Aslında bu tablo, düzen dışı siyasi aktörlere çok önemli bir zemin sağlıyor. Deprem dolayısıyla halkın dayanışma eğilimleri, tarihte görülmemiş boyutlara ulaştı. Aslında bu eğilimler, Türkiye’de her zaman güçlü bir damar olmuştur. 17 Ağustos Depremi’nde Dayanışma Gönüllüleri faaliyeti, bu eğilimi örgütleme çabasının mütevazı bir adımıydı. Gezi sürecinde bu eğilimler, çok daha belirgin hale geldi. Son depremden sonra ise adeta bir sel olup aktı
12 Eylül öncesini yaşayanlar tanıklıklarıyla, benim gibi 12 Eylül sonrası kuşaklar ise okuduklarından bilir ki; 1980 öncesinde faşizme karşı mücadele, politik hayatın en öncelikli alanıydı.
2. Milliyetçi Cephe hükümetinin yıkılmasından sonra, 5 Ocak 1978’de hükümeti kuran Ecevit, çok geçmeden çubuğu sağa bükmüş, egemen sınıflar ile uzlaşma yoluna giderken, MHP’ye teslim olmuştu. Ecevit’in önce sivil sıkıyönetim sonra askeri sıkıyönetim ilan etmesiyle halk güçleri, faşist saldırılara karşı savunmasız bırakılmıştı. Tam da bu dönemde Devrimci Yol, anti-faşist mücadeleden (yanlış hatırlamıyorsam Divriği bu konuda önemli bir örnekti) çıkardığı derslerle, Direniş Komiteleri’nde örgütlenmeyi önererek somut bir model ortaya koymuştu.
Modelin iki önemli yön bulunmaktaydı: Birincisi, halkın içinde oluşan direnme eğilimlerine karşılık geliyordu; ikincisi, gelecekteki halk iktidar organlarının (tıpkı Sovyetler gibi) nüvelerini taşıyordu. Devrimci Yol, bu modeli, sosyalist solun geri kalanına da açtı ve bu komitelerde birlikte örgütlenmeyi önerdi. Ancak bugüne kıyasla her biri çok güçlü olan diğer devrimci yapılar, sol içi rekabet güdüsüyle bu öneriye sıcak bakmadı. Önerinin -farklı isimlerle de olsa- sahiplenildiği durumda nelerin başarılabileceğini, Temmuz 1980’de Çorum Katliamı göstermişti.
Bilindiği gibi MHP Genel Başkan Yardımcısı Gün Sazak, 27 Mayıs 1980’de öldürülmüş, bunu bahane eden MHP’liler, Türkiye’nin her tarafında yaygın bir saldırı dalgası başlatmışlardı. Bu saldırıların en tepe noktası da Çorum’da yaşanmıştı. Mayıs sonu ve -özellikle- Temmuz başında kitlesel saldırıya geçen MHP’liler, ikinci bir Maraş Katliamı peşindeydiler. Faşistlerin öncelikli hedefi ise Alevilerin ve devrimcilerin yoğun olarak bulunduğu Milönü Mahallesi idi. Mayıs sonundaki saldırılardan sonra yeni bir saldırıya hazır olan Milönü halkı, direniş için hızla yeniden toparlandı. Beşgün Savaşı denilen bu mücadelede, camlarına kireç sürüp yumurta atarak panzerlerin görüşlerini engellediler. Milönü’nün içinden geçen Samsun-Ankara yolunu barikatlarla trafiğe kapattılar. Faşistleri taşıdığı bilinen Dinç-Tur otobüslerini barikatlara yaklaştırmadılar, diğer otobüsleri ise durdurarak, Çorum’da yaşananları yolculara anlatıp öyle gönderdiler.
Ancak devrimcilerin öncülüğünde Çorum halkının başardıkları bununla sınırlı değildi. Yakılıp yıkılmış mahalleyi yeniden kurmak gerekmekteydi. Çorum mahallelerinde bütün siyasi eğilimlerin katılımıyla 40 tane komite oluşturuldu. Bunlar 3 ana komitede merkezileştirilerek, direniş boyunca nöbet, mühimmat ve para sorunları çözüldü. Kiralar, 2 bin TL civarında sabitlenerek, ihtiyacı olanların para ve yiyecek sorunları üstlenildi. Çatışmalardan sonra bir yardım kampanyası başlatılarak, faşistlerin saldırılarına karşı direndikten sonra köylere çekilmek zorunda kalan 30-40 aileye ev ve eşya sağlandı. Nurettin Paşa Caddesi’nde faşistlerce yakılmış olan yüz kadar dükkân el birliğiyle onarıldı ve burada kurulan bir esnaf komitesi, dükkanların yeniden açılması işini devraldı. Ayrıca komiteler, devrimcilerin denetimi altındaki bölgelerde bağnaz Alevilerin baskılarından dolayı göç etmek isteyen Sünnileri de ikna etmeye çalıştı, yani bağnaz Alevilere karşı da bir mücadele başlatıldı.
Maraş’taki iki büyük deprem sonrası tablo, Çorum’da 43 yıl önce yaşananları hatırlatıyor. Şimdi de benzer bir süreçten geçiyoruz. AKP-MHP iktidarında emekçi sınıflar, büyük bir yoksulluk ve yalnızlık içindeler. Toplum büyük oranda sağcılaştı. Bu zemine oynayan CHP, uzunca bir süredir sağa büktüğü çubuğu -Hatay Büyükşehir Belediye Başkanı Lütfü Savaş örneği saklı kalmak kaydıyla- kaydırarak, deprem bölgesindeki faaliyetleri üzerinden emekçi sınıflarla yeniden buluşma konusunda önemli bir adım attı. HDP, bir yandan devletin yoğun saldırılarına karşı ayakta kalmaya çalışırken bir yandan da kayyum bölgesinde bir alternatif oluşturmaya çalışıyor. Parlamenter olanaklardan da yararlanan TİP ve bütünüyle parlamento dışında yer alan sol/sosyalist gruplar ise etki gücü oranında canla başla çalışıyor.
Aslında bu tablo, düzen dışı siyasi aktörlere çok önemli bir zemin sağlıyor. Deprem dolayısıyla halkın dayanışma eğilimleri, tarihte görülmemiş boyutlara ulaştı. Aslında bu eğilimler, Türkiye’de her zaman güçlü bir damar olmuştur. 17 Ağustos Depremi’nde Dayanışma Gönüllüleri faaliyeti, bu eğilimi örgütleme çabasının mütevazı bir adımıydı. Gezi sürecinde bu eğilimler, çok daha belirgin hale geldi. Son depremden sonra ise adeta bir sel olup aktı.
Kısa bir süre sonra her şeyin seçime endeksleneceği bu ortamda, devrimcilerin görevi, -geçmişte Direniş Komiteleri adı altında yapılanı Dayanışma Komiteleri adı altında- bu eğilimleri örgütlemek ve merkezileştirmek olmalı. Elbette isim, sadece tartışmayı somutlaştırmak için önerildi. Bölgede komite, meclis, koordinasyon, inisiyatif vb… adlarla birçok devrimci çalışma yürütülüyor. Önemli olan, bu çalışmaları merkezi düzeyle bütünleştirmek.
Bu, devrimcilerle düzen siyaseti arasına kalın bir çizgi çekerek ikili iktidar durumuna olanak yaratacağı gibi sosyalist solun -eylemde- birliği için de çok önemli bir zemin sunmaktadır.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.