Uzun politik yaşamdan “Kısa dalga hatıralar”

Bir gün orta yaşlı, beyaz tenli ve gözlüklü bir adamla yanında birkaç genç muhtarlığa gelmişlerdi. O zaman ilk kez TİP’in adını onlardan duymuştum. TİP, köyümüzden 60’ın üzerinde oy almıştı. Yıllar sonra tanıştığım Mehmet Salmanoğlu’yla bir sohbetimizde o seçimde Hatay milletvekili seçilen Dr. Yahya Kanbolat’la köyümüze gelen gençlerden birinin kendisi olduğunu öğrenmiştim

Uzun politik yaşamdan “Kısa dalga hatıralar”

1960’lı yıllar için “Türkiye’nin en uzun on yılı” denir, bunu çocukluğumda tanık olduklarım ve okuduklarım üzerinden defalarca dile getirdiğim biliniyor. 1961 Anayasası’nın sağladığı demokratik haklarla sendikal, siyasal ve toplumsal hareketlerin hızla büyüdüğü ve nitelik olarak ciddi bir ileriye doğru toplumsal aydınlanma sıçramasının gerçekleştiği bu uzun on yılda Hatay coğrafyasında da önemli gelişmeler gündeme gelmiştir. İlk önce Avukat Ahmet Sırrı Hocaoğlu’nun hakkını teslim ederek başlamakta yarar var. Çünkü, 1961 Anayasası’nı hazırlayan komisyonda görev alan hukukçulardandır. 1970’li yıllarda kendisi, devrimci ve ilerici mücadeleden kopup HATEKS fabrikasının ortakları arasında yer alınca, sendikal mücadele yürüten işçilerin ve devrimcilerin tepkisini çekmişti. O dönemde ilericilerin, devrimcilerin, sosyalistlerin ve genel olarak kamusal davaların önemli avukatları olarak Kenan Kuşçu, Süleyman Gali, Nurettin Yakar, Hüseyin Açıkalın bilinirlerdi.

1960’tan itibaren Antakya’da ortaokul ve lise öğrencisiyken politik bir uyanışla örgütlü bir mücadelenin içinde bulunan Altınözlü Mehmet Salmanoğlu da, “Kısa Dalga Hatıralar”[1] kitabında bu hukukçulardan söz eder. “İkinci siyasi faaliyetimiz Hatay’ın ilk Marksistlerinden Avukat Ahmet Sırrı Hocaoğlu’nun 1961’de CHP’den aday olma sürecine destek vermekti. Tercihli oy sistemi olduğundan adayımızı ilk sıralara çıkarmak için seçmene tercihli oy kullandırarak seçilmesine katkıda bulunduk. Bu süreçte de rehberimiz Yalçın Usta idi. Yalçın Ergönül, bir şiirinden dolayı ‘komünizm propagandası yapıyor’ gerekçesiyle yargılanacak ve onun avukatlığını Ahmet Sırrı Hocaoğlu yapacak ve Usta’nın beraatını sağlayacaktı.”[2]

1960’lı yıllarda işçi sınıfının, kentlerde öğrencilerin, aydın ve sanatçıların hızla politikleşmesi yanında en önemli gelişme geç ve zor uyanan, ayağa kalkan toplum kesimi olarak ilk kez kırsal alanda görülen toplumsal ve siyasal mücadelenin yükselmesi dikkat çekicidir. Bu dönemde toprak işgalleri, toprak reformu için yapılan gösteriler, kooperatifleşme hareketi, Türkiye İşçi Partisi’nin köylerde örgütlenmesi ve 1965 seçimlerinde kayda değer oy alması önemlidir. Mehmet Salmanoğlu’nun anılarında bununla ilgili birçok örnek verilmektedir. Demokrat Partili bir ailenin çocuğu olarak kendisi sosyalist olduğu gibi ailesi de o dönemde solculaşmaya başlar. Hiç unutmuyorum, 1965 seçimlerinde ben çocuktum; dayım Mehmet Yıldız köyümüzün (Kışlak Nahiyesi) muhtarı, babam Hüseyin Kabadayı da bekçisi olduğu için, özgür zamanlarımızın çoğu muhtarlıkta geçerdi. Dolayısıyla çocuk yaştan itibaren devlet işlerine, siyasete gözümüz kulağımız hep açık olarak büyüdük. Bir gün orta yaşlı, beyaz tenli ve gözlüklü bir adamla yanında birkaç genç muhtarlığa gelmişlerdi. O zaman ilk kez TİP’in adını onlardan duymuştum. TİP, köyümüzden 60’ın üzerinde oy almıştı. Yıllar sonra tanıştığım Mehmet Salmanoğlu’yla bir sohbetimizde o seçimde Hatay milletvekili seçilen Dr. Yahya Kanbolat’la köyümüze gelen gençlerden birinin kendisi olduğunu öğrenmiştim. Bu açıdan da 1960’lı yıllar, ülkenin en uzun on yılı olmayı hak ediyor…

