Altından ses veren canlı insanlar vardı ama enkazın mimarları; bakanı, valisi, kaymakamı, müteahhidi, denetçisi ortada yoktu. Zenginlik, refah vaat edilmişti ama bir yudum suya, bir ekmeğe, battaniyeye erişim yoktu
Tepemizdeki betonist siyaset sonunda geldi geldi olanca ağırlığıyla üzerimize devrildi ve ortalık enkaza dönüştü ve şimdi topyekûn olarak enkazın altındayız.
Kentler bütün çekiciliğini yitirip bırakalım başka canlıları, insana meydan okuyan bir hilkat garibesine dönüşerek günümüzü ve geleceğimizi griye çevirmişti. Her şey baştan çürümeye başlıyor ya, kasabalar da o hilkat garibesine özenerek beton çağına bütün kapılarını olancasıyla bir güzel açıvermiş. Meğer inşaatçılık modeli belini salt metropollere değil, taşraya da dayamış. Geçmişten gelen mimari kültür, yeni dönemin tek tip endüstriyel modelleri ile yok edilmiş. Hangisi şehir, hangisi kasaba anlayana aşk olsun!
İnsansızlaştırma, köylerin çaresizliğine verilen bir karşılığa denk düşmüş. Köy evlerinin toprak sıvası dökülmüş duvarlarında açığa çıkmış kerpiçlerden dışarıya masumiyetin göz yaşları süzülüyor ve o şafakta 7,7’lik deprem geldiğinde onlar da enkaza karışıyor. Önce şehirlerin sonra kasabaların enkazı derken çöken kerpiç evlere kimse yetişemiyor. Tarihe sadece adlarıyla yarım yamalak kalmış olarak direnen köyler betonizm düzeninin altında dümdüz oluyor. Koyunların melemesi kurt korkusundan değil, enkaz altında oluşlarından. Kimseler yok onları kurtaracak. O şehirden bakarak söylediğimiz dilimizdeki “…Gitmesek de varmasak da o köy bizim köyümüzdür” şarkısının sözleri, enkazdan gelen sesleri duyduğunda utancından yüzünü kapatıyor. Kentlere sıra geç gelmişken köylerin sırası zamana zaten yenilmiş. Köyler varmış da yollar kapalıymış. Köyler varmış da şehirlerin çekici gücü onların son nefesini kendine kurban almış!
Sahiden de ilçeler, kasabalar siz ne zaman şehirlere benzetildiniz? Akar çeşmeleriniz ne zamandan beri ticarileştirilen sulara karıştı? Evlerinizde ekmek kokusunu dışarı yayan bacalarınız hangi ara hazırlop yaldızlı ambalajlardaki ürünlere kendini teslim etti? Bostanlar, tütün ve ekin tarlaları sizin yemişiniz ne zaman apartman katları oldu diye sorsak ne çıkar ki… Değil mi ama bütün yolların bizi sürgüne, yokluk ve yoksulluğa götüren meydanlara çıktığını defalarca yaşayıp gördükten sonra!
Ayağımızı bastığımız topraklara yapı için milyarlarca ton beton, demir, asfalt yığıldığı belirtiliyor. Enkazımız salt öldüğümüz yer değil! Bu uğurda dağlarımızın, ormanlarımızın, tarlalarımızın içi oyuldu. Meydanlardaki o enkazın altında ekosistemin ölüsü de sel sularının getirdikleri de, söndürülmeyen yangınların küle çevirdikleri de yer alıyor. İkizdere’den kopartılan taş blokları da bizi öldüren enkazın üstündeyken Cengiz, ölümüzün üstünü para bağışlayarak örtüyor. Yarılan ormanlardan kesilen mermerler de bizi içine alan enkazların birer parçası.
