumayı öğrenecekler. Henüz ana dillerini bile okumayı öğrenmeden önce. Bu yaşlar böyle bir eğitim stili için hiç uygun değil. Sadece din eğitimini kastetmiyorum, dört yaşındaki bir çocuğa okuma yazma öğretmeniz bile doğru değil. Bu yaşlar oyun çağıdır. Hareket etme, atlayıp zıplama çağıdır. Çocuk fizyolojik ve duygusal olarak hareket etmeye, oyun oynamaya ihtiyaç duyar. Zaten doğaları da onları hareketli olmaya zorlar. Öyle uzun süreler, dakikalar boyunca sabit tutamazsınız onları. Dikkat süreleri, konsantrasyon kapasiteleri buna yeterli değildir zaten. Psikolojik olarak, pedagojik açıdan, çocukların gelişimsel durumu açısından, zihinsel kapasitesi açısından uygun değil diyebiliriz temel olarak. İkinci olarak haklar açısından uygun değildir.
Çocuk hakları açısından da din eğitimi uygun değil. Türkiye’nin taraf olduğu uluslararası sözleşmeler çocukların din ve inanç özgürlüğünü güvence altına alınmasını istiyor. Özellikle çocukların ideolojik bir din eğitimi alması aslında Türkiye’nin taraf olduğu sözleşmelere, din ve inanç özgürlüğünün güvence altına alınmasına karşı bir hak ihlali oluyor. Okullarda sunulacak herhangi bir dini eğitimin çocukların da katılımı ve onayıyla ve bakım verenlerin de onayıyla beklentilerine uygun ve ayrımcılık yaratmayan şekilde yapılması gerekiyor.
Diğer yandan eşitlikçi ve hakları gözeten bir yaklaşım da yok. Oradaki kozmopolit yapıyı da gözetilmiyor. Din, ahlak ve benzeri kavramların sınırları belli değildir, kişiden kişiye zamana ve kültüre göre değişir. Çocukların kültürel kimliklerine saygılı bir yaklaşım da değil. Çocukların katılımcılığını da gözetmiyor.
Orada önceliğin başka türlü olması beklenirdi. İhtiyaç hiyerarşisi var örneğin; barınma, beslenme, güvenlik, eğitim, oyun bu çocukların öncelikli ihtiyacıdır. Özelikle 4-6 yaş grubu çocukların önceliki ihtiyacı oyundur, barınma ve beslenme, güvenlik sağlandıktan sonra.
Bu yaş gruplarının dikkat süresi 10-15 dakikadır ve oyun çocuklarıdır. Kreş ve anaokulu eğitiminin içeriği de oyun yüklüdür. Çok hareketlidir ve dinamiktir müfredatlar genellikle. Çocukların diğer çocuklarla oynaması, etkileşim kurması çok önemli. Onların yaşına ve gelişimine uygun olan budur. Özellikle böyle büyük bir afetten sonra, oyun çok daha önemli bir hale geliyor. Çünkü daha önce söylediğim gibi çocuğu oyun iyileştirir. Hal böyleyken travmatize olmuş çocukları stabil konumda tutmak, anlamadıkları bir metni önlerine koymak, oturtup öbür dünyadan, meleklerden, cenetten, cehennemden söz etmek için hiç de doğru bir zaman değil. Olağan durumlarda bile uygun olmayan bu içerikte eğitimlerin bir de böylesi bir yıkımdan sonra gerçekleştirilmesi doğru değil. Öncelik neden böyle bir uygulama olmuş, neden akıllarına önce bu gelmiş?
Öncelik kreş açılması olmalı, sahra kreşleri, sahra okulları, oyun alanları olmalı. Bu kadar büyük bir felaketten sonra çocukları özellikle dini kavramlarla meşgul etmek travmalarını daha da derinleştirecektir. Çünkü zaten anlamadıkları, onların dünyalarına çok ters bir olayla karşı karşıya geldiler. Büyük bir travma yaşadılar ve çok kırılgan bir gruplar. Daha olan bitene anlam veremezken, belki ebeveyn kaybı var, ev kaybı, arkadaş kaybı var, daha bunları anlayamamışken kendilerini bir Kuran kursu içinde bulmaları pek işlevsel değil. İyileştirici bir şey de değil. Travma sonrasında dua etmek, dini ritüeller, yas ritüelleri hep önerilir ve iyi gelir ama kastedilen böyle bir şey değil. Her ailenin kendi kültürel örüntüsü ve inanç sistemi içinde yapacağı ritüeller, aile üyeleriyle birlikte yapacağı geleneksel yas ritüelleri önerilir. Burada tanıdıkları, güven duydukları kişilerin yanında olmasının da altını çizmek isterim.
Diyanet’in “Evlat edinen ile evlatlık arasında evlenme engeli doğmaz” açıklaması ile ilgili neler söyleyebilirsiniz?
Bir devlet kurumunun böyle bir şeyi diyememesi lazım. Bu söylemler aynı zamanda istismarın ve çocuk yaşta evliliklerin de önünü açıyor. Daha çok yeni Hiranur Vakfı’nda olan bitenler hepimizi öfkelendirdi, endişelendirdi. Ben Diyanet’in bu sözü üzerine diyecek bir şey bulamıyorum, yorum bile yapmaya gerek yok. Zaten açıklamayı sildi diye biliyorum.
Üslübun ve söylemlerin böyle olması insanların hem Diyanet’e hem de devlet kurumlarına olan güveni sarsıyor. Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı’nın koruyucu aile mevzuatı belirlidir, buna göre hareket edilmesi gerekir diye düşünüyorum.
Depremden etkilenen çocukların bir kısmı farklı şehirlerde bugün eğitime başladı. Uyum süreci ile ilgili bakım verenlere ve öğretmenlere tavsiyeleriniz var mı?
Her okula ve hatta her sınıfa depremden etkilenen ve hayatta kalan çocuklar yerleştirildi. Öncesinde diğer çocuklarla bir rehberlik öğretmenlerinin bir çalışma yapması lazım. Yeni gelen arkadaşlarına nasıl sorular sormamalı, ne dememeli gibi. Örneğin; neyin öldü, nasıl oldu, evin yıkıldı mı gibi soruların diğer çocuklar tarafından yönlendirilmemesi önemli. Şu an çocuklar için mahrem, kırılgan alanlara dair çok soru sorulmaması gerekir. Daha dayanışmacı, şevkatli, kapsayıcı bir yaklaşımla çocukların yeni okullarına entegre edilmesi gerekiyor.
Özellikle ergen gruplar için, 12-13 yaş ve üzeri çocuklar için bu süreç çok daha zor olacaktır. Zaten bir travma yaşayan bu çocuklar, kabul edilmeme kaygıları yaşayacaklardır. Travmalarını tetikleyecek ortamlardan kaçınılmalı. Aileler çocuklardan eski akademik başarılarını göstermesi için çocukları zorlamamalıdır. Böyle süreçlerde başarı düşüşleri yaşanması normaldir.
Öğretmenler her yaşın gelişimsel sürecine göre çocukların veridiği travma sonrası tepkileri bilmelidir. Böylece hangi davranış olağan hangi davranış olağan dışı ayırt edebilmelidirler. Etmeliler ki ona göre önlem alabilsinler. Bir psikolojik ilk yardım eğitimi almaları, temel yaklaşımları bilmeleri de önemli. Bu eğitimi, Türk Psikologlar Derneği’nde gönüllülük esasıyla düzenli olarak gerçekleştiriyoruz.
Bu süreçte dikkat edilmesi gereken, yanlış olduğunu düşündüğünüz ve değinmek istediğiniz noktalar neler?
Çocukları çok güçsüz varlıklar, mağdur ve kurban özneler, korunmaya muhtaç olarak tahayyül etmemeliyiz. Onları katılımcı, aktif, güçlü ama yetişkinlerin sorumluluğunda olan özneler olarak görmemiz gerekiyor.
Şevkat, özen ve dikkatli bir yaklaşım gerekli çocuklarla iletişim kurarken ama acıyarak değil. Çocukların daha katılımcı özneler olduğu bir düzlem yaratmalıyız. Çocuklara ne istediğini ne beklediğini sorarak yaklaşmak gibi… Ne istediğini gözetmek, dinlemeye açık olmak gibi, karar süreçlerine dahil etmek gibi ve en önemlisi kafamızdaki varsayımlarla ve yargılarla yaklaşmamak gerekiyor çocuklara.
Çocuklarla ilgili yapılan çalışmalarda yetişkinlerin yaptıkları yardımları bir minnet duyacakları durum gibi göstermemek gerekiyor. Bunlar aslında devletin yapması gereken, devletin sorumluluğunda olan şeyler. Haklar ve sorumluluklar ilkesi unutulmamalı! Şu an yapılanlar ya da yapılması gerekenler zaten çocukların hakları, yetişkinlerin de sorumluluğu olan şeyler. Barınma, sağlık, eğitim ihtiyaçlarının karşılanması zaten devletin sorumluluğudur. Bu yüzden ne çocuklar ne yetişkinler devletle minnet ilişkisi içinde olmalıdır. Bunların yapılması yardım değildir, yapılmaması sorumluluğu yerine getirmemek demektir. Bu bakış açısıyla düşünerek hareket edilmesi önemlidir.
Söyleşi: Merve Büyüktaş