Salmanoğlu, kitabın başlarında ailesinin yaklaşık 200 yıl önce Irak’tan gelerek Fatikli’ye yerleştiğini, burada tutunabilmek verdikleri mücadeleyi, özellikle 20. yüzyılın başlarında Sahyunî denilen saldırgan bir Sünni Arap Aşiretinin hem Alevi Araplara hem de kendi ailelerine yaptıkları saldırılardan söz etmektedir. Bunlardan en önemlisi yeni adı Akdarı olan ve Arap Alevilerin yaşadığı Bayra köyünün bu aşiret mensuplarınca yakılması olayıdır. “Sahyunîler, köyü boşaltır, sonra ateşe verirler. Kadın ve erkekleri ayırarak Fatikli yakınlarında bulunan bir çiftliğe getirirler. Haber duyulur duyulmaz dedem Ömer Salman, köyümüzde eli silah tutan ne kadar genç varsa yanına alıp Sahyunîleri kuşatır. Tepehan köyü muhtarı Bekir Ağa ile Karsu köyünün ağası Kamil Ağa da adamlarıyla yardıma gelir. Yapılan pazarlıktan sonra, rehin alınan Bayralı Arap Aleviler kurtarılır.”[3] Mehmet Salmanoğlu’nun anlattığı bu olay doğrudur ve bu köyden yetişmiş Mahmut Zan’la 1998’de yaptığım görüşmede olayı daha ayrıntılı bir biçimde kayda almıştım. Gerçek bu iken, ne yazık ki “bilimsel” bir makale olarak yayımlanan Şule Can’ın yazısında[4], Bayra’yı Türklerin yaktığı ileri sürülmüştür. Konuyla ilgili bu makalenin içinde bulunduğu kitabın editörüyle yazışarak, bu yanlışın düzletilmesini istedim. Editör, gereğinin yapılacağını yazmıştı. Umarım sonraki baskılarda bu yanlış düzeltilir. Yeri gelmişken hem bir saptamamı hem de bir duygumu dile getirmek isterim. Sahyuni katliam ya da saldırılarına karşı direnen ve saldırıya uğrayanlara sahip çıkan ailelere baktığımızda ilerici insanların çoğunlukta olduğunu görüyoruz. Altınözü’nde Fatikli’den Salmanoğulları, Karsu’dan Dönmezler, Ermence’den (Tepehen) Temizkanlar için bunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Zeynel Temizkan’la 45 yıla dayanan dostluğumuzun baki kalmasında, Salmanoğulları ve dünyanın tanıdığı müzisyen Karsu Dönmez’in ailesiyle dostluk kurmamızda böyle bir tarihsel arka planımızın olmasından büyük onur ve mutluluk duyuyorum.

“Kısa Dalga Hatıralar”ın uzun frekanslarından bildiklerimiz yanında yeni bilgiler, yaşantılar ve duyarlıklar da öğreniyoruz. Dedesi Ömer’in, Osmanlı’nın son döneminde yağmacıların, eşkıyaların saldırılarına karşı gösterdiği cesaretli direniş ve onları köyden kovmayı başarması üzerine çevredeki Hıristiyan ailelerin de güvenini kazandığını, bugün Sarılar (eski adı Suriy) olan köyde yaşayan Hıristiyanlara karşı yapılacak saldırıya karşı köyün kadınlarını günlerce köylerinde saklayarak koruduğunu öğreniyoruz örneğin. Fransızların Kuseyr’i işgali sırasında dedesinin köyün kadın ve çocuklarını Türk köyü olan Salkıya’ya (Dokuzdal) emanet ettiğinden söz ediliyor. Bu coğrafyada yaşayan Türkler, Araplar ve Kürtler (Haynı köyü) arasında güvenin nasıl kurulduğunun güzel örneklerindendir bunlar.

O zamanlar önemli hastalıkların tedavisinde Beyrut’a, İskenderun’dan gemiyle gidildiği dile getirilir. İskenderun limanının sadece Antakya ve çevresi için değil, Halep, Antep ve Maraş’tan gelen yük ve yolcu taşımacılığının da merkezi olduğu biliniyor. O nedenle o dönemde ve daha sonraları özellikle Paris’te ortaya çıkan ilk ürünler kısa bir süre sonra İskenderun üzerinden çevreye yayılır. Bazı ürünlerde tersine bir akışın olduğu da görülür. Kitap yazarının dedesi de kırılan ayağının tedavisi için İskenderun limanından Beyrut’a gidip gelir.

Bugün Altınözü olarak bilinen, tarihsel adıyla Kuseyr denilen coğrafya bir platodur. Burası Antakya’da varlıklı ailelerin, toprak ağalarının sayfiye yeridir bir bakıma. Ayrıca buralardaki arazilerde zeytincilik başta olmak üzere meyve ve sebzecilik yapılır. Verimli arazilerin bulunduğu yerlerde konaklar vardır, bu nedenle köşkler-konaklar diyarı anlamında buraya “Kuseyr” denir. Altınözü ve köylerinde oturan bazı aileler gibi, Salmanoğulları da ağalara ait 400 dönümlük arazileri işleyerek-işleterek geçimlerini sağlarlar. Bu üretim biçimi ve ilişkileri eski ağırlığını yitirse de kimi köylerde varlığını sürdürmektedir. Tarıma dayalı üretimin egemen olduğu yörelerde görüldüğü üzere o dönemde değirmencilik önemli bir meslektir. Mehmet (Muhtar) Salmanoğlu, değirmecilikle aileye katkıda bulunur. Yöredeki bu konumlarından dolayı olsa gerek, Salmanoğlu ailesi 1950’de DP’yi destekler. Ta ki kitabın yazarının 1960’lı yıllarda Antakya’da lise öğrencisi ve İstanbul’da üniversite öğrencisi olarak sosyalist mücadelenin içinde yetişmesine kadar bu böyle sürer. 1960-61 Eğitim-Öğretim Yılı’nda kiracısı oldukları evin oğlu Yalçın Ergönül sosyalist hareketin Antakya’da önde gelenlerindendir. Dolayısıyla sol düşünceyi, sosyalizmi onun sayesinde öğrenen Mehmet Salmanoğlu, lise ve üniversite yıllarında Kemal Sülker, Kemal Yalazkan, Halit Çelenk, Ahmet Sırrı Hocaoğlu, Cemil Meriç, Abidin Özkan, Süleyman Okay, Suavi Barutçu ve Yahya Kanbolat’la tanışır. Kemal Yalazkan, Cemil Meriç ve Abidin Özkan dışındakilerle ben de tanışma olanağı buldum. Bazılarıyla dostluk da kurduk. Bu insanlar, 1940’lı yıllardan itibaren Türkiye sosyalist hareketine bir biçimde emek vermiş, katkıda bulunmuş kişilerdir.

Hatay’ın sol-sosyalist siyasi tarihi açısından adından pek söz edilmeyen kişilerden biri olan Ataman Özdemir’i yakından tanıyan Mehmet Salmanoğlu, hukukçuluğu yanında edebiyata düşkünlüğüyle de bilinen bu insanın siyasi tarihe geçmesine katkıda bulunur. Burada bir katkı da ben yapmak isterim. Antakya’da öğretmenlik de yapan şair Halil İbrahim Yıldız, Ataman Özdemir’in yeğenidir. Dayısının getirdiği kitaplarla, yazdığı şiirleri Süleyman Okay’a göstermesini sağlamasıyla edebiyat dünyasında yol almasında payının olduğunu biliyoruz.

1965 seçimleri, Türkiye tarihinde ilk kez sosyalist bir partinin, Türkiye İşçi Partisi’nin TBMM’ye girmesine vesile olur. TİP’ten seçilen 15 milletvekili arasında Hatay’dan Çerkez kökenli Yahya Kanbolat da vardır. Onun seçilmesinde Mehmet Salmanoğlu’nun da içinde olduğu Nurettin Yakar, Ömer Özdal gibi gençlerin, işçi önderi Kerim Dal’ın, mütedeyyin Sabri Elçi’nin vd. emekçilerin katkılarıyla Hatay’dan 5.700 oy alınır. Böylece Hatay’da rüzgar soldan esmeye başlar. Bu süreçte Yaşar Kemal’in Gündüz Sineması’ndaki toplantıya katılıp gençlerle konuşması müthiş motivasyon sağlar.

O yıl İstanbul Üniversitesi’ni kazanan Mehmet Salmanoğlu’nun, bir yandan öğrencilik yaparken aynı zamanda TİP’te siyasi mücadeleye aktif katıldığını, FKF başta olmak üzere gençlik örgütlenmeleriyle de ilgilendiğini görüyoruz. 1966’da Açık Hava Tiyatrosu’nda halk ozanları Nesimi Çimen, Hüseyin Çırakman ve Mahzuni Şerif’in katıldığı bir konser düzenlerler. Antakya’dan arkadaşı ve TİP’li yoldaşı Osman Şahan’la birlikte kurdukları Nesimi Çimen’le dostlukları daha sonraki yıllarda da sürer. Üniversitede karı-koca Muzaffer ve Oya Sencer (Baydar) Sosyoloji Bölümünde asistanlardır. Veysi Sarısözen’le onlara gidip görüşerek bu bölüme geçen Mehmet Salmanoğlu, TİP Eminönü İlçe Başkanlığı’nda Deniz Gezmiş’le tanışır. Daha sonra Sadun Aren, Zehra Kosova, Harun Karadeniz, Hüseyin Cevahir vd. birçok devrimci, sosyalistle mücadele içinde ilişkileri gelişir. Yeri gelmişken, öğrencilik döneminde olduğu gibi daha sonraki dönemde de yakın arkadaşı ve TKP’de yoldaşı olan Veysi Sarısözen’in anne-babasının (Turgut-Lamia) 1940’lı yıllarda Antakya’da öğretmenlik yaptıklarını (Muzaffer Sarısözen’le akraba), kardeşleri Mehmet Sarısözen ve Ayşenur Zarakolu (Ragıp Zarakolu’nun eşi) ile çocukluk ve ilk gençliklerinin burada geçtiğini, 1960’ların TİP’i ve gençlik hareketi içinde Mehmet Salmanoğlu vd. Hataylı gençlerle birlikte olduklarını belirtmek isterim.

1967’de iki önemli olaya tanıklık eder. Biri, Vietnam Savaşı’ndan dolayı Lahey’de Bertnard Russel tarafından kurulan uluslararası mahkeme heyetine katılan Mehmet Ali Aybar’ın konuşmacı olduğu bir toplantı düzenlenir. O toplantıda aynı zamanda Arap-İsrail gerginliğine dikkat çekilir. Filistinli bir temsilci konuşur. Aynı yıl Arap-İsrail Savaşı’nda Araplar yenilince Hatay’daki Araplar da çok üzülür. O dönemde Altınözü’nde Suriye televizyonundan bu savaştan verilen canlı görüntüleri izlediklerini belirtiyor Mehmet Salmanoğlu. Türkiye’de televizyon yayınları 1968’de başlıyor Ankara’dan. Hatay’da, TRT Çukurova’dan paket yayın olarak televizyon yayınlarının verilmesi ise 1970’lerde gerçekleşir. Sovyetler Birliği’yle bilimsel ve teknolojik ilişkilerini o yıllarda güçlendiren Suriye’nin Türkiye’den önce televizyon yayını yapması önemli bir gelişmedir.

Kitapta o kadar çok ad ve olay geçiyor ki, bunların hepsinden bir tanıtım yazısında söz etmek mümkün değil. Bunları kitabı alıp okuyarak öğrenmek en doğrusu. Yine de birkaç önemli noktaya daha değinmek isterim. Bunlardan biri, Antakya Lisesi öğrencisiyken sosyalist hareketin temsilcilerinden olan Abdo Salmanoğlu, uğradığı baskılar ve işkence nedeniyle ciddi travma yaşar. Sağ kolu ve amcaoğlu olan Abdo’yu, Suavi Barutçu’nun yardımıyla İstanbul Tıp Fakültesi Psikiyatri Kliniğinde tedavi eden Metin Özek ve Serol Teber’in desteği önemlidir. Üniversitelerde sadece öğrenciler değil, akademisyenlerin de politikleşmesi, emekçilere destek olmaları bakımından güzel bir örnektir.

“Kısa Dalga Hatıralar”ın ağırlık noktasını İstanbul’daki üniversite gençliğinin (1968 kuşağı) politikleşme ve mücadele süreciyle 12 Eylül faşizminin uyguladığı baskı, işkence ve toplumu dinselleştirme gerçeği oluşturuyor. Bunlarla ilgili ayrıntıları öğrenmek, siyasi ve kültürel değerlendirme yapmak isteyenler için epey materyal olduğunu belirtmeliyim. O dönemin siyasi örgütlerinin özellikleri, insanlık ayıbı olan işkencenin toplumsal ve psikolojik boyutları, hapishanelerdeki direnişler ayrıntılarıyla ve gerçekçi biçimde anlatılmış. Mehmet Salmanoğlu o dönemin TKP yöneticilerinden olduğu için kendi örgütsel serüvenine haliyle ağırlık vermiş. Belki o dönemlerin ülke ve dünya gündemiyle daha yoğun bağlantılar kurarak olayları, örgütleri ve kişilikleri anlatmak çok daha yararlı olabilirdi.

Kitapta yer alan iki birkaç olaydan söz etmekte yarar görüyorum. 1968 kuşağından Hatay’ın ilk kan kaybı, ne yazık ki bir özensizliğin sonucu olarak 23 Mayıs 1970’te Ankara’da öldürülen Mustafa Kuseyri oluyor. Salmanoğlu, bu vahim olayla ilgili duygu ve düşüncelerini şöyle dile getiriyor: “Mustafa’nın öldürülmesinden çok etkilenmiştim, gözyaşlarımı tutamadım. İstanbul Üniversitesi’nin değişik fakültelerinde okuyan Hataylı öğrenciler, İTÜ’de bir toplantı düzenledik. Bu toplantıda Mustafa Kuseyri’yi andık. Bu olaydan sonra Hataylı, özellikle Antakyalı öğrencilerle bir koordinasyon oluşturmaya karar verdik. Birkaç bir araya geldik ise de bu toplantıların arkası gelmedi. (…) Birkaç gün sonra gazetelerde Mustafa Kuseyri’nin, öğrenci temsilciliğinde bir grup arkadaşıyla otururken silahıyla oynayan Nejat Arun adlı öğrencin silahından çıkan bir kaza kurşunuyla başından vurularak öldüğü haberi çıktı. Bir süre sonra Nejat Arun emniyete teslim oldu. Kaza kurşunuyla arkadaşını öldürdüğünü kabul etti. Nejat Arun, yapılan yargılama sonunda 6 yıl 8 ay ceza aldı.”[5]

Bitirme tez konusu “Bismil Ovası’nda Tarımda Makineleşmenin Tarıma Dayanan Geleneksel, Ekonomik ve Sosyal Yapıda Meydana Getirdiği Değişiklikler” olduğundan, Mehmet Salmanoğlu önce Diyarbakır’a gidiyor. Orada kendisini Mustafa Hayrullahoğlu karşılıyor (12 Eylül’de işkenceyle öldürülür.) ve terzi Mehdi Zana başta olmak üzere Hallo Dayı, Niyazi Usta gibi mahkemede söylediği “Hakim Bey, memleket hıyar mıdır ki tutam ikiye bölem!” sözüyle siyasi tarihe geçen insanlarla tanışır. Bismil Ovası’nda ağabeyleriyle ilk kez pamuk ekimi yapan Osman Şahan’ı bulur. Onun yönlendirmesiyle Salat Nahiyesi Sağlık Ocağı’nda çalışan Erzinli Sıtkı Işıkoğlu’ya tanışır. Sıtkı Bey, Köy Enstitüsü’nün sağlık bölümünden mezun olup halkla çok iyi ilişki kurduğu için kendisine çok yardımcı olur. Kitaptan bu bilgiyi öğrenince Erzin’den 1402’lik asker arkadaşım Yılmaz Canatar’ı aradım. Sıtkı Bey’in yaşadığını öğrendim. Onun verdiği telefonla Sıtkı Bey’le uzun boylu telefon görüşmesi yaptım. İlk fırsatta kendisini ziyaret edip deneyimlerini yazmayı düşünüyorum. Kitapların insanı yeni yolculuklara çıkardığının bir örneği bu olsa gerek.

115-117. sayfalarda 1960’lı ve 1970’li yıllarda CIA’nın Sovyetler Birliği’ne karşı Ortadoğu ve Asya’da yürüttüğü faaliyetler örnekleniyor. Bu dönemde Çin’e ve Çin yanlısı sol hareketlere ABD’nin CIA aracılığıyla yön vermesinin belgeleri olarak, CIA ajanı Duane Clarridge’nin kaleme aldığı “A Spy For All Seasons” (Her Devrin Casusu) kitap gösteriliyor. Bugünkü konjonktür dikkatle incelendiğinde Mao önderliğindeki Çin Devrimi’nin yarattığı ülkenin nasıl kapitalist üretim ilişkilerinin ve emperyal güç haline gelmesinin arkasında o yıllarda ABD’nin izlediği stratejiyle ilişkisini kurabiliyoruz.

Mehmet Salmanoğlu, 1970’li yıllardaki DİSK ve diğer sendikalar üzerinden işçi sınıfı içindeki çalışmalardan da söz ediyor. Amcasının oğlu Abdo Salmanoğlu’nun Hür Cam-İş Sendikasındaki çalışmasını işliyor. 1 Mayıs kutlamaları ele alınıyor. Ayrıca, 1977 ve sonrasında sosyalist harekette TKP’lilerin övünerek anlattığı İsmail Bilen’in siyah Chevrolet’le Konya Ovası’nda ilerlediği hikayesinin uydurma olduğunu daha sonra öğrenmiştik. 1977 TKP Konferansı’na katıldığını kitaptan öğrendiğimiz Salmanoğlu, bunun Moskova’da yapıldığını ayrıntılı biçimde anlatıyor.

Kitapta yanlış anlaşılmalar yol açabilecek bazı anlatımlar da var. Onlardan birini örneklemek isterim. “Hareketin asıl lideri, Siyah İktidar kitabının yazarı Stokely Carmichael’di. 1970’lerin sonunda, Ant Yayınları bu defa Carlos Marighella’nın ‘Şehir Gerillası’ kitabını yayımlayacaktı.”[6] Burada “1970’lerin” ifadesi yanlış kullanılmıştır. Bu ifadeye göre kitabın Ant Yayınlarınca 1978-1979 yıllarında yayımlandığı anlaşılır. Oysa kitap 1970’te yayımlanmıştır.

Dayım Bayram Yıldız sayesinde 1978’de Antakya’da tanıma olanağı bulduğum POL-DER üyesi ve Hatay Emniyet Müdürü olan Cevat Yurdakul’un Hatay halkının yararına yaptığı çok önemli çalışmalardan da söz ediliyor kitapta. İbrahim Diboğlu üzerinden kendisine Hatay’la ilgili önemli bilgilerin aktarıldığını ve onun da ciddi operasyonlar yaparak o dönemin faşist hareketinin bazı provokasyonlarının önüne geçildiği dile getiriliyor. Ne yazık ki ilerici ve yurtsever Emniyet Müdürü, 1979’da Adana Emniyet Müdürlüğü’ne atanan Cevat Yurdakul, burada faşistlerce öldürülür.

“Kısa Dalga Hatıralar”da 1970’li yılların Antakya İGD Başkanı Abbas Güldiker’le Samandağ’dan Behçet Yatkın’ın anlatımlarına da yer verilmiştir. Kitapta başka nelerin anlatıldığını merak edenlere kitabı alıp incelemelerini önermekten başka bir şey gelmiyor aklıma. Hatay ve Türkiye siyasi-toplumsal tarihi açısından önemli veriler, bilgiler sunan bu kitabı kaleme aldığı için Mehmet Salmanoğlu’na teşekkür ediyoruz.

Dipnotlar:

[1] Mehmet Salmanoğlu, Kısa Dalga Hatıralar, Sosyal Tarih Yayınları, İstanbul, Ağustos 2022, 304 s.

[2] –, a.g.e, s.27

[3] –, a.g.e, s.18

[4] Derleyen Emre Can Dağlıoğlu, Arapların 1915’i (Soykırım, Kimlik, Coğrafya), İletişim Y., İstanbul, 2021, 284 s.

[5] –, a.g.e., s.105

[6]–, a.g.e, s.120


Sendika.Org, yayın hayatına başladığından bu yana işçi sınıfı hareketinin, solun ve genel olarak toplumsal muhalefetin gündemine ilişkin, farklı politik perspektiflerden düşünsel katkılara açık bir tartışma platformu olagelmiştir. Sitemizde yayımlanan yazılar yayın kurulunun politik perspektifiyle uyumluluk göstermeyebilir. Amacımız, mücadelenin gereksinim duyduğu bilimsel ve politik bilginin üretimini zenginleştirecek tüm katkılara, yayın ilkelerimiz çerçevesinde, olabildiğince yer verebilmektir.

Sendika.Org'u destekle

Okurlarından başka destekçisi yoktur