Beton seviciler üstümüze yığılan köprüler, yollar ile doğanın gücü karşısında salt av haline getirildiğimiz kafesler yapmamıştı. Varlığımızın, ömrümüzün birbirine bağlanan; biri olmadan öteki olmayan bağlantılarının hepsini aynı enkazda birleşecek şekilde dizayn etmişti. Yağmurdan kaçsak doluya tutuluşumuz bundandı. Bütün yollar kötücül yönetim kavşağında bir araya geliyordu. 6 Şubat enkazının altında kalmış ya da kalmamış; uzağında ya da yakınında olmuş ya da olmamış bir de bakıyoruz ki aslında hepimiz, herkes o enkazın içindeyiz. Ülkenin doğusu batısı, kuzeyi güneyi hiç fark etmiyor. Doğu ve güneydoğudaki enkazlara doğru adım atmaya başladığımızda enkaza ulaşacak her yolun, her ilişkinin, ayağımıza dolaşan bir enkaz olduğunu fark ettik.
Beton sevicilerin karşısında suyunu, toprağını, köyünü, kentlerini savunan ötekilerdik. Ölümlerin bizi birleştirdiğine olan inancımızı kaybetmemiş olarak işe koyulduğumuzda can çekişenlerin karşısında koltukları için parsa toplayanların hışmıyla irkildik. “Ben yaptım oldu” naraları atılırken, bir kez daha öldük. Sadece bedenimiz değil; bilim, liyakat, organizasyon, dağıtma, kurtarma, sağlık, eğitim vs. olması gereken iyi daha çok şey de orada enkazdaydı.
Enkazı kaldırmak için el altığımız her beton, her demir her ahşap parçası bize depremden başka şeyler de anlatıyordu. Mesela uğruna memleketin heba edildiği yollar kapalıydı ya da muktedirler yolları kapatarak etraflarına kalın bir zırh oluşturmuş; öleceklere ‘Bekleyerek ölebilirsiniz’ der gibiydiler. Her şeyin başı tevekküldü. Hani çocuklar öldüğünde susulurdu! O zehirli diliniz ölümlere kapı açıyordu. Gözlerini tanrıdan yana karartmışlardı. Çocuğu görmediler, onu doğuran anayı, babasını, kardeşlerini, komşularını, arkadaşlarını…
Siyasal İslam kan ve gözyaşından güç devşirmeyi enkazımızın başına kadar uzatmıştı. Algı ve manipülasyon tam gaz enkazın başına çöreklenmişti. Altından ses veren canlı insanlar vardı ama enkazın mimarları; bakanı, valisi, kaymakamı, müteahhidi, denetçisi ortada yoktu. Zenginlik, refah vaat edilmişti ama bir yudum suya, bir ekmeğe, battaniyeye erişim yoktu. Bunları alacak, bunların toplu olacağı bir yer, nokta yoktu. Enkaza ve enkazın çevresindekilere, başka şehirlerde el vermeye çalışanlar evinden, cebinden yardım ulaştırmaya çalışıyordu. Kendini enkazda bulacağı günlerin arifesini savuşturmaya alıştırılmış “büyük millettik” vesellam! Bir de şu tepemize örülen beton kafeslerin arasından başımızı dimdik yukarı kaldırabilirsek, hesabımıza yazılan meziyetlerin meyvesini yeme şansını yakalayabilecektik.
Ne ararsak bundan sonra şehirlerde, kasaba ve köylerde oluşan o enkaza bakacağız. Kendimizi, karşımızdakini sorgularken bile enkaza ayna tutacağız. Yönetme, yönetilme politikasının aynası da o enkazlar olacak. Gezi direnişi bize insana, doğaya artık daha farklı ve yeni bir gözle bakmamız gerektiği inancını getirmişti. Karşı bir saldırı olarak ivme kazanan hukuksuzluk, hak gaspları, yolsuzluklar ve ağır sömürüyle oluşan enkaz da karşı çıkışın mihenk noktalarından biri olarak önümüzde duruyor. Bunu kaldırmayı becermeden altında kalmaya devam edeceğiz.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.