Kamuoyunun nasıl ki haber alma hakkı varsa aynı zamanda suçluların kim olduklarını bilme ve unutmama gibi sorumlulukları da var. Evde oturup haber izlemek kolay. Mesele bunun sebebini, sebep olanları görmek. Gazeteci bunları göstermeli. Moraller bozulmalı. Yedikleriniz, günlük hayatınız tat vermemeli bir süre. Ancak bu şekilde bir motivasyon yaratılabilir
Kahramanmaraş depremiyle insicamı bozulan Türkiye’nin bir daha kendine gelme vadesi çok uzun olacak. Toplumsal enkazın kaldırılması on yılları alacak. İktidarın inisiyatifsiz bürokratları, başkanlık sisteminin kibri, hazırlıksız tüm kurum ve kuruluşlarıyla bir ülkenin geleceği çöpe atıldı. Yardımlaşma dernekleri üzerinden bile kutuplaşılabilindi. Siyasetçilerin yüzünde bir katil edası, devlette bir beceriksizlik sırıtması mevcut. Her şey bu kadar ağır ve zorken bir de medyadaki sinir uçlarımızla oynayan isimlerin varlığı iyice katlanılamaz hale geldi.
CNN Türk’te Ahmet Hakan Coşkun canlı yayında olumsuz şeylerin az olduğunu, bunları göstermenin yersiz olduğunu, dayanışmanın ve pozitif durumların daha fazla olduğunu bize vahiy olarak bildirdi. Kötü ne var da neyi göreceksiniz diyor Ahmet Hakan. Gazeteciliğin kitabını tersten yazıyor. Neyi ne zaman göstereceğine kendisi karar veriyor zira. Gazetecilik değil dalkavukluğu çok iyi bildiği için, her şeyi yozlaştırmaya çok meraklı. Ahmet Hakan’ın bilinçli cahil görüntüsünün bize öğrettikleri var.
Gazetecilik etiğinde her şeyi gösterip göstermeme ‘çerçeveleme’ tartışmasına değinelim bu sayede.
İzleyici ve okuyucunun ruh halini de göz önünde bulundurarak haber görselinde sansür uygulamak çok ikircikli bir konu. İnsanların konfor alanını işgal etme hakkının gazetecilerde olup olmadığına kimin karar vereceğinin yöntemi belirsiz. Şiddet ve ölüm görsellerinin kullanılmasının ne gibi yararı olabilir? İzleyicilerin homojen olmadığı bilgisinden de hareketle yayın pratiğinin dikkatli uygulanması gerekir.
Bu konuda akademisyen Esra Arsan’ın analizleri çok önemli. Felaket dönemlerinde gösterilmesi etik açıdan sorunlu olan görsellerin sonuçlarına odaklanan Arsan, felaketin nedenlerine odaklanmak, eleştirel akıl geliştirmek ve bu doğrultuda politik bir tavır takınmak önemlidir diye de ekler.
Savaş ve felaket fotoğraflarının basında yayınlanması meselesi uzun yıllardır tartışılan konu. Kathryn Harakal, “Tanık ve kanıt olarak fotoğraf: Kosova’nın kayıp insanları” adlı çalışmasında şunu sorar: “Savaş koşullarında yaşananları bilmek, anlamak, hatırlamak, idrak ve kabul etmek için önce görmek gerekmez mi? Bunun için ille de kışkırtmaya, ölenlerin ailelerine saygısızlık yapmaya gerek yok.” Dün ve bugün, ölen ile geride kalan arasında bir simgesel bağ kurmak gerektiği açıktır. Savaş, soykırım, insanlık suçları ve benzeri travmatik olayların ardından travmanın görsel olarak temsil edilmesi, kurbanların hatırlanması ve sağ kalanların yas tutabilmesi için öncelikle acının yaşanmışlığının hissedilebilmesi gerekir. Yaşanan acının büyüklüğü idrak edilebilmeli ki, hem bu acıyı yaşatan sorumlulardan hesap sorulması gerekliği idrak edilsin, hem de geride kalanların bundan böyle benzer acılar yaşamamaları için gerekli önlemler alınsın.
Mevcut deprem felaketinde sansür/otosansür yoğunluğunun bilgi kaçırma, kamuoyunun haber alma hakkına engel olma gibi temel bir soruna da neden olacağı unutulmamalı. Felaketi olağan haliyle yansıtmak bile sorumluların suçunu şeffaf şekilde ortaya koyma imkânı sunmaz mı? İzleyicinin, okuyucunun canı sıkılacak diye felaketin boyutlarını gizlemek sorumluların ekmeğine yağ sürmez mi?
Kamuoyu yararına yapılan gazetecilik kamuoyunun keyfini bozmamak demek değil. Ölüm mahremiyeti, kişisel haklar, çocuk hassasiyetini göz önünde bulundurarak haberciliğin özellikle böylesi toplumsal yıkım günlerinde daha saydam bir şekilde yürütülmesi gerekir. Sıcak evinde, çayını içerken Malatya’da enkaz görüntüsü izleyen kişinin tadı kaçacak ki, bu felaketin müsebbiplerine hesap sorabilme motivasyonu bulabilsin. Orada, o an, gerçekte ne olduğu ile devletin ne olduğunu kamuya dikte ettiği şey arasındaki karanlık alanı şeffaflaştırmak için gazeteciler bazen hoşa gitmese de katliam görüntülerini yayımlamak durumundalar.
Toplumda şiddet ve felaket görüntüsünden kaçma gibi bir dürtü de var. Bunu engellemek de gazetecinin görevi. Görmek istemedikleri her hak ihlali, ki bugünlerde yaşam hakkı ihlali ve seri cinayetlerden bahsediyoruz, kendilerine dokunana dek müdahale etmek istemedikleri büyüyen bir sistem cehennemine dönüşüyor. Ahmet Hakan gibi TV starlarının olumlu şeyleri gösterme motivasyonu, iktidarın başını ağrıtmama üzerine kurulu düzenin aparatı olmasından kaynaklanıyor. Ahmet Hakan gazeteciliğin içini boşaltmak üzere görevlendirilmiş hızlı bir manevra uzmanı olarak gerçekleri örtmenin ekmeğini yıllardır yiyor.
Kamuoyunun nasıl ki haber alma hakkı varsa aynı zamanda suçluların kim olduklarını bilme ve unutmama gibi sorumlulukları da var. Evde oturup haber izlemek kolay. Mesele bunun sebebini, sebep olanları görmek. Gazeteci bunları göstermeli. Moraller bozulmalı. Yedikleriniz, günlük hayatınız tat vermemeli bir süre. Ancak bu şekilde bir motivasyon yaratılabilir. İzleyiciler için şunun garantisi var gibi davranılır: Cansız bedenler kendilerine veya yakınlarına ait değil ve hiçbir zaman da başlarına böyle bir şey gelmeyeceğinden eminler. Olay yeri fotoğraflarına bakıp da rahatsız olanlar “Benim başıma gelmez, ben güvendeyim” duygusuyla uzakta yaşanan acıyla empati kurmuyorlar.
Